İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Ran ve Lusin ile sırların peşinde…

Ran ve Lusin  ile sırların peşinde…

Elif Şahin HAMİDİ

Delal Arya’nın “Pera Günlükleri” serisinin ilk kitabı Körler Ülkesi ve ardından ikinci kitap Sırlar Oteli okurla buluştu. Ran ve Lusin adlı ikizler, sırlarla dolu Pera’da gizem avcılığına devam ediyor…

Delal Arya, çocukluğu gemilerde, sonsuz maviliğin kucağında geçmiş genç bir yazar. “Denizde yaşayan bir çocuk akıntıları ve rüzgârları tanır. Liman şehirlerinde dolaşır, farklı tipte insanlarla ahbap olur. Ufku açılır, sınırları, duvarları, önyargıları olmaz. Zaten geminin kendisi de bir çocuk romanı gibidir,” diyen Arya’nın hayalgücü denizden besleniyor. Üstelik arkeoloji eğitimi almış, gizemlere ve eski uygarlıklara oldukça meraklı bir yazar var karşımızda. Hâl böyle olunca, “Pera Günlükleri” serisinde sırlarla dolu bir serüvenin peşine düşmek, şifrelerle boğuşmak kaçınılmaz oluyor. Körler Ülkesi’nde Ran ve Lusin’in Venedik’te başlayan macerası, Sırlar Oteli’nde Pera Palas’ın sırlarla kuşatılmış odalarında devam ediyor. Delal Arya ile büyük küçük herkesin ilgisini çekecek bu heyecanlı seriyi konuştuk…

“Pera Günlükleri” serisi, Körler Ülkesi ile başladı ve bu sizin ilk kitabınızdı. Seri, Sırlar Oteli ile devam ediyor; ayrıca üçüncü kitabı da yazdınız. Bu serinin varoluş hikâyesini dinleyebilir miyiz? Fırtınalı bir gecede yazarın zihninde beliren o küçücük hayal ve sonrasını anlatır mısınız?

Kitabı tasarlamaya Eskişehir’de bir arkeolojik kazı evinde başladım. Yazdı ama çok yağmur yağıyordu. O kadar çok ki, kazı yapılamıyor ve öğrenciler laboratuvarda çalışıyorlardı. Yattığım ranzanın yanındaki pencere kırıktı, su ve rüzgâr hep içeri giriyordu. Gece pencereden kazı alanının olduğu bozkıra yağan yağmuru ve uzakta bir yerlere düşen yıldırımları izleyerek hayal kuruyordum. El ele tutuşmuş iki çocuk geldi gözümün önüne. Ne geçmişleri vardı ne de gelecekleri. Onları korkutan bir fırtınanın içinde birbirlerine destek olmaya çalışıyorlardı. Ve bunu da birbirlerine hikâye anlatarak yapıyorlardı. Tıpkı Ran’ın trenden indikleri o gece, Lusin’in korkularını gidermek için Galata hakkında anlattığı hikâyeler gibi. Korkan ama cesur olmaya çalışan küçük çocuklardı. Gerçek kahramanlar böyle olmalı diye düşündüm. Karanlıktan korunmak için her zaman yanlarında anlatacakları bir iki iyi hikâyeleri olmalı.

Oldukça ilginç bir yaşam öykünüz var. Gemilerde, okyanusun ortasında geçmiş bir çocukluk… Ki bu çocuğun bir maymunu, bir de papağanı var; âdeta bir roman kahramanı kendisi. Bu seride kahramanlardan biri, denizi çok özleyen eski bir kaptan. Bir de Cook Cahit var, gemide aşçıymış bir vakitler. Denize/denizciliğe dair pek çok terim, deyim, sözcük var kitaplarınızda. Nasıl beslendiniz denizden; çocukluk yıllarınızın, denizdeki günlerinizin bu serinin ortaya çıkmasındaki rolü üzerine konuşabilir miyiz?

Gemi bir çocuğun yetişebileceği en uygun yer. Bence dünya okulda değil, en iyi gemide öğrenilir; çünkü gemi hep hareket eder, bir rota çizilmesi gerekir, o rotayı çizerken yıldızlara bakılır, haritalar okunur, mevkiler belirlenir. Denizde yaşayan bir çocuk akıntıları ve rüzgârları tanır. Liman şehirlerinde dolaşır, farklı tipte insanlarla ahbap olur. Ufku açılır, sınırları, duvarları, önyargıları olmaz. Zaten geminin kendisi de bir çocuk romanı gibidir. Denizcilerin hiçbiri bilindik tipler değillerdir. İnsan onlarla aynı masada oturduğunda bir dolu hikâye dinler. Bütün denizcilerin lakabı vardır. Cook Cahit de gerçekten yaşayan biri, kabına sığmaz bir şair, Nijerya’daki bütün kabilelerin dillerini öğrenmiş, hatta yabancı diplomatlara yemek pişirmiş harika bir aşçı. Bütün bunlar ve daha birkaç şey yüzünden deniz benim hayalgücümün kaynağı.

Gizemlere ve eski uygarlıklara olan ilginiz, ayrıca arkeoloji eğitimi almış olmanız bu sırlarla dolu serüvenin, bulmacanın doğuşuna, renklenmesine büyük katkı sağlamış hiç kuşkusuz… Unutulmuş diller, bir papirüs, bir mumya, medusalar, üç başlı yılan fosili vs…

Kendimi bildim bileli arkeolog olmak istedim. Hatta kazacağım höyüklerin listesini çıkardığımı bile hatırlıyorum. Höyüklerin yakınlarında dolaşıp yüzeyde kalmış çanak çömlek parçalarını, fosilleri, tuhaf şekilli taşları toplardım. Kayıp ve unutulmuş şeylere karşı her zaman merak duydum. Asıl hikâyeler orada çünkü, tozun toprağın altında.  Onlara ulaşmak için de merak etmek lazım. Kitaplarımın özünde de bu merak duygusu ağır basıyor.

Kitapların ilginç bir yanı var; hiç yerel değiller. Yani yazarıyla ilgili bilgi sahibi olmadan okusam Türkçe edebiyata dâhil edemezdim; Avrupalı ya da Amerikalı bir yazar tarafından kaleme alındığını düşünürdüm. Çevirmenliğinizin önemli rolü var sanırım bunda? Ayrıca Doğu’dan/ Doğu’nun eserlerinden de beslendiğinizi görüyoruz. İkinci kitap Sırlar Oteli’nde, Rudabe ve Stare gibi Farsça isimler taşıyan kahramanlarınız var örneğin. Ve Rudabe, Firdevsi’nin Şehname’sinde Zal’ın karısının ismi…

Haklısınız, çevirmenliğin mutlaka etkisi var. Bir de ben Batı kültürüyle eğitildim, İtalyan Lisesi’nde okudum. Mefkûremin oluşmasında İtalyan kültürünün etkisi büyük. Ama ben Doğu’nun içindeyim; arkeolojisiyle, mitolojisiyle, edebiyatıyla… Bu yüzden çocukların isimleri Ermenice, soyadları Arapça bir yıldız adı… Bu yüzden Kaptan Barnekas, soyu Fenike’ye dayanan Lübnanlı bir denizci. Firdevsi konusunu açtığınız ve benimle ortaklaştığınız için de mutlu oldum. Bence bir elinde İlyada’yı tutan bir insan öteki elinde Şehname’yi tutmalı. Şehname dünyanın ilk ve en büyük edebi eserlerinden biri.

Seri 10 yaş ve üzerine hitap ediyor arka kapakta da belirtildiği üzere. Ama bence yetişkinler de keyifle ve heyecanla okuyabilir. Sizin de bir söyleşide vurgu yaptığınız üzere, “Bir kitap 50 yaşında okunmayı hak etmiyorsa, 10 yaşında okumayı da hak etmiyordur,” diyor Clive Staples Lewis. 50 yaşında da okunabilecek çocuk kitapları yazmanın yolu nereden geçiyor sizce?

Hâlâ çocuk kitapları okuduğum için bunu ben de çok düşündüm; çözülmesi zor bir gizem. Bu gibi sorular karşısında söylenen “içimdeki çocuk” lafları da biraz sakil duruyor. Hepimiz arada sırada gerçeklerden kaçmak istiyoruz −her ne kadar bu da kulağa çok sakil gelse de− durum bu. Çocuk romanlarındaki sıkı dostluklar, sözünü sakınmadan konuşan kahramanlar, keşfedilmeyi bekleyen sırlar biz yetişkinlere nostaljik geliyor. Bu soruyu sorduğum yaşlı bir adam bana, “Sadece fantazya değil, merak uyandırıcı bilgilerle süslenmiş fantazik kitaplar bunlar,” demişti. Herhalde bunun da etkisi var.

İkinci kitap olan Sırlar Oteli’nde Ran ve Lusin adlı ikizler İstanbul’da, Pera Palas’ın çokça gizemli ve sırlarla dolu odalarında maceraya devam ediyor, ipuçlarının peşinden giderek şifreleri çözmeye çalışıyorlar. Agatha Christie, GretoGarbo, Mata Hari, Ernest Hemingway gibi pek çok ünlü konuğu ağırlayan bu otel, fantastik bir hikâye için oldukça uygun bir mekân olmuş. Çok farklı, esrarengiz, sırlarla kuşatılmış bir İstanbul ve Pera Palas var karşımızda. Mekân seçiminiz üzerine konuşabilir miyiz?

Göz görmek içindir, ama sadece bir görme organı değildir. Göz, insanın ruhuyla sürekli alışveriş içindedir. Gördüğünü ruhuna yollar ve ruhu onu nasıl görmesi gerektiğini söyleyerek ona cevap verir. Onun için ki “Herkes aynı şekilde görmez,” diye bir laf vardır, çünkü herkesin ruhu aynı değil. Ben Pera Palas’ı dolaştım ama kendi gözümle. “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim açık”… Pera Palas da yaralanmamış İstanbul’dan kalan en çarpıcı bir kaç abideden biri. Bir çocuk romanına şöhretli ve keza gizemli müşterileriyle sarmaş dolaş olan bir otelden daha iyi mekân olacak başka bir yer düşünemiyorum.

Sırlar Oteli’nde, Lusin “… aslında sahici İstanbul’u kimse görmüyor. Hani Uyuyan Güzel derin bir uykuya dalmış ya. İşte bu şehir de öyle. Birinin gelip kendisini uyandırmasını bekliyor,” diyor İstanbul için. Maceranın devamı da yine İstanbul’da geçecek. Bu kez Haydarpaşa’ya da uzanıyoruz. Pek çok kitaba konu, mekân, fon olan bu Uyuyan Güzel sizin için ne ifade ediyor, yazınınız nasıl besleniyor bu şehirden?

Kafamın içindeki İstanbul koyu bir sis tabakasıyla örtülü. Fakat arada sırada sis aralanıyor ve karşınıza unutulmuş bir yer veya eski bir zamandan kopup gelmiş gibi görünen bir insan çıkıyor. Sanki eski bir DNA aniden canlanıveriyor gibi. Asıl İstanbul onlar. Haydarpaşa, Pera Palas, Beyoğlu’nda küçük bir yokuşta takı atölyesi olan yaşlı bir adam. Beni bugünkü İstanbul’un gökdelenleri, modern otelleri, Cadde Bağdatları, Ataşehirleri ve yeni oluşumları hiç ilgilendirmiyor. Ben bunlardan öte olan eski İstanbul’la ve keza Osmanlı’dan, hatta Roma’dan önceki İstanbul’la ilgileniyorum. Bu şehrin kaderi çok önceden yazılmış gibi geliyor. Kitapta da bu kaderin ne olabileceği sorusunun izini sürüyorum.

Üçüncü kitap ne zaman çıkacak ve seri üç kitaptan mı oluşuyor? Yoksa devamı gelecek mi? Okurları nasıl bir macera bekliyor son kitapta, biraz bahseder misiniz?

Seri şu anda altıncı kitapta bitecekmiş gibi görünüyor. Ama kahramanlarla birlikte ben de yeni ipuçları keşfediyorum ve onları takip etmek istiyorum. İşte o zaman seriye yeni bir kitap daha eklemek gerekebiliyor. Üçüncü kitap 2013’ün sonlarına doğru çıkacak. Bu arada ben de öteki kitaplara yoğunlaşabilirim. Yeni kitap bir gemide geçecek. Haritalara bakıp rotalar çiziyorum. Geminin resimlerini çizerek denizde geçen bir hikâye tasarlamanın, açık havada dolaşmak gibi insanı tazeleyen bir tarafı var.

Pera Günlükleri Körler Ülkesi Delal Arya Resimleyen: Sedat Girgin Can Çocuk Yayınları, 160 sayfa
Pera Günlükleri Körler Ülkesi Delal Arya Resimleyen: Sedat Girgin Can Çocuk Yayınları, 160 sayfa
Pera Günlükleri Sırlar Oteli Delal Arya Resimleyen: Sedat Girgin Can Çocuk Yayınları, 192 sayfa
Pera Günlükleri Sırlar Oteli Delal Arya Resimleyen: Sedat Girgin Can Çocuk Yayınları, 192 sayfa

 

Show More