İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

25 yıl önce, 25 yıl sonra…

Yazar, absürt duruma karşı okuru yabancılaştırmayı ve kurguyu, gerçekle gerçeküstünün birlikte ilerlediği bir hat üstünde tutmayı tercih ediyor.

Yazan: Safter Korkmaz

Luc Blanvillain’in Annemle Babam Sınıfta! isimli romanının hareket noktası kuşak çatışması. Fanny, altıncı sınıfta olmaktan şikayetçi -şikayetçi ne kelime, düpedüz “nefret” eden- bir kız çocuğu. Doktor annesi ve senarist babası, bu konuda çok yardımcı olmuyorlar ona. Onların anlayışsızlığını, Fanny şöyle aktarıyor bize: “Annemle babamsa, durumumu anlayıp basit bir çözüm bulmak, mesela beni dünya seyahatine çıkarmak yerine, şu anda benim yaşımda olmak için neler vermeyeceklerini söyleyip duruyorlardı. Cevabım her seferinde aynıydı: ‘Dediğiniz olursa görürüm sizi.’”
Nihayetinde görüyor da… Anne ve babası bir gecede 25 yıl gençleşiyor ve Fanny’nin yaşıtı oluveriyorlar. Annesinin arkadaşı ve aynı zamanda Fanny’nin psikoloğu Monique’e göre, bu tuhaf durumun ardında Fanny’nin anne ve babasına ders verme isteği yatıyor. Psikoloğun bu teşhisi, Fanny’nin itirazlarına rağmen, anne ve baba tarafından hemen kabul görür. Monique, çözümün de Fanny’ye bağlı olduğunu açıklar. Ancak o isterse, işler normale dönecektir.
Hikâye absürt başlangıcından sonra, isminden beklendiği gibi çocuk ve ebeveynin birlikte yaşadıkları bir okul macerasına evrilir. Bu macerada, büyükanne ve büyükbaba, müdür Bernard, Bayan Boutriquel gibi ilginç yetişkin tiplemelerin yanı sıra Fanny’nin sınıf arkadaşlarıyla da tanışırız. Böylece onun neden okuldan şikayetçi olduğunu da gözlemleme şansımız olur. Yetişkinlik deneyimleriyle Fanny’nin dünyasına “kuzenler” olarak dalan anne ve baba ise pek çok sorunun çözümünde başrol oynayacaktır…
KAFKA’YA SELAM
Blanvillain, tüm hikâyeyi Fanny’nin anlatmasına izin veriyor. Öyle ki kitabın girişindeki “Önsöz” bile Fanny’ye ait. Tabii aslında bu, anne ve babanın bir gecede 25 yaş gençleştiğini kısa ve bütünlüklü bir şekilde anlatan, yetişkin-çocuk ilişkisine tadında bir mizah duygusuyla yaklaşan bir giriş. Ama ben kitabın, sürprizi hemen açıklayan bu önsözle değil, bir sonraki “Dönüşüm” başlıklı bölümle başlamasını tercih ederdim.
Bu bölümde, yazarın Kafka’ya selam duruşu başlıkla sınırlı değil. Fanny, aynı Gregor Samsa gibi sabah uyandığında, şaşırtıcı bir “dönüşüm”le karşılaşır. Ama Gregor Samsa’dan farklı olarak dönüşüme uğrayan kendisi değildir. Ebeveyni, 25 yıl gençleşmiş bir şekilde yatağının başucunda ona bakmaktadır. Fanny de G. Samsa gibi, durumu belli bir sakinlikle karşılar. Bu, Blanvillain’in, Kafkaesk başlangıcı için bilinçli tercihidir.
Fanny, anne ve babası, Monique, büyükanne, büyükbaba, Bernard ve hikâyenin gelişimi içinde, bu “dönüşüm”ü öğrenen herkesin durumu çabucak kabullenmesi ve gerçeküstü bir şey yokmuş gibi hareket etmeleri de bu bilinçli tercihin devamıdır. Yazar, absürt duruma karşı okuru yabancılaştırmayı ve kurguyu, gerçekle gerçeküstünün birlikte ilerlediği bir hat üstünde tutmayı tercih ediyor.
PEKİ AMA ANNE VE BABA NEDEN GENÇLEŞTİ?
İlgi çekici bir başlangıç ve dozu iyi ayarlanmış mizahi anlatım, romanın en büyük artıları. Bir iki pürüze rağmen dil anlaşılır ve akıcı. Fanny’nin sınıfındaki iki çocuk, sorunlu kız öğrenci Marianne ve Fanny’nin ilgi duyduğu Joseph, anlatının mesajını zenginleştiren tipler. Fanny’yi daha iyi tanımamıza fırsat verdikleri gibi arkadaşlık, aşk, sorunlarla baş etme yolları vb. konularda yazarın mesajını taşımayı da başarıyorlar. Kitabın olumlu yanlarının yanında, bence en önemli sorunu gerektiğince derinleşememesi. Yazar yaptığı iyi başlangıcı, kurguyu çok hızlı örüp aynı hızla sonlandırarak zayıflatmış. Yazarın hikâyedeki ilerleme hızı nedeniyle, anlatının çatısını oluşturan duygu durumlar yeterinde işlenemiyor. Örneğin Fanny’nin, anne ve babasını 25 yıl gençleştirmesine sebep olan “sorun”, anlatıda detaylandırılmıyor. Teknoloji kullanımına dair koruyucu tutumları, girişkenlikleri ve kullandıkları “eski” dil dışında, Fanny ve ebeveyni arasında bir sorun görmüyoruz. Girişte okuduğumuz kadarıyla Fanny’nin okulda yaşadığı problemlere duyarsızlık gösteren anne baba tipiyle karşılaşmayı bekliyoruz ve açıkçası günlük yaşamda daha çatışmalı bir ilişki umuyoruz…. Ama oldukça anlayışlı, sorun çözücü bir anne baba var karşımızda. İnisiyatif alan, sorumlu ve atak tutumlarıyla Fanny’ye örnek olup, sorunlarıyla yüzleşmesinde yardımcı oluyorlar.
Oysa ben, 25 yıl gençleşme ve okula dönüşle başlayan kurgu, ebeveynden çocuğa değil tersine çocuktan ebeveyne bir empatinin aracı olmalıydı diye düşünüyorum. Belki de gönlüm, çocuklarından öğrenen anne baba tipinden yana olduğundan böyle, bilemiyorum…
REDAKSİYONA DAİR
*Dilimizde, istisnai örnekler dışında bağlaçlardan önce ve sonra virgül kullanılmaz. Kitapta sıkça bağlaçlardan sonra virgül kullanılmış. Hemen hepsi de hatalı kullanım.
*Sayfa 48’de “Öğretmenin yaralı sesi..” ile başlayan olay anlatısında, dikkatle incelendiğinde yerine oturmayan bir kişi-konuşma eşleşmesi olduğu göze çarpıyor. Olayda Évariste’ye bağıran ve onu sarsan Fanny’nin babası olduğu hâlde, cümle başlangıcı, ilk sesi öğretmene atfediyor. Benzeri şekilde, kimin konuştuğunun çabuk kavranamadığı, okuru kısa süre de olsa afallatan başka diyaloglar da var. Örneğin sayfa 37’de ev ödevleriyle ilgili konuşmaya dâhil olan babanın, ilk başta anlaşılamaması gibi. Kişi-diyalog referanslarındaki sıkıntıya bir başka örnek de şöyle: Sayfa 29’da, Fanny’nin annesi ve Bayan Boutriquel’in konuşmaları ardından, baba da diyaloğa girer. Bayan Boutriquel “Bak bak, kuzeni de uyanıverdi,” der.
Oysa mizansen gereği anne ve baba, kardeş olarak tanıtılmıştır sınıfa. Öğretmen burada ya “kardeşi de uyanıverdi,” ya da Fanny’ye referansla “diğer kuzeni de uyanıverdi,” demeliydi.
Daha iyi bir okuma deneyimi için, bu tür pürüzlerinin fark edilmesi yerinde olurdu diye düşünüyorum.

Annemle Babam Sınıfta!
Luc Blanvillain
Türkçeleştiren: Mehmet Erkurt
Can Çocuk Yayınları, 128 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More

3 Comments

  • E.
    E.

    Yazınızın sondan üçüncü paragrafında ‘‘Konuşmaları ardından’’ demişsiniz, ‘’Konuşmalarının ardından’’ olmalı. Ayrıca yabancı dil mantığıyla ‘’Sayfa 29’da, Sayfa 37’’de yazmışsınız. Türkçede 29. sayfada, 37. sayfada diyoruz.
    Demek istediğim şu: Dil söz konusu olduğunda herkesin üzerinde büsbütün uzlaştığı mutlak kurallar yok. ‘’Bağlaçtan sonra virgül kullanılmaz’’ 12 Eylül TDK’sının dayattığı kurallardan biri. Cümlede vurgu ya da bir duraklama gerekiyorsa bağlaçtan sonra virgül kullanılır, hatta kullanılmalıdır. Necmiye Alpay’ın ‘’Türkçe Sorunları Kılavuzu’’na göz atmanızı tavsiye ederim. ‘’Ana Yazım Kılavuzu’’nda ise sayfa 56 ve 57’ye bakabilirsiniz. Hatta Edebiyatımızda da bunun birçok örneği mevcuttur.

    • Safter Korkmaz
      Safter Korkmaz

      Yorumunuz için teşekkür ederim. Bu sayede hem sıkça karşılaştığım bir sorun hakkında bir kaç kelime etme şansı bulacağım hem de yer sıkıntısı nedeniyle yazımda örneklerle destekleyemediğim eleştirimi, bol bol örneklemiş olacağım.

      Konu, bağlaçlardan önce ve sonra virgül kullanımı. Zaman zaman gündeme gelen bir tartışma bu. Ancak düşünüldüğü kadar karmaşık bir mesele değil aslında. Öncelikle TDK, Dil Derneği gibi kurumların ya da Ömer Asım Aksoy gibi dilbilimcilerin hazırladığı yazım kılavuzlarının neredeyse hepsinde, ittifakla kural hâline getirilmiş uygulamaya göre; ve, veya, ya, ya da, de gibi bağlaçlardan önce ya da sonra virgül imi kullanılmaz. (Bu arada TDK’nin 12 Eylül ile ilişkisi beni de çok rahatsız etse de konumuzla hiç ilgili değildir.)

      Bu kural koyuculara itiraz eden dilbilimcilerimiz elbette vardır. Bunların başında da sizin ismini andığınız sayın Necmiye Alpay gelir. Necmiye Alpay’ın “Türkçenin Sorunları Kılavuzu” oldukça değerli bir çalışmadır ve ben de sıklıkla kullanırım. Öte yandan şurası iyi anlaşılmalıdır ki Necmiye Alpay “herkes istediği şekilde bağlaçlardan önce ya da sonra virgül kullanabilir,” demez bu eserinde. Sadece özel bir durum tanımlar ve bu çerçevede bazen bağlaçlardan önce ya da sonra virgül kullanılabileceğini söyler. “Cümledeki öğe sayısı arttığında, durum değişebiliyor,” der Alpay ve şöyle açıklar sayfa 245’te: “Ancak araya yancümle ya da sözcük grubu girdiğinde, anlamın karışmaması için bağlaçtan önce ya da sonra virgül kullanmak gerekebiliyor.” Onun için anlam karışmasını engelleyen bir gerekliliktir bu.

      Sizin de bahsettiğiniz gibi, bu özel duruma dair yazınımızda örnekler mevcuttur. Ancak aynı şekilde (ve ne yazık ki sayıca çok çok daha fazla olmak üzere) bu özel kullanımı aşan, hatalı örnekler de vardır, üzerine konuştuğumuz kitapta olduğu gibi…

      Peşinen belirtmeliyim ki ben de Necmiye Alpay’ın yaklaşımını daha sağlıklı bulurum. Bu yüzdendir ki yazımda şöyle demiştim: “Dilimizde, istisnai örnekler dışında bağlaçlardan önce ve sonra virgül kullanılmaz.” Yani sizin iddia ettiğiniz gibi bir kesinlik ifade etmemiştim. Söz konusu kitapta karşılaştığım sorunlu örneklerden yola çıkıp, kitaba dair bir eleştiri yapmıştım. İsterseniz kitaptan bir kaç örnekle ilerleyelim:
      “Uyanıp da, dev pijamalarının içinde kaybolmuş şu iki çocuğu başucumda gördüğümde,…” (s. 11)
      “Yine de, yattığım yerde büzülürken, …” (s. 12)
      “Ya da, çeyrek asır yitirdiklerini fark etmenin etkisiydi bu.” (s. 19)

      Kitabın daha ilk sayfalarından bu üç örneğe dikkatle bakalım. Cümleler neredeyse doğrudan bağlaçla başlıyorlar (hatta üçüncü örnek birebir öyle). Yani bağlaç öncesi anlam karışıklığına neden olabilecek bir cümle yapısı söz konusu değil. Sonrasında ise bağlacın sağladığı duraksamadan fazlasını gerektirecek bir vurgu ihtiyacı, karmaşık/sıralı yancümleler ya da sözcük grupları olmadığı da görünüyor.

      Başka bir örnek, bu kez bağlaç ve virgül cümle ortasında: “İçlerinde kalan azıcık ağırbaşlılık da, babaannemlerin gelişiyle hepten dağılmıştı.” (s. 22)
      Bir örnek daha. Bu kez bağlaç ve virgül cümle sonlarında: “Her ne kadar sınıftaki diğer öğrenciler gibi düşkünler yurdundan çıkma bir ismi olsa da, Joseph için yanıp tutuşuyorum.” (s. 32)
      Bu cümlelerde de bağlaç sonrası öğe sayısında artış ya da karmaşık bir yapı söz konusu değil.

      Bir kaç farklı örnek daha:
      “Bu gözlemine, büyük olasılıkla duygularımı harekete geçirmeyi amaçladığı anlamlı bir bakış eşlik etse de, bende tık yoktu.” (s. 40-41)
      “İyi de, hangi eve?” (s. 46)
      “Kafamı mekanik bir hareketle sallamış olsam da, bu bana hâlâ saçma geliyordu.” (s. 57)
      “Beceriyordum da, değil mi?” (s. 91)

      Örnekler çoğaltılabilir ama sorun değişmiyor. Necmiye Alpay’ın yaklaşımı bu örnekleri haklı çıkarmaya yetmiyor. Sorun şu ki bağlacın gerektirdiği duraksamayı, vurguyu ihmal edip onu virgül imi ile tamamlamaya çalışmak bu duruma neden oluyor. Pek çok kitapta, sıklıkla karşıma çıkan bu hatalı kullanıma dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum.

      Sayfa sayılarının cümle içinde yazılışına dair eleştiriniz ise teorik olarak doğru. Sizin için bir fark yaratacaksa, 12 Eylül’ün Türk Dil Kurumu size hak veriyor bu konuda…

      Sayı sıfatları, isimden önce yazılırlar ve -inci, -uncu gibi eklerle ya da “.” imi ile kullanılırlar. Öte yandan hem günlük dilde hem de yazın dilinde (bazen metnin ritmi gereği bazen yazarın tercihi olarak) farklı sözdizinleri kullanılabiliyor. Buna dair pek çok örnek bulunabilir. Cümle yapısı ve anlamı bozulmadığı sürece, bu tür kullanımların kişiye has tercihler olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Dahası, ne Necmiye Alpay’ın “Türkçenin Sorunları Kılavuzu”nda ne de Ömer Asım Aksoy’un yazım kılavuzunda, farklı kullanımların yanlış olduğu uyarısı vardır. Ömer Asım, sayfa numaralarının yazımında rakam kullanımını kurala bağlar. Necmiye Alpay ise sıfatların kullanımı ve sözdizimi konuları dışında, sayfa numaraları yazılırken eğer kısaltma yapılacaksa “sayfa” yerine “s.” kullanılması gerektiğini söyler. Kendisi de alıntılarda hep “(s. 25)” gibi bir biçim kullanır. Yani uzun hâliyle “(sayfa 25)”. Sonuç olarak üzerine çokça düşünülmesi gereken bir konu bu…

      Son olarak yazım hatama dair uyarınız (“Konuşmaları ardından” / “Konuşmalarının ardından”) yerinde. Bu kullanım daha doğru ve kulağa daha iyi geliyor, teşekkür ediyorum. Ancak yorumunuzu ve cevabımı boşa düşürmemek için yazımda düzeltme yapmayacağım.

  • E.
    E.

    Yanıtınız için teşekkür ederim. Verdiğiniz ilk örneğin hatalı olduğunu düşünüyorum.
    ‘’Uyanıp da, dev pijamalarının içinde kaybolmuş şu iki çocuğu gördüğümde…’’

    Uyananın Fanny mi yoksa dev pijamalarının içindeki çocuklar mı olduğunu o virgül sayesinde anlıyoruz. Orada virgül olmasaydı uyanan Fanny değil de çocuklarmış gibi anlaşılabilirdi. Bunu nedenle buradaki virgül gereklidir.

    Diğer örnekler için de kesinlikle hatalı kullanım diyemeyiz, gereksiz kullanım diyebiliriz en fazla. Bir es gerekiyorsa, bir vurgu varsa virgül kullanılabilir. Çevirmen metni sesli okuduğunda bu eslerin gerekli olduğunu düşünmüş olabilir, editör ve düzeltmen de bu tercihe saygı duyarak virgülleri korumuş olabilir.

    XX. sayfa, s. ve bunların kısaltmaları konusundaki açıklamanız için ayrıca teşekkürler. Farklı kılavuzların bu konudaki önerilerini elbette biliyorum. O örneği hata arayıp ortaya çıkarmak için değil, dil söz konusu olduğunda mutlak bir doğru olmadığını hatırlatmak için vermiştim. Çeşitli yazım kılavuzlarını incelediğimizde birleşik ve ayrı yazılan kelimeler konusunda bile kesin bir uzlaşma olmadığını biliyoruz. Olsaydı sizin önceki yorumunuzda ‘’bir çok’’u neden ayrı yazdığınızı da tartışabilirdik ama bunun da tercih olduğunu varsayıyorum.

    Bunları uzun uzun konuşabiliriz elbette ama kesin bir sonuca varacağımızı ya da sonunda birbirimizi ikna edeceğimizi pek sanmıyorum. En iyisi bu türden farklı tercihlere saygı duymak ve dil ve edebiyat üzerine kafa yoranın yalnız biz olduğumuz yanılgısına düşmemek. Aksi takdirde kuralcı bir ortaokul Türkçe öğretmeni gibi tınlama riskimiz var.

Comments are closed