İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Leyla Fonten ve hayvancıkları…

Yazar Tülin Kozikoğlu ile çizer Sedat Girgin’in birlikte yarattığı Leyla Fonten’den Öyküler serisi çizimleri ve görsel tasarımıyla daha ilk bakışta insanın gözünü alıyor. Üstelik her kitapta insani bir zaaf, sağduyulu bir bakışla sevimli mi sevimli bir hayvan karakter üzerinden anlatılıyor.

Elif ŞAHİN HAMİDİ

La Fontaine’in torununun torununun torunundan masallar dinlemeye var mısınız? Evet, elbette hayvan hikâyeleri… Ve bu kez anlatıcı Leyla Fonten… Tülin Kozikoğlu’nun dokuz kitaptan oluşan Leyla Fonten’den Öyküler dizisinin ilk beş kitabı okunmaya hazır. Kozikoğlu’nun bir eve doluşturmayı başardığı dokuz hayvan, Sedat Girgin’in çizgileriyle hayat bulmuş. Ve ortaya renkli, hareketli, eğlenceli, gülmeceli kitaplar çıkmış. Kozikoğlu ve Girgin ile mutsuz, inatçı, utangaç, bilmiş, kıskanç, sabırsız, tembel, korkak ve öfkeli hayvanların başrolü oynadığı bu serinin yazılma ve resimlenme sürecinin detaylarını konuştuk…

Dokuz kitaptan oluşan Leyla Fonten’den Öyküler serisinin beş kitabı yayımlandı. La Fontaine’in torununun torununun torunundan hayvan hikâyeleri dinliyoruz. Şu bildiğimiz fabl yazarı La Fontaine’e bir torun yaratmak fikri nasıl doğdu? Nasıl ortaya çıktı bu öyküler?

Aslına bakarsanız yazar olarak kolaya kaçtım. Baktım önceki serim çok beğenildi, benzer bir şey yapayım dedim. Hayvanları Çoook Seviyorum! isimli kitabımdaki Veli’nin hayvanlarını anlatacağım bir seri yapmaya karar verdim. Hatta oturdum, tüm seriyi Veli’nin ağzından yazdım. Fakat sonra baktım bu iş benim için bile pek heyecan verici değil. Hatta düpedüz sıkıcı. Bu itirafın ardından öyküleri Veli’den uzaklaştırmanın yollarını aramaya başladım. Hayvansever arayışına girince doğal olarak La Fontaine çıktı karşıma. La Fontaine’den günümüz çocuklarına heyecan verecek bir kişiliğe gitmek için kafa yorarken de Leyla ile yollarımız kesişti.

Bu seride huyu suyu farklı, tuhaf ve zorlu kişilikleri olan dokuz hayvanla tanışıyoruz. Biri mutsuz, biri inatçı, diğeri bilmiş, öteki öfkeli, beriki korkak; utangaç, kıskanç, sabırsız, tembel… Tıpkı çocuklar gibi… Hikâyeleri neden bu olumsuz özellikler üzerinden kurguladığınızı, bu özellikleri nasıl seçtiğinizi öğrenebilir miyiz?

Psikoloji okuduğum için olsa gerek, sorun-çözüm ilişkisi her daim ilgimi çekiyor. (Ya da sorun-çözüm ilişkisi ilgimi çektiği için psikoloji okudum, bilemiyorum…) Bu ilişkiyi irdeleyeceğim öyküler yazmak hoşuma gidiyor. Çünkü yazarken aydınlanıyorum. Biraz terapi gibi. Önceki serimde de ebeveyn olarak kızımla yaşadığım sorunları ele almıştım. Çocukluğun temel sorunları; uyku, beslenme, paylaşma vs… Bunda ise birey olarak yaşadığım sorunları ele aldım. Bu meselelerin her biri biz yetişkinleri de ilgilendiriyor. Sadece çocukken mi kıskancız? Ya da inatçı? Ya da utangaç? Hepimiz biraz biraz ve zaman zaman hepsiyiz. Bazen sabırsızız, bazen bilmiş. Kimi zaman mutsuzuz, kimi zaman inatçı. Hepimizin içinde belli miktarda öfke var, kıskançlık var. Mesele tüm bunlarla nasıl baş ettiğimiz, ne kadar barışabildiğimiz. Mesela Örümcek Rıza gibi öfkemizi sanata yönlendirmeyi başarıyorsak veya Dila gibi bir felaketten neşe yaratabiliyorsak ne mutlu bize. Anlayacağınız, bana göre bunlar “olumsuz” değil, sadece “özellik”.

La Fontaine’in masallarında çoğunlukla aslan, kurt, tilki, eşek gibi hayvanlara rol verdiğini görüyoruz. Torun Leyla Fonten’in evine dâhil ettiğiniz hayvanları neye göre seçtiniz?

Hissi kablel vuku yöntemiyle! Sanki bu evde hangi hayvanlar olacağı ve hangi hayvanın hangi özelliğe sahip olacağı zaten belliydi de ben sadece kâğıda döktüm. Hiçbir matematiği yok. Sadece kurbağa ve kirpi seriye sonradan eklendi. İlk başta yedi kitaplık bir seri yazdım. Fakat sonra çizer arayışı sırasında internette Sedat Girgin’in çizdiği bir kirpiyi görünce “İşte çizerimiz budur!” dedim ve o anda bir tane de kirpili kitap yazmaya karar verdim. Sekiz değil, dokuz kitaplık bir seri olsun istedim ve böylece kirpiyle birlikte kurbağa da eklendi seriye. Çünkü kurbağa çok komik bir hayvan; bir de böyle komik biri olsun istedim aralarında. Dikkat ederseniz, kurbağa ve kirpi hariç, diğer yedisi evlerde rahatça karşımıza çıkabilecek hayvanlar. Bu ikisi bahçeden içeri kaçmış gibiler.Nitekim o ikisi sonradan serinin içine kaçtılar. Bu arada, hayvan-özellik eşleşmesinin hiçbir matematiği olmadı ama isimleri seçerken çok uğraştım.

Onca farklılıklarına ve her şeye rağmen bu dokuz hayvan bir arada yaşamayı becerebiliyorlar. Ve tüm sorunların üstesinden kendi başlarına gelebiliyorlar. Herhangi bir yetişkinin müdahalesine ya da yönlendirmesine hiç gerek yok! Alttan alta yetişkinlere de mesaj veriyor sanırım bu hikâyeler; “Biraz rahat olun,” diyor adeta. Yetişkinlere de bir şeyler anlatmak gibi bir derdiniz var mı yazarken?

Dediğim gibi, yazmak bir nevi kendi terapi sürecim. Kendime bir şeyler anlatmak gibi bir derdim var yazarken. Ben de bir yetişkin olduğum için “yetişkinlere bir şeyler anlatmak” gibi bir derdim varmış gibi duruyor sanırım. Kendime, “Biraz rahat ol,” diyorum sık sık. Dolayısıyla diğer ebeveynlere de aynısını demiş oluyorum. Evet, sadece çocuğa değil, ebeveynlere de yazıyorum sanırım ben. İyi de oluyor galiba. Çünkü resimli kitap henüz okumayı sökmemiş çocuk için yazılıyor. Ve bir yetişkinin ağzından duyuyor çocuk öyküyü. Öykü o yetişkini eğlendiriyor, ilgilendiriyor, heyecanlandırıyorsa bu olumlu duygular sesine yansıyor. Böylece çocuk da o kitapla daha olumlu ve sağlam bir ilişki kurabiliyor. Tabii bazen de yetişkinleri tatsız sürprizler bekleyebiliyor. Mesela İnatçı Kirpi Mina’nın sonunda “Aaaa, ne yani inatçı olan ben miymişim!” durumu yaşıyor ebeveynler.

Her masal mutlu sonla bitiyor; hayvanların hepsi o olumsuz kişilik özelliklerini yumuşatmayı ya da olumluya çevirmeyi beceriyor. Öfkeli örümcek Rıza öfkesini yeniyor, bilmiş fare Tuna dersini alıyor, bilmişlik tasladığı için utanıyor vs. Özellikle çocukları kıkırdatmayı,eğlendirmeyi amaçlayan mutlu sonlar tasarlamışsınız sanki. Ne dersiniz? Ayrıca serinin diğer kitaplarında da sonlar hep mutlu mu acaba?

Evet, hep mutlu son! Resimli kitaplarda kısacık bir ilişki kuruyoruz okurla. O kısacık beraberlikte ne diye ağızlarda kötü bir tat kalsın ki? Uzun bir roman yazdığım gün kötü sonla bitireceğim, söz. Şimdilik mutlu sonla idare etmek zorunda sanırım benim okurlarım. “Her şerden bir hayır doğar,” gibi klişe bir laf etmek istemiyorum ama başımıza gelen her türlü kötülük gün geliyor bir iyiye açılıyor. Ya da alışıyoruz başımıza gelen kötülüğe ve zaman içinde o kadar da kötü görünmüyor bize. Niye çocukları mutsuz bir sonla baş başa bırakayım ki? Ölümden başka her şeyin çaresi var. O zaman öykülerdeki problemler de çözülebilir ve ben okurumla olumlu bir ambiyansta vedalaşabilirim, öyle değil mi?

Her kitap Leyla Fonten’in “Merhaba! Benim adım Leyla. Size bir hikâye anlatacağım. Beğenirseniz ne âlâ!” cümleleriyle başlıyor. Ve o dokuz hayvanın eve nasıl geldiğini aktardığı cümlelerle devam ediyor. Her kitabın ilk üç sayfası birbirinin tıpatıp aynı. Ardından asıl hikâye başlıyor. Böyle bir tekrara gitmiş olmanızın nedenini öğrenebilir miyiz?

Tekrarları seviyorum. Çocuklar da sever. Rutinler çocukları rahatlatır, kendilerini güvende hissetmelerini sağlar. Şahsen beni de rahatlatıyor. Aynı yerden yola çıkınca kendimi güvende hissediyorum ve bu güven sayesinde zihnim berraklaşıyor, keşfedilmemiş diyarlara yelken açacak cesareti bulabiliyorum. Hikâyemin devamında daha ilginç kurgular bulmama, klişelerden uzaklaşmama yardım ediyor. Sınırlar yaratıcılığı köreltmiyor, artırıyor. Yaratıcılık üzerine yapılan çalışmalar bunu gösteriyor. Elbette kalın- güçlü sınırlardan bahsetmiyorum.Tekrarlar-rutinler de yumuşak sınırlar koyuyor, böylece güveni ve buna bağlı olarak yaratıcılığı artırıyor. Ayrıca çocuklar seri kitaplardaki bu tekrarları ezberliyor. Bu da seriyle arasında özel bir bağ oluşmasına sebep oluyor.

Pek çok çocuk kitabına çizimleriyle can veren Sedat Girgin, Leyla Fonten’in öykülerinin ruhunu da çok güzel yansıtmış. Girgin’in bu seriye dâhil olma süreci nasıl gerçekleşti?

Yayınevim Redhouse önerdi Sedat Girgin’i. Dediğim gibi, internete girip de çizdiği kirpiyi görünce “Tamam, budur!” dedim ve çizer arayışımız sona erdi. Hemen Sedat’a öyküler yollandı, Sedat örnek olarak iki sayfa çizdi, o sayfalara hayran kalındı, ardından buluşuldu, konuşuldu ve Sedat o heyecanla oturup iki kitabı çizip bitirdi. Amma velâkin daha yedi kitap var çizilecek ve Sedat dediğiniz öyle meşgul bir şahsiyet ki; çok yoğun bir çizer. Çizdiği kitap kapağı sayısı buradan Şam’a yol olur. Şunun altını çizmek istiyorum; öykünüzün ruh ikizi çizeri bulduysanız, sabredeceksiniz. Sedat da hiç pes etmedi. “Bu iş çok uzun sürüyor. Çok vaktimi alıyor. Vazgeçtim,” demedi. O da sürekli “Çok istiyorum. Bu kitapları muhakkak ben çizeceğim,” dedi.

Şimdi de sözü ödüllü çizer Sedat Girgin’e verelim. Çizgilerine sayısız çocuk kitabından aşina olduğumuz Girgin, bize bu serinin muhteşem resimlerinin doğum hikâyesini anlattı…

Leyla Fonten’den Öyküler’in çizim sürecinden bahseder misiniz biraz? Oldukça hareketli, neşeli, eğlenceli illüstrasyonlar var karşımızda. Sizin için çizim aşamasının da eğlenceli ve keyifli olduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, oldukça keyifli ama uzun bir süreç oldu benim için. Yaklaşık iki yıl kadar sürdü resimlemeler. İlk kitapta çizdiğim karakterler dokuzuncu kitaba geldiğimde değişmiş oluyordu. Geriye dönüp tekrar elden geçirmek gerekiyor hepsini. Bu yüzden halen tam olarak bitti diyemiyoruz, ufak tefek düzeltiler devam ediyor. Dokuz farklı hayvan var seride ve her biri farklı kişilik özelliklerine sahip.

Bu karakterlerin varoluşları üzerine konuşabilir miyiz? Hikâyeyi okuduğunuzda tüm karakterlerin suretleri az çok kafanızda belirmiş mi oluyor? Yoksa kâğıdı kalemi aldığınızda mı doğum süreci başlıyor?

İlk hikâye önüme geldiğinde kitabın genel havasını yansıtabilecek iki-üç kare çalıştım. Tabii bu iki-üç kare aslında en zor aşamasıydı. Çünkü o karelerde hayvanların tümünü gösteriyorduk ve hayvanların tipleri henüz çıkmamıştı. İlk olarak bolca karakter eskizleri yaptım. Eskizler sonucu karakterler yavaş yavaş oturdu.

Peki, çizim aşamasından önce hayvanların gerçek fotoğrafları üzerinde bir inceleme, araştırmaya giriştiniz mi?

Hiç fotoğrafa bakmadım desem yeridir. Bakacaksam da birebir fotoğraftan geçirmeyi sevmiyorum. Fotoğraflara şöyle bir bakarım, ardından aklımda kalanı çizmeye çalışırım. Böylece daha özgün karakterler çıkarabiliyorum. Bu seride fotoğrafa bakma ihtiyacı duymadım. Hem böylece daha özgün karakterler yaratmış oldum.

Kimi yazarlar, kitabını resimleyecek çizeri seçerken neredeyse kılı kırk yarıyor. Peki, çizer olarak siz resimleyeceğiniz, ruh katacağınız hikâyeyi seçerken neye bakıyorsunuz; kararınızı belirleyen öncelikler nelerdir?

Hikâye zaten size uygunsa çizeceğiniz resmin final hâli gözünüzün önüne geliyor. Eğer aklımda bir şey oluşmuyorsa üzülerek çizemeyeceğimi söylüyorum. Bazen kitabı çizerim diyorum ama masa başına geçince başarısız oluyorsa geri çevirmek durumunda kalıyorum. Bazen bir şey çıkmayabiliyor, bu iş böyle. Zorlamamak gerekir diye düşünüyorum.

Sedat Girgin çizimlerini nerede görsek tanıyabiliyoruz; imzayı görmemize hiç gerek yok. Bu özgün tarzın oluşum sürecinden bahseder misiniz?

Bu benim özellikle seçtiğim bir tarz değil. Yani ben bir tarzımın olduğunun bile farkında değildim. İçimden gelen bir çizgi tadı… Tabii öncesinde çok resim, ressam inceledim, çok fazla desen etüdü yaptım, sonunda bir çizgi tadı oluştu. Bu çizgi tadını değiştiremem, değiştirmek de istemem açıkçası. Sonuçta parmak izi gibi bir şey bu.

İnatçı Kirpi Mina • Mutsuz Kedi Dila • Bilmiş Fare Tuna • Öfkeli Örümcek Rıza Tülin Kozikoğlu • Resimleyen: Sedat Girgin • Redhouse Kidz Çocuk Kitapları, 28 sayfa
İnatçı Kirpi Mina • Mutsuz Kedi Dila • Bilmiş Fare Tuna • Öfkeli Örümcek Rıza
Tülin Kozikoğlu • Resimleyen: Sedat Girgin • Redhouse Kidz Çocuk Kitapları, 28 sayfa

kapak_mina kapak_riza KAPAK+lak

Show More