İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Tek başına İyi niyet yetmiyor…

Bir çocuğu çocuk yapan cinsiyet rolleri değildir, ama bir öyküyü öykü yapan karakter ve kurgudur.

Yazan: Suzan Geridönmez

Nesin Yayınevinden çıkan Tuğçe Tüfeng’in ilk kitabı Seto Bal, yazarla yapılan bir röportajı okumam üzerine dikkatimi çekti. Çocuk kahramanlara bir cinsiyet atamayan, yüzeyde bir çocuğun yeni deneyimler edinmesini anlatırken derinde rıza kavramını tartışan bir öyküden bahsediliyordu.

Çocuk ve gençlik edebiyatında, sınırları keskin hatlarla çizilmiş cinsiyet rollerinin ötesine geçilmesini ve hangi tema işlenirse işlensin toplumsal cinsiyet meselesine duyarlılık gösterilmesini önemsiyorum. Dolayısıyla Seto Bal, daha kitabı okumadan sempatimi kazandı.

Sempatimin beğeniye dönüşmemesinin nedenlerine geçmeden önce hikâyeyi kısaca özetleyeyim:

Deniz, yakında okula başlayacak bir çocuk. Annesi, anneannesi ve kedisi Setrag ya da onun verdiği adla Seto’yla, sokaklarından her gün pamuk şekerci geçen bir mahallede yaşıyor. Tek başına dışarı çıkması için biraz daha büyümesi gerekse de bir sabah, annesi işe gittikten sonra, henüz uyanmamış olan anneannesine haber vermeden, kedisiyle birlikte pamuk şeker almak üzere evden çıkıyor. Pamuk şekerciyi yakalayamayan Deniz, bir grup çocuğa rastlıyor. Çocuklar kollarında kedi tutan kabarık saçlı ufaklıkla dalga geçiyor. Deniz buna içerlenirken iki çocuk gelip kediyi sevmek istiyor. Bora, izin almadan kediyi sıkıştırırken, hayvancağızın kaçmasına yol açan bu davranışı sadece Deniz tarafından değil, Bora’nın arkadaşı Mavi tarafından da ayıplanıyor. Derken Deniz ve Mavi, Seto’yu bulmak için işbirliği yapıyor. Kediyi ararken yakınlık kuran çocuklar hikâyenin
sonunda başarılı oluyor. Kitap, bu maceradan sonra iyi bir uyku çeken Deniz’in, güvenli evinde, ona kızmak yerine, bir dahaki sefere sokağa çıkmadan haber vermesini isteyen anne ve anneannesinin yanında uyanmasıyla bitiyor.

Mutlu son ama okurda kalan bir dizi soru işareti: Deniz, henüz okul yaşına gelmemiş, pamuk şekeri için yanına ne kadar para alması gerektiğini bilmeyen bir çocukken, bakkaldaki fiyat etiketlerini okuyunca, kedi maması alırsa pamuk şekeri alamayacağını hesaplayabiliyor. Mavi’ye gelince, onun kısacık saçları yüzüne dökülüyor!? Neyse ki çizer
de bir çelişki fark etmiş olmalı ki Mavi’yi ta çeneye kadar uzanan saçlarla resmetmiş… Mavi, Shakespeare’i, Macbeth’i bilen, entelektüel yönü gelişmiş bir çocuk. Buna karşın Deniz’le, kedi Seto’nun tırmandığı ağaçta otururlarken, kedi Seto tam dibinde olmasına rağmen, aşağıdaki diğer kedilerden birini ona benzetiyor. Deniz, yan daldaki Seto’nun kabarık kuyruğuna dikkat çekince de şu saçma çıkarımda bulunabiliyor: “Doğru. Demek ki başka bir kedi bu.” İki çocuk hikâyenin sonuna doğru Deniz’in evinin önünde karşılıklı, “Görüşürüz,” diye vedalaştıktan sonra bir süre daha kaldırımda oturup Seto’yu seviyorlar. Kitap, Deniz’in evde uyandığı sahneyle devam ediyor. Anne, kızı uyurken işten dönmüş ve anneanneden Mavi’nin terbiyeli bir çocuk olduğunu öğrenmiştir. Oysa okur, Mavi’yle anneannenin hangi ara tanıştığını öğrenemiyor.

Ne yazık ki hikâyenin kurgulanışındaki özensizlik kendini sadece bu tür kaba çelişkilerde hissettirmiyor. İlk defa hem de büyüklerinden habersiz bir şekilde dışarı çıkan ufacık bir çocuk çok sevdiği kedisini kaybediyor. Önce biraz bocalasa da hiç tanımadığı, ondan epey büyük (çizimlerdeki boy farkından ve Mavi’nin konuşmalarından öyle çıkardım en azından) başka bir çocuğa hemen güvenip onunla birlikte hiç bilmediği sokaklarda kedisinin peşine düşüyor. Mantıklı mı? Değil. Ama bazen çocukların davranışları bize mantık dışı gelir zaten. Yani benim, Deniz’in henüz aşina olduğu bir sokaktayken, ağlaya zırlaya eve koşup anneannesini uyandırmasını beklerken böyle yapmamasına bir itirazım yok.
Benim itirazım hikâyenin, okurun Deniz’in ruh hâlini anlamasını, kendini onun yerine koymasını olanaklı kılan dokunuşlardan, bir bütün olarak derinlikten yoksun olmasına. Bastıran yağmurda Mavi’yi gözden yitirince yapayalnız kalan Deniz, nasıl olur da paniklemez? Nasıl olur da kedisi hâlâ kayıpken sakince bir binanın girişine sığınıp, burada, insanların işlerinin hiç bitmediği, hep hareket hâlinde olduğu türünden şeyler düşünebilir?

Hikâyeden bunlar çıkmayınca okur ister istemez, Deniz’i böyle düşündürtmek isteyenin yazar olduğu sonucuna varıyor. Aynı şekilde kedi Setrag’ın isminin, zamanında aynı isimli bir komşu çocuğuyla arkadaş olan anne için özel bir anlam taşıması da yazarın duyarlılığına işaret ediyor ama hikâyeyi beslemiyor, oraya öylece yamanmış gibi duruyor.

Peki ya çocuklara atanmamış cinsiyet ve hikâyenin “derinindeki” rıza meselesi? Ana karakter Deniz ve Mavi gerçekten de ferah bir şekilde atanmış cinsiyetten azade. Ancak kediye kaba davranan Bora, ismiyle cismiyle erkek. Hem sesi hem davranışları, tam da erkek çocuklarından beklendiği gibi diğerlerinden daha kaba. Seto’yu rızasız sevip çekiştirmesi bu yüzden şaşırtmıyor. Şaşırtan, Bora’nın ona uygun görülen “erkek şiddeti”ni sergiledikten sonra hikâyeden tümden çıkıvermesi. Oysa madem hikâye bir şey öğretmek istiyor (ki bana basbayağı bu yüzden kurgulanmış gibi geldi), asıl Bora’nın bir şeyler deneyimlemesi gerekirdi… Onun yerine zaten “örnek çocuk” olan Mavi, zorbaca değil usulca yaklaşınca kedinin sevilmeye “izin verdiğini” öğreniyor. Bana kalsa yanlış bir ders değil, ama eksik. En iyi niyetle en doğru şekilde yaklaşıldığında dahi, rıza göstermemenin bir hak ve buna saygı göstermenin bir zorunluluk olduğunu bilince çıkarmak çok daha önemli.

Zaten bir hikâye mesaj kaygısıyla kurgulanıp da karakterler ve olay örgüsü ona tabi kılınır ya da Seto Bal’daki gibi gereken özenle işlenmezse, mesaj da boşa düşer çoğunlukla…

Seto Bal
Tuğçe Tüfeng
Resimleyen: Ece Zeber
Nesin Yayınevi, 52 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More

1 Comment

  • Hg Rhansense
    Hg Rhansense

    acaba aynı kitabı mı okuduk ? ağaçlara takılmaktan ormana bakmayı unutmuş sanki eleştirmen. ağaçlara çentik atmaktan başını kaldırıp genç bir kadın yazarın ilk kitabını yoksattıran şeytan tüyünün nme olduğu sorusunun da peşine düşmeyi akıl eadabilse idi belki daha dengeli bir yazı çıkardı ortaya. (ha çentiklere bakılırsa, kimi kaale alınabilir, kim hadi ordan dedirtecek nitelikte, kimi ise iyi niyetten kuşkuya düşürtecek kertede. acaba okumuş mu bile dedirtiyor …) // ama asıl önemlisi: edebiyat bilmediğimiz alemlerdeki tahmin bile edemeyiceğimiz, insanların hayalleri, davranışlarına açılan bir kapı değilse ne ? eleştirmen neden kahraman/lar kendi hafsalasının alamadığı davranış ve tepkiler verdiğinde afallayıp yazarı suçlamaya girişmiş, anlamakta güçlük çektim … eleştirmenin görevi kurgu kahramanlara nasıl davranacakları, neyi bilip neyi bilmeyecekleri, neyi nasıl hissedip nasıl tepki verecekleri konusunda “ayar vermek” midir ? kurgu kahramanlara böyle davranan … diye devam edecektim, kalsın. nokta.

Comments are closed