İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gördüklerinin ardını düşlemek…

“Gördüklerinin ardını düşlemek…”

Elif ŞAHİN HAMİDİ

18 yaşından beri çocuklar için kalem oynatan ve pek çok kitaba imza atan Nur İçözü, çocuk edebiyatında başarının sırrının çocukları ciddiye almaktan ve içtenlikten geçtiğini söylüyor. İçözü’yle kitapların eğiticilik misyonundan, göreceli doğrulardan ve çocuk dünyasından bahsettik.

Çok genç yaşlardan bu yana sözcüklerle uğraşan, yani işi “yazmak” olan Nur İçözü, çocuk edebiyatına pek çok değerli eser kazandırdı. İçözü, çocukların
hayal dünyasına erişebilmenin yolunun, onların yüreğine bakabilmekten
geçtiğini, yani çocuğu asla küçümsememek gerektiğini söylüyor. Çünkü onlar sahte sözcüklerinizi ayırt etmede oldukça ustalar… Nur İçözü ile çocuk edebiyatını ve çocuk dünyasını konuştuk; yazarın kendi çocukluğuna ve okuma serüvenine de uzanan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Öncelikle Nur İçözü’nün kitaplarla tanışıklığı ne zaman, nasıl başladı diye sormak istiyorum? Çocukluk günlerinizden belleğinizde yer etmiş, unutamadığınız kitapları/ kahramanları da paylaşır mısınız bizimle?

Kitaplarla tanışıklığım, birinci sınıfta okumayı söktüğüm an başladı diyebilirim. Ancak biraz daha öncesine giderek, okuma tutkumun başlangıcı
olarak gazeteleri göstermem daha yerinde olur sanırım. Çünkü henüz beş yaşlarındayken, sabah erkenden kapımıza bırakılan gazeteyi kaptığım gibi
evdeki büyüklere çizgi öyküleri, karikatürleri okuturdum. Okumayı söker
sökmez büyük bir sevinçle herkese, “Yaşasın artık kendi gazetemi okuyacağım!” diye müjdelediğimi anımsıyorum. İşte o andan başlayarak da annemin verdiği günlük harçlıklarımdan artırdıklarımla her hafta kendime Varlık Çocuk Klasikleri’nin bir kitabını aldım. O kitaplardan ilk aklıma gelenler; Arı Maya, Küçük Prens, David Copperfield, Pollyanna…

Bir çocuğun hayal dünyasına hitap eden, o dünyaya sığabilen başka dünyalar kurmak, olaylar kurgulamak, kahramanlar yaratmak için biraz da çocuk ruhunu kaybetmemiş olmak mı gerekiyor acaba? Çocuk gerçekliğini iyi bilmek ve belki bir parça çocuk olmak gerekiyor sanırım yazarken?

Çok güzel söylediniz. Bir çocuğun hayal dünyasına erişmek, o dünyaya sığabilecek kurgular yapmak hiç kolay değildir. Çocuğu asla küçümsemeden
ve çocuğa göre yazarken, çocukmuş gibi düşünebiliriz elbet. Sanırım bu pek de hesaplı kitaplı bir olay değil ve çocuk edebiyatı yazarının yeteneği de belki bu özellikte saklı.

Yine de durduğumuz yeri unutmadan kalemimizi kullanmalıyız. Onun dünyasına ne yukardan bakmalı ne de aşağıdan. Çocuğun tam da gözlerinin içine, yüreğine bakabilmek önemli.

Okurunuz metinde kendini, düşlerini, duygularını arar; sahte sözcükleri hemen duyumsar, ayıklar. Kendinden olanı, içtenliği kolayca yakalar. Karşılaştığınızda sizi yaşıtı olarak değil, yazar olarak görmek ister. Dengeyi iyi kurmak gerek.

Hani her çocuğa sorulur, “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu; En Güzel Kimin İşi serisiyle çocukların bu soruya yanıt bulması adına bir yol açıyorsunuz. Kitaplar, çocuğun gelecekteki kariyerini, mesleğini belirlemekte de önemli bir rol oynuyor diyebilir miyiz?

En Güzel Kimin İşi hiç aklımda yokken yazılmış bir seri. Eğer bir anaokuluna masal okuma saati için davet edilmeseydim ve müdür bana, “Bu
hafta ders programımızda meslekler işlenecek. Biraz da bu konuda konuşur
musunuz?” demeseydi, bu seri hiç oluşmayacaktı.

4-5 yaşındaki çocuklara mesleklerle ilgili ne söyleyebilirdim? O akşam bunları düşünerek yattım. Sabah, “Öncelikle kendimden ve ellerinde tuttukları kitapları resimleyen sanatçılardan söz etmeliyim,” diye düşündüm. Hemen bilgisayarımın başına geçtim ve ilk üç meslek bir anda dizeler halinde ekrana döküldü. Ödevim hazırdı.

O gün çocuklar yazar, ressam ve kitapçıyla ilgili bir fikir edindiler. Ben de çocukların pek çok mesleği bırakın bilmeyi, duymadıklarını bile öğrenmiş oldum. Böylece günümüzden, geçmişten, sanat dünyasından meslekleri dizeler şeklinde anlatan üç kitap ortaya çıktı. Yine de günümüz çocuğunun,
yalnızca bir kitaptan öğrendiği mesleğe özeneceğini pek sanmıyorum. Onlar
canlı örnekler görmek istiyorlar. Örneğin okur-yazar buluşmalarından sonra pek çok çocuğun yazma eğiliminin arttığına; bazılarının, “Ben yazar olacağım,” dediğine tanık oluyoruz.

Bir de olayın farklı boyutu var. Buna örnek olarak da, Yüreğimin Kıyısında
adlı romanımı gösterebilirim. Romanı okuyan gençler arasında konservatuvara girme düşleri kuranların, sanatın istediği özveriyi gösterme konusunda kendilerini sınadıklarını, kararlarını verirken bir kez daha düşündüklerini biliyorum.

Fara Fara Filli adını taşıyan üç kitaplık eğlenceli seri, çocukları bir yandan güldürürken bir yandan da düşünmeye sevk ediyor. Bu tarz kitaplar çocuğun sosyalleşmesinde de önemli bir yere sahip sanırım…

Çocukları güldürmek kimilerine çok kolay görünür. Ancak güldürürken düşündürmeyi başarmak önemli. Hep çocuğu ciddiye almak gerekir diyorum ya, aslında mizahı da ciddiye almak gerek. Mizah kitapları, okurun zekâsını küçümsememeli.

Yaşama gülümseyen gözlerle bakmayı başaran, yaşadığı olayların gülünç yanlarını görebilen kişi, yaşamın gerçekleriyle baş etmeyi çabuk öğrenir. Yalnızca kitaplardan öğrendikleriyle değil, yaşamın zıtlıklarından fıkralar, bilmeceler üreterek de çevresiyle keyifli bir iletişim içine girer.

Çocuk kitaplarının “öğretici” olmaya çalışması günümüzde tartışılan sorunlardan biri. Çocuk edebiyatının öncelikli sorumluluğu, yetişkinlerin doğrularını çocuklara dikte ettirmek olmamalı. Bu konuda neler söylemek
istersiniz?

“Öğretici olma” konusundaki yanıt zaten sorunuzun içinde. Çocuk edebiyatının öncelikli sorumluluğuna gelince, en başta dilimizin zenginliğiyle, melodisiyle çocuğu tanıştırmak olmalı diye düşünüyorum. “Doğru” göreceli bir kavram. Zamana ve mekâna yenik düşen bir olgu. Çocuğun dünyasının yeni oluşmaya başladığını göz ardı etmemek gerek. Onları kendi kaygılarımızla tanıştırmak doğru bir yöntem değil bence. Onların gözlüğüyle yaşama bakabilmek, bugünün gerçeklerini deneyimlerimizle harmanlamayı başarabilmek önemli.

Kısacası yazar, dünden kopmadan bugünü verebiliyorsa, yereli göz ardı etmeden evrensele ulaşabiliyorsa sorumluluğunu yerine getirmiştir. Biz yazdıklarımızla, farklı dünyaların görüntülerini sunuyoruz çocuğa. Farklı duygularla tanıştırıyoruz. Gördüklerinin ardından düşünmesini, düşlemesini sağlıyorsak ne mutlu!

Önemli olan düşünmeyi öğrenmeleri aslında. Yazarın metinler aracılığıyla yaptığı biraz da bu. Dünyayla, çevresiyle özdeşim kurabilmeyi başaran gençlerin kuracağı gelecek de başarılı olacaktır.

Çocuklara okuma alışkanlığı ve zevkinin kazandırılması, edebiyat dünyasının kapılarının aralanması adına büyüklere, anne-babalara ne gibi görevler düşüyor? İyi kitaplar önermenin önemi büyük sanırım…

“İyi kitaplar” derken, “iyi” kavramı kime göre belirleniyor? Aslında en önemli konularda biri de bu işte… Parmak sallayan, çocuğa görgü kurallarını öğreten, terbiyeli, sessiz, ana kuzusu modellere özendiren kitapları mı kapsamakta bu “iyi” betimlemesi? Bu kapsama giren kitapların çocuk
gerçekliğiyle ne denli örtüştüğü de yetişkinin kendisine en başta sorması gereken bir başka soru olmalı.

Ortada kesin olan bir gerçek var ki, anne, baba ya da öğretmenler önerme ile dayatma arasındaki keskin çizgiyi görmezlerse, yetişmekte olan genç bireyin okuma alışkanlığı kazanmasına en baştan darbe indirilmiş olur.

Hele rol modeli olma durumundaki anne-babanın, hatta öğretmenin yaşamında kitap, çocuğa söylediği oranda yer almıyorsa, çocuktan kitapla dostluk kurmasını beklemek hayalcilik olur.

Son olarak İyi Kitap gazetesiyle ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz?

Tudem’in İyi Kitap dergisiyle çok önemli bir iş yaptığına inanıyorum. Yetkin kalemlerin çocuk ve gençlik yayınları ile ilgili yazılar kaleme alması, kitap tanıtımlarını okurlara sunması, üstelik derginin ücretsiz olarak hedef kitlelere ulaştırılması alkışlanacak bir çalışma. İyi Kitap’ın ikinci yaşını kutlarken, çocuk ve gençlik yazınında nice yıllara imza atmasını diliyorum.

Show More