İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Bu masalda yanlışlar doğruları götürüyor!

Bu masalda yanlışlar doğruları götürüyor!

Irmak ZİLELİ

Masalların dünyasındaki derin kazımız, Ağustos Böceği ile Karınca adlı masalla sürüyor. Masallarda doğru ve yanlış kavramını ele almak için yola çıkan yazarımız, tek bir masalı ele almış gibi görünse de, yaptığı saptamaların çoğu masal için geçerli olmayacağını söyleyebilir miyiz?

Ne zaman Ağustos Böceği ile Karınca masalını okusam ya da dinlesem kafam karışır. Doğruyu hangisi temsil eder? Yaz kış demeden yuvasına yiyecek taşıyan, çalışkanlığıyla ünlü karınca mı; yazları çalıp söyleyen, kış gelince de elinde avucunda bir şey kalmadığını gören ağustos böceği mi?

Masalı yüzeyinden şöyle bir okur geçerseniz, vurgunun emeğin değerine olduğunu söyleyebilirsiniz. Yanlış sayılmaz. Karınca cinsi, tam da ‘karınca gibi çalışkan’ deyimini hak edercesine emek sarf eder. Gerçekten de tüm yaz durmaksızın çalışmış, evine yemek taşımış ve zor günlerin geleceğini önceden kestirerek akıllıca davranmıştır. Elbette o günler geldiğinde de emeğinin karşılığını alacaktır. Sıcak yuvasında, dışarıda lapa lapa yağan kara bakarak, rahatlığın tatlı huzurunu yaşamaya hakkı olacaktır.

Masalın ‘emeğin değeri’ne vurgu yapan bu mesajının altında ikinci bir mesaj daha vardır aslında: “Çalışmayan aç kalır.” Ağustos böceği çalışmamıştır. Gününü gün etmiş, yaz boyu çalıp söylemiş ve nihayetinde ekmek elden su gölden yaşamış ama o günleri geride bıraktığında, tam takır kuru bakır öylece kalakalmıştır. Bu karda kışta yiyeceği nereden bulacaktır? Bulamayacaktır elbet. Ve mesaj alınır: Çalışmazsan, gününü gün edip geleceği hesap etmezsen aç kalırsın.

Peki öyle midir gerçekten? Cümleyi tepetaklak edersek eğer; aç kalanlar çalışmayanlar mıdır? Çalışmadıkları için mi aç kalmışlardır, diye ikinci bir soruyla meseleyi derinleştirebiliriz. Gerek masalın yazıldığı 17. yüzyılda, gerek günümüzde elinizi vicdanınıza koyup söyleyecek olursanız, sokaklarda yatıp kalkan, midesine bir somun ekmek bile girmeyen yoksullar ordusu, çalışmadıkları için mi, açtır? (Dikkat: Çalışmadıkları için mi, diyoruz. Çalışamadıkları için mi, değil! Yani burada çalışmamak bilinçli bir tercih oluyor.)

MUTLU AZINLIK MI?
Masalın ilk anda bize ulaşan mesajını biraz daha kazıyalım şimdi. Bakalım altından başka neler çıkacak?.. Eğer çalışmayanlar aç kalır diyorsak, çalışanların da bir gün mutlaka mutluluk ve refaha ulaşacaklarına inanıyoruz demektir. Bu önermeyi tüm çıplaklığıyla serelim ortaya ve düşünelim. Gerekirse çevremizdeki örnekleri de katalım yanına ve değerlendirelim. Gerek ülkemizde gerek dünyanın öteki ucunda, mutluluk ve refah içinde yaşayanlar, basit bir ifadeyle kışın yakacak kömürü bol, yiyecek yemeği bereketli olanlar, çalıştıkları için mi kavuşmuşlardır bu bolluk ve rahatlığa? Başka bir deyişle, rahat yaşayan o ‘mutlu azınlığın’ tamamı emekleriyle mi gelmişlerdir o noktaya? Eğer böyleyse ‘kapatalım dükkânı’ derim ben. Bu ‘doğru’ysa, eşitsizliklerden, emeğin sömürüsünden, kolay para kazananların çokluğundan dem vurmaya ne hacet, öyle değil mi?

İşin bir yanı da şu: Eğer çalışırsan kazanırsın ve refaha kavuşursun gibi genel bir önermede bulunursak, insanların yaşamlarını etkileyen yüzlerce öğeyi görmezden gelmiş oluruz. Başarıyı-başarısızlığı, mutluluğumutsuzluğu, rahatlığı-sıkıntıyı tek bir etkene bağlarız. Oysa tüm bunlar tek bir şeye bağlı olsaydı, hayat ne kadar kolay olurdu, değil mi?

Aslında mesajını kazıdıkça daha da kazımamız için bizi kışkırtan, çok katmanlı bir metin var ortada. Ya da hayatın gerçeği çok katmanlı demek daha doğru olacak. Çoğu okur, Ağustos Böceği ile Karınca’yı okuyup ilk anda ortaya çıkan o mesajı algıladıktan sonra defteri kapayabilir. Ama üzerine düşünmeye başladığımızda masaldan çıkan ve bize ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olarak sunulan şeylerin, bakış açılarına göre nasıl farklılık gösterdiğini görmemek ne mümkün! Devam edelim öyleyse…

Masalda çalışkanlığıyla takdir toplayan bir karınca var. Bunun yanında, tembel teneke olduğu için yerdiğimiz bir ağustos böceği. Ama düşünürseniz, karınca doğası gereği çalışkan, ağustos böceği de doğası gereği tembel. Bu durumda davranışlarını belirleyen şey genleri. Masal, çalışkan karınca ile tembel karınca arasında geçiyor olsaydı bir nebze olsun üzerinde tartışmaya değerdi. En azından şunu sorgulayabilirdik: Biri çalışmayı tercih ederken, öteki neden tembellik ediyor? Oysa bu masalda böyle bir durum yok. Ne karınca çalışkanlığı seçmiş, ne ağustos böceği tembelliği. İkisi de doğalarının onlara emrettiğini yapıyorlar. Bu yüzden ne övülebilir ne de eleştirilebilirler kanımca.

Aslında konuya buradan yaklaşınca ortaya bir başka gariplik çıkıyor. Ağustos böceğinin doğası tembellik etmek mi gerçekten? Çalıp söylemek de onun işi olmasın?.. Gördüğünüz gibi, işler iyice sarpa sarıyor. Ağustos böceği işini yapıyor, çalıyor, söylüyor. Sonunda kışın yine de aç kalıyor! Belki de masalın gerçeğe uygun tek tarafı bu. Kimileri durmadan çalışsa bile aç kalabilir…

Düşünce silsilemizin peşinden gitmeyi sürdürelim ve masalın başka boyutlarına doğru yol alalım. Hatırlarsanız, kış gelip de çalışkan karınca yazın biriktirdiği erzağın verdiği güven duygusuyla sıcak yuvasında keyif çatarken, ağustos böceği yardım istemek için onun kapısını çalıyordu. Bizim ‘örnek vatandaşımız’ ne yapıyordu dersiniz? Şu tembele bir ders vereyim, deyip ona zırnık koklatmıyor, kapısını açmıyordu bile… Bunu yapmakla kalmıyor, aç bilaç kapısında bekleyen ağustos böceğine şımarık bir edayla nutuk atıyordu: “Sen misin yazın ben çalışırken yan gelip yatan, çalışıp kazansaydın, gününü değil geleceğini düşünseydin!”

Demek ki masalın bir mesajı daha var. Tembeller her türlü cezayı hak eder. Ve çalışkanlar bu cezayı uygulamaya muktedirdir. Birincisi vahim, ikincisi ondan da vahim olan iki mesaj. Varsayalım ki ağustos böceğinin tembel olduğuna hükmettik. Onu aç ve açıkta bırakmak ne kadar adil bir ceza olur? Peki, bu cezayı kim uygulayabilir? Çalışkanlığı tescilli olanlar mı?

Haydi konuyu bir fabl olmaktan çıkaralım ve insanlara uygulayalım. Toplumda tembelliği yüzünden aç kaldığını düşündüğümüz bir kesimi ele alalım. O kesime iyi bir ders vermek, toplumun öteki kanadında yer alan çalışkanların harcı mıdır? Bu masalın sonunda, hasbelkader aynı memleketin (ormanın) vatandaşları
olan ağustos böceği ile karıncanın birbirine nefretle yaklaşmaları işten bile değil. Öyle ya, haliyle, ağustos böceği tembellik ettiği halde pastaya ortak olmaya çalıştığı için karıncanın nefretini kazanırken, öteki pay vermediği için pastayı elinde tutana öfke duyacaktır. Günümüzün (ne kadar kaldıysa) sosyal devleti işsize, yoksula el uzatınca, tuzu kuru olanların buna yekten karşı çıkması böyle bir nefretten besleniyor desem, çok mu ileri gitmiş olurum?

İş giderek karmaşık bir hal alıyor değil mi? Belki yazıyı okumaya başlarken ilk cümlem sizi şaşırtmıştı. Mesajı bu denli net olan bir masalda aktarılmak istenen doğrular ile yanlışların bir kafa karışıklığına yol açmasına bir anlam verememiştiniz. Peki ya şimdi?Masalın ilk anda ortaya koyduğu ‘doğru’ya aynı gönül rahatlığıyla ‘doğru’ diyebiliyor musunuz?

DOĞRULAR DA DEĞİŞİYOR
Şu noktada bir kez daha sormalı; doğru nedir, yanlış ne? Doğruyu ve yanlışı kim, neye göre belirliyor? Çocukluğumuzun tek kanallı televizyonunda bir “Doğru Mehmet ile Yanlış Ahmet” vardı. Çocuklara trafik kurallarını öğretmek adına edinmişlerdi ‘doğru’ ve ‘yanlış’ sıfatlarını. Peki ya masallar? Onlar da trafikte olduğu gibi, üzerinde tartışma yürütemeyeceğimiz kuralları mı aşılıyorlar çocuklara?

Her toplum kendi doğrusunu yanlışını, iyisini kötüsünü, güzelini çirkinini yaratıyor kuşkusuz. Bu değerlerin karşılıkları toplumdan topluma değiştiği gibi, zaman içinde de değişiklik gösterebiliyor. Bundan yüz yıl öncesinin doğrusu ile bugünün doğrusunun aynı olduğunu kim iddia edebilir? Bu, toplumsal değişim yasalarına aykırı bir kere… Peki öyleyse, değer yargılarının birer yansıması olan masalları, sözgelimi 1600’lerde yazılmış olanlarını, üzerinden bunca yıl, bunca devrim, bunca dönüşüm geçtiği halde hâlâ okuyor ve anlatıyor olmamızda bir ‘yanlışlık’ yok mu?

Show More