İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Şair, masalcı olursa…

Melek Özlem SEZER

Nar gibi bir şey masal. Ağacının, çiçeğinin şiirsel hoşluğu, neşeli ve kışkırtıcı rengi, muhteşem biçimiyle narın verdiği coşku, iyi bir masal tekerlemesini dinlerken yüzümüzde beliren sevince benziyor.

Hayal gücünün ve edebi zevkin gelişiminde, kuşkusuz her edebi türün kendine özgü bir katkısı var. Bunlar ayrıca hayata “bir başkalık” dediğimiz şeyin katılmasını da sağlıyor. Masalsa “bambaşka” denilen şeyin, havai fişek gibi zihinde patlamasını ve saçılan ışık zerrelerinin benliğimize sinmesini… Çünkü masal, bütün edebi türleri içinde barındırıyor ve diğer türlerle akrabalık ilişkisini geliştirdikçe de tadı daha çok çıkıyor.

Nar gibi bir şey masal. Ağacının, çiçeğinin şiirsel hoşluğu, neşeli ve kışkırtıcı rengi, muhteşem biçimiyle narın verdiği coşku, iyi bir masal tekerlemesini dinlerken yüzümüzde beliren sevince benziyor. Narın bereket simgesi olması ise bir masal kitabının muştuları için tuttuğumuz dileğe: “Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane.”

Nara benzer demişken masal okumanın bereketi ayrı, yazmanın bereketi ayrı. Ne de olsa yazar hangi türde yazarsa yazsın, masal çalışırken kendi ambarında farklı tohumlar bulup filizlendirebiliyor ve bunları kaleminin asıl mecrasına taşıyabiliyor. Ve bazen de yazan kişi uzmanlaştığı alanın oyunlarını masala katıveriyor. Tıpkı Ataol Behramoğlu’nun yazdığı Dünya Halk Masalları’nda olduğu gibi. “Kirpi böbürlene kirpilene söyleyip bu sözleri” gibi ifadeler, Behramoğlu’nun şairliğinin masaldaki kıpırtılarının en belirgin örneği. Bunun dışında “seci” yani düz yazıda şiir, sesin hoşluğu ve akıcılığı için kafiyenin kullanımı da yer yer göze çarpan unsurlardan.

Kitaba çoğu tanıdık olan masallar alınmış. Örneğin “Yaşlı Balıkçı ve Altın Balık”, bir Rus masalı olarak aktarılıyor ama pek çok ülkede hemen hemen aynısı anlatılıyor. Gerçi Afrika masalları hariç, masalların evrenselliğinden ve ülkeden ülkeye, kimi zaman yerel unsurlarla biçemde farklılıklar taşıyarak yayıldığından söz edebiliriz. Açgözlü karısı nedeniyle altın balığın mucizelerinden yoksun kalış anlatısında cinsiyetçi bir yan, diğer masalların iletilerinde de kimi başka sıkıntılar bulabiliriz. Öte yandan bütün bunlar da bize, hem tüm dünyanın hem de farklı ülkelerin kültürlerini inceleme ve masal kültürünü anlama olanağı sağlıyor.

Modern masallarda iletilere pür dikkat kesiliyor, pedagojiye sıkı sıkıya bağlanıyoruz. Bu da kuşkusuz doğru olan. Peki, ama eski masalları ne yapacağız? Onları günümüze uyarlarken budayıp çocukların dünya hep böyleydi demesine, toplumsal ve kültürel geçmişin izlerinin bugüne yansımalarını teşhis edememelerine mi neden olacağız? Zor bir soru, hele masal kültürünü yarına hazırlamak için geçmişinin de bilinmesi gereği göz önünde tutulursa.

Dünya Halk Masalları, masal kültürünün çocuklarla tanıştırılması için uygun bir kitap. Algıları manipüle edecek biçimde şiddet, cinsiyetçilik, duygu ve düşünce öğreniminde affedilmez hatalarıyla yetişkinlerin masal inceleme rafına kaldırılması gereken bir içerik barındırmıyor. Belli ki masallar seçilirken kadim masal kültürünün lezzetleri kadar pedagojik sakıncalardan uzak durmaya da dikkat edilmiş.

Oldum olası düşkünümdür masala. Bugüne kadar okuduğum masal kitaplarını üst üste koysam evimin tavanını aşar. Hal böyle olunca, yeni bir masal keşfetmek benim için zor. Yeni okuduğum kitaplar, çoğunlukla eskiden bildiklerimle karşılaşmama neden oluyor. Ama bir masalın kırk farklı versiyonunda aynı şeyi okusan da, kırk birincide “Gidip birkaç masal kitabı daha alayım.” dedirten bir muştuyla karşılaşabiliyorsun. Örneğin “Uçan Gemi” masalının finali, çok sevdiğim bir kalıbı hiç rastlamadığım bir şekilde kullanmasıyla kalbimi güm güm attırdı:

“Dillere destan bir düğün yapılmış o ülkede. Benim de yolum düştü o şölene. Fakat pabuç yerine iki ayağıma iki bardak geçirmişler, sırtıma kâğıttan bir kaftan giydirmişler, başıma da şapka diye tereyağı koymuşlar, fark etmedim bile… Oynamaya başlayıp da kızışınca, tereyağı erimeye başlamasın mı! Kâğıt kaftan yırtılıp, bardaklar kırılıp tuzla buz olmasın mı!

İşte o zaman altı okka yaptılar, dört aksakallı dedenin dört ucundan tuttuğu bir çarşafta sallayıp sallayıp da fırlattılar beni. Dosdoğru buraya, şu kulübedeki minderin üstüne düştüm. Hemencecik bağdaş kurup bu masalı anlatıverdim sizlere…”

Bu final, masalın hayal gücündeki ve acarlığındaki sınırsızlığa iyi bir örnek kanımca. Peki, Binbir Gece Masalları’nda denildiği gibi “Gözün içine iğneyle yazılması gereken” başka ne var bu kitapta derseniz, bence “Savanların Gözcüsü”, çocuğu yetişkin yaşamına hazırlamada ve hatta yetişkinlerin yaşam becerisini geliştirmede özel bir öneme sahip.

Bir zamanlar Afrika’daki savanlara kötünün de kötüsü bir adam dadanıp hayvanları öldürmeye başlamış. Yemek için olsa, doğanın işleyişi der kabulleniriz ya; bu adam insanca bir tuhaflık tutturmuş, hayvanları zevkine öldürüyormuş.

Hayvanlar dehşete kapılmış, düşünmüş taşınmış, derken ateş gibi kıpkırmızı bir kertenkeleye danışmışlar. O da demiş ki: “Eğer bu kötü adam yaklaşırken sizi birisi zamanında uyarırsa gizlenirsiniz, böylece sizi bulamaz. Demek ki size bir gözcü-koruyucu gerek.”

Kim olsa, kim olsa?

Leopar demiş ki: “Gözlerim uzakları iyi seçer. Bacaklarım çeviktir, iyi koşarım. Bir yere sinip sessizce gizlenmeyi beceririm. Gözcü olarak benden iyisini bulamazsınız.”

Leoparın becerileri hakkında söyledikleri doğru ama midesi boşken ağzı durur mu? Masalın devamında leoparın bu durumu kendi çıkarı için kullanacağını, hayvanların da daha sonra bir çözüm arayıp bulacağını tahmin ettik biz yetişkinler. Çocukların da bu tahminde bulunabilmeleri, hayat bilgisinin gelişimine bağlı değil mi? Ama aslolan o ki bir meseleyi salt başkalarının hayatında değil, kendi hayatımızda da hemen teşhis edip çözüme odaklandığımızda geçiyoruz hayat bilgisi dersimizi. Masal, hayal gücü yüksek ve gerçekçi bir hayat bilgisi öğretmeni olduğu için de çok değerli.

Ataol Behramoğlu Dünya Halk Masalları Can Çocuk Yayınları, 168 sayfa
Ataol Behramoğlu
Dünya Halk Masalları
Can Çocuk Yayınları, 168 sayfa
Show More