İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kitap yasaklamanın dayanılmaz hafifliği…

Hiçbir edebiyat eseri sansüre uğramamalı; hiçbir siyasal erk, kitaplar üzerinde yasal yaptırım uygulamamalıdır. Bir kitabın tek seçici kurulu okurudur. Okurun aklına ve süzgecine güvenmek gerekir.

Yazan: Safter Korkmaz

12 Eylül darbesi geldiğinde 8 yaşındaydım. Babamın evdeki kitapları çuvallara doldurup çatı arasında, odunluk olarak kullandığımız mezbeleliğe sakladığını iyi hatırlıyorum. Kitapların neden saklandığını kavrayamasam da bir olağanüstülük olduğunun farkındaydım. Biraz çocuk merakı biraz can sıkıntısı, her fırsat bulduğumda soluğu kitap çuvallarının yanında alıyordum. Yıllarca tek tek incelediğim yüzlerce kitabın arasında Behrengi’nin Küçük Kara Balık’ının da olduğunu hatırlıyorum. İnce Mehmed’in ilk cildi, Gorki’nin Ana’sı, Aziz Nesin’in birkaç kitabı ve daha niceleri…

Darbenin ne demek olduğunu, ailemin neden kitapları saklamak zorunda hissettiğini sonraki yıllarda yaşayarak öğrenme şansı bulacaktım. Üniversite yıllarında, kaldığım yurtta yapılan “yasak yayın” aramaları ya da okuldan yurda dönerken, bir arkadaşımın elindeki dergi yüzünden gözaltına alınışımız, bu öğrenme sürecine katkıda bulunmuştur elbette. Daha o günlerde kavramıştım; tüm iktidarlar kitaptan korkan, özgüvensiz yapılardır. Kitaba savaş açmanın, yasak getirmeye çalışmanın başka ne açıklaması olabilir ki…

BU ATEŞ SENİ DE YAKAR!
İktidarların kitapla savaşı, neredeyse kitabın tarihi kadar eski. Örneğin, milattan önce 200’lerde, Çin İmparatoru Çin Şi Huang’ın, Konfiçyüsçü felsefe ve bilim kitaplarını yaktırdığını biliyoruz. Hatta rivayet olunur ki bu uygulamaya karşı çıkan bazıları da aynı akıbete uğramışlardır. Boşuna, “Eğer bir yerde kitapları yakıyorlarsa, orada eninde sonunda insanları da yakacaklardır,” dememiş ünlü Alman şair Heinrich Heine.

Üstelik, Heine’yi haklı çıkaran yalnızca Çin İmparatoru da değil. İnsanlık tarihi boyunca gücü ele geçirenler, kitapları da kitapları yazanları da yakmaktan geri durmamışlar. İskenderiye Kütüphanesi’nden Berlin Opera Meydanı’na, milattan önce 200’lerden 2020’lere iç burkan bir tarih bu…

ÇEMBERLİTAŞ HAMAMI’NI KİTAPLA ISITMAK
Kitap yakma utancından biz de nasibimizi almışız elbette. Cevdet Kudret, Abdülhamit Devrinde Sansür isimli kitabında, Maarif Nazırlığının (şimdinin Milli Eğitim Bakanlığı) saray başkatipliğine gönderdiği bir yazıya yer verir. (s. 21-22) Bu yazıda, saraydan, “Encümen-i Teftiş ve Muayene”nin (şimdinin Muzır Kuruluna benzer bir sansür kurulu) zararlı diye el koyduğu kitapların, Çemberlitaş Hamamı’nda yakılmasına dair izin istenir. 7 Mayıs 1902’de saray bu isteği kabul eder ve yakma işlemi başlar. Birkaç gün süren imha sürecinde, 165 çuval kitap yakıldığı kayıtlara geçmiştir.

Sadece Abdülhamit döneminde kitap yakılmadı bu ülkede. Özellikle sıkıyönetim koşullarında, kayıtları bile tutulmadan binlerce kitabın yakılarak imha edildiği biliniyor. 1971 ve 1980 darbe dönemlerinde, kitap toplatmak için mahkeme ya da başkaca herhangi bir kurumun kararını bile beklemeye gerek görmeyen sıkıyönetim uygulayıcıları, elbette kitap yakmak konusunda da kendilerini oldukça rahat hissettiler. 1980 darbesinden yıllar sonra, 1984’de dönemin Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, “kitap yakan bakan” olarak anılmak istemediğini ilan edip, bakanlığın deposunda tutulan 118 bin yasaklı kitabı SEKA’ya, geri dönüşüme gönderinceye dek yakma ritüeli devam etti. Kimileri için kitabı yakmadan yok etmek, bir ilerleme (!) sanırım…

TARİH VE TEKERRÜR…
Sadece darbe dönemlerinde yasaklanmadı kitaplar elbette. TBMM’de verilen bir soru önergesinin yanıtına göre, ülkemizde 1952’den beri, hakkında toplatma, yasaklama ve yayın durdurma kararı verilen 22 bin 601 yayın varmış. Bu yasaklamalar için farklı yol ve araçlar kullanılmış. Kimi zaman mahkemelerce verilen toplatma kararları kimi zaman -ismi öyle olmasa da sansür kurulu olarak işlev gören- çeşitli devlet kurumlarının yönlendirmeleri yasaklamanın yolunu açmış.

Bazen yasal bir kılıfa da gerek görmeden fiilen uygulanmış kitap yasakları. Özellikle de çocuk kitapları; mesela bir genelgeyle okullara, kütüphanelere, devlet kurumlarına girişi yasaklanmış bazı kitapların. Örneğin 1975 Aralık ayında, Milli Eğitim Bakanlığı valiliklere bir genelge göndererek okul ve sınıf kitaplıklarından “sakıncalı” kitapların çıkarılmasını istemiş. Genelgede “… milli terbiyemize aykırı, ahlak, aile, hatta cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf kitapların bulunduğu” yazılıymış. Valiliklerin ivedilikle hayata geçirdiği uygulamada, sınıf kitaplıklarında el konulan binlerce kitabın yazarları arasında Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Cengiz Aytmatov, Jean Paul Sartre, Gogol, Dostoyevski, Sabahattin Ali, Fakir Baykurt, Muzaffer İzgü, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi isimleri görmek şaşırtıcı olmaz sanırım…

Yine aynı uygulamaya dair, Nesin Edebiyat Yıllığı 76’da Erdal Öz şöyle yazıyor: “Yıkılan MC yönetiminde ‘Arkadaş Kitapları’nın okullara sokulması genelgelerle yasaklanmıştı. Sınıflara müfettişler sokuldu, çocukların çantaları arandı ve bu kitapları bulunduran çocukların öğretmenleri sürüldü. Okullara girişimiz kesinlikle engellenmeye çalışıldı.” (s. 384)

1979’da ise içinde Nazım Hikmet ve Aziz Nesin’den seçmeler bulunan bir kitabın okullarda çocuklara dağıtımını yasaklar Milli Eğitim Bakanlığı. (Kaynak: Milliyet Gazetesi, 30/11/1979) Ne bir mahkeme kararı vardır ne de yasal bir gerekçe… 1979’dan 2013’e gelelim ve yine bir gazete haberine göz atalım: “Bahçelievler’deki Behiye Doktor Nevhiz Işıl İlköğretim Okulu’nda görev yapan 7. sınıf Türkçe öğretmenine ‘Şeker Portakalı’ kitabını okuttuğu için soruşturma açıldı.” (02/01/2013 – Milliyet) Üstelik haberin devamı da var: “Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) John Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar romanının İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafındanmsakıncalı bulunarak sansürlenmesi için başvuru yapılması üzerine bir açıklama yaptı.” Birkaç hafta sonrası, aynı gazetede başka bir haber: “Bahçelievler Necip Fazıl Kısakürek Lisesinde bir tarih öğretmeninin öğrencilerine okumaları için önerdiği Amin Maalouf’un Semerkant adlı kitabı şikâyete konu oldu. İddiaya göre, bir veli kitabın müstehcen olduğunu ve İslamiyeti aşağıladığı iddiasıyla, Bahçelievler İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçeyle şikâyette bulundu. Şikâyet üzerine kitabı öğrencilere öneren tarih öğretmeni hakkında inceleme başlatıldı.” (29/01/2013 – Milliyet)

Daha yakın tarihlere de bir bakalım, 18 Ekim 2018 tarihli Birgün Gazetesinden bir haber: “Bir edebiyat öğretmeninin 12’nci sınıf öğrencilerine Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi isimli romanını önermesi nedeniyle öğretmen hakkında soruşturma açıldı.” Aynı gazetenin 7 Kasım 2018 tarihli nüshasından da öğretmenin kınama cezası aldığını öğreniyoruz… Örnekler çoğaltılabilir. Yaptığım kısa bir İnternet araştırmasında, son 6-7 yıl içinde 9 ayrı olayda 21 öğretmene benzeri soruşturmalar açıldığını tespit edebildim. Gerçek rakamların daha yüksek olduğunu tahmin ediyorum. 1975’lerden bugüne, öğretmenleri ceza tehdidi ile sınırlayan bu mekanizma açık ki
sansürün başka bir biçimi…

Bunları da bilelim
• Çavdar Tarlasında Çocuklar, ABD’de okullarda en çok yasaklanan kitaplardan biri olmasına rağmen, aynı zamanda en çok okunan kitaptır.
• Bir dönem, Türkiye’ye bazı ülkelerden gelen tüm kitaplar otomatik olarak yasaklı sayılıyordu. Sovyet Rusya, Çin, Vietnam, Küba gibi. Bu dillere çevrilmiş Türkçe edebiyatın klasik bazı eserleri, bu yüzden farkında olmadan yasaklı kitaplar listesine alınmıştı. Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu romanının Kiril alfabesiyle basılı edisyonu bile böyle yasaklanmıştı.
• Don Quijote, İspanyol engizisyonunca, hayırseverliğe engel olacağı gerekçesiyle yasaklanmış.
• Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 isimli, kitapların yakılarak yok edildiği baskıcı bir geleceği tasvir eden distopyası, kaderin garip bir cilvesi olacak, bir dönem ABD’de bazı okullarda yasaklanmıştır.
• Sait Faik Abasıyanık’ın Medarı Maişet Motoru romanı, yazar, kahramanlarından birine asker kaputu giydirdiği için 1944’de yasaklanmıştır.
• George Orwell’ın 1984’ü ise hem Sovyet Rusya’da hem de ABD’de rejim karşıtlığı suçlamalarına maruz kalan bir roman olmuştur.
• Ahmet Şık’ın İmamın Ordusu isimli kitabı, 2011 yılında daha basılmadan yasaklanmıştı.
• Alice Harikalar Diyarında, 1931’de Çin’de, hayvanlara fazlasıyla insana has özellikler atfedildiği ve bunun insana hakaret sayılacağı gerekçesiyle yasaklandı.
• Irk ayrımcılığını eleştiren Bülbülü Öldürmek ise “ırkçılık ve küfür barındırdığı” gerekçesiyle yasaklanmıştı.
• Rus Çarı I. Nikola, “Eğitimli insanlara değil, sadık insanlara ihtiyacım var,” diyerek kitap yasaklama yoluna gitmişti.
• “Yasaklanmış Kitaplar Haftası”, ABD’de 1982 yılında, kütüphaneci aktivist Judith Crug tarafından başlatılmıştır. Amerikan Kütüphaneler Birliği gibi pek çok kurum tarafından desteklenen Yasaklanmış Kitaplar Haftası, Eylül’ün son haftasında çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.

 

DEVLETİN “GİZLİ” SANSÜR KİTABI
Kitap yasaklama bahsinde, en ilginç bilgilerden birine Aziz Nesin’in eski bir yazısında rastladım. Aziz Nesin yasaklanan kitapları, süren davaları ve benzeri konuları anlatırken, devletin her yıl güncellediği “bir yasak kitap listesi kitabı”ndan bahsediyordu, adı: Yurda Sokulması ve Elden Ele Geçmesi Yasak Yayınlar. Biraz araştırınca ilk kez 1965’de P.T.T. tarafından Demiryolları Matbaasında bastırılan kitabın, uzun yıllar gümrüklerde kullanıldığını öğrendim. Dile kolay, büyük boy, 417 sayfalık bir yasaklı kitap listesi sözü edilen. Üstelik her yıl eklemelerle güncellenmiş. Böyle bir kitabın varlığı yeterince şaşırtıcı değilse, kitabın “gizli” ibaresiyle basılıp normal vatandaş tarafından okunmasının engellendiğini bilmek şaşırtıcı olur belki. Sansürün kitabı da bir nevi sansür altında! Bugün hâlâ benzeri “gizli” kitaplar var mıdır bilmem ama birkaç yıl öncesine dek çeşitli bakanlıkların açık ve gizli tavsiye kitap listeleri yayınladıkları bilinen bir gerçek. Bazen “tavsiye” etmek, yasaklamak kadar işlevsel olabilir!

KURULLARDAN BİR KURUL…
Kitap yasaklama, sansür deyip de “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu”ndan bahsetmemek olmaz. 21/6/1927 tarih ve 1117 sayılı “Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu” gereğince oluşturulan kurul, tarih boyunca birkaç kez yapısal değişikliğe uğramış. En son 02/07/2018 tarihli, 703 sayılı KHK’nin 38’inci maddesiyle kanunda yapılan değişiklikle Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanlığına bağlanan Kurul, bakanın belirleyeceği biri başkan olmak üzere bakanlığın beş birim amirinden oluşuyor. Ve bildiniz, hiçbirinin edebiyatla yakından uzaktan ilgisi yok!

Türkiye siyaset ve edebiyat gündemine farklı dönemlerde farklı biçimlerde giren Muzır Kurulu, en yoğun mesaisini ‘80’li yılların ortalarında yapmıştı. Turgut Özal hükumetinin, muhalif görüşleri baskılamak için aktif olarak kullandığı kurulun, o dönem ilk yasakladığı kitap, 1986’da, Ahmet Altan’ın Sudaki İz romanıydı. Arkası çorap söküğü gibi geldi. Yüzlerce kitap, dergi ve gazete Muzır Kurul’un gazabından nasibini aldı. Davalar, yüksek para cezaları yayıncıları zor durumda bırakır oldu. İlerleyen yıllarda, Türkiye’nin değişen siyasal atmosferi ve artan tepkiler sonrası Kurul’un sansasyonel uygulamaları ciddi oranda azalmıştı. Ancak anlaşılan o ki görülen lüzum üzerine, 2018’de yapılan yasa değişikliği ile Muzır Kurulu tekrar aktif hâle getirildi.

O tarihten bu yana “yoğun” çalışan Kurul’un gözünden çocuk kitapları da kaçmadı elbette. Kurul, 27 Eylül 2019’da, Élisabeth Brami’nin Yapı Kredi Yayınlarından çıkan Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi ve Kız Çocuk Hakları Bildirgesi kitaplarıyla Hep Kitap’tan çıkan Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler – Olağanüstü 100 Hikâye kitabının “18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte olduğu” hükmüne vardı. Aynı kararda, Cinius Yayınları tarafından basılan Sünnetçi Kız kitabı da “muzır” ilan edilmişti.
Bu karar sıcaklığını yitirmemişken, 26 Aralık 2019’da bu kez ikisi çocuklar için yazılmış üç kitabı daha “muzır” ilan etti. Defne Ongun Müminoğlu’nun Cinsellik- Cinselliği Keşfediyoruz, Mehmet Güler’in İçim Dışım Gökkuşağı ve Adem Özbay’ın Kin Kanatlılar kitapları hedefteydi bu kez.

İyi Kitap olarak, daha sürecin başında konuya tepkimizi göstermiş ve şöyle yazmıştık: “Adı ve uygulama biçimi ne olursa olsun, açık ki bu bir sansür kararıdır. Sanata ve edebiyata yönelen her türlü yasak, kim tarafından hangi gerekçeyle uygulanırsa uygulansın, özgür düşünce ve yaratı süreçlerine vurulan zincirlerdir.

Çocuk ve gençlik yayıncılığı özelinde, birilerince sürekli gündeme getirilen “denetim”, “sansür/oto-sansür mekanizması” talebi, bu yasaklama kararı ile somut bir biçime bürünmüş durumdadır. Bu gerici talebin ve karşılığında uygulanan sansürün hedefi, yaratılmaya çalışılan algının aksine, “ahlak dışı içerik” değildir. Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler, Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi ve Kız Çocuk Hakları Bildirgesi kitapları hakkında İyi Kitap sayfalarında da yer bulan değerlendirmeler bile okunduğunda, yasaklama kararının, toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde yükselen talepleri hedeflediği görülecektir.

Her şey bir yana, içeriği ne olursa olsun, hiçbir edebiyat eseri sansüre uğramamalı; hiçbir siyasal erk, kitaplar üzerinde yasal yaptırım uygulamamalıdır. Bir kitabın tek seçici kurulu okurudur. Okurun aklına ve süzgecine güvenmek gerekir. Edebi metinlerde “iyi”- ye ulaşmak, “kötü”nün etkinliğini azaltmak sadece ve sadece ilkeli yayıncıların ve okurun işidir. Adı ve mesleği ne olursa olsun edebiyat dışı hiçbir aktörün bu süreçte yeri olmamalıdır.” (İyi Kitap, sayı 118, s. 2)

“MÜSTEHCEN”, KİME GÖRE, NEYE GÖRE?
1975’de “… milli terbiyemize aykırı, ahlak, aile, hatta cemiyet değerlerimizi yıkmaya matuf kitapların bulunduğu” söylenerek yasaklanmış çocuk kitaplarına erişim; 2020’de, 18 yaşından küçükleri “… maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacağı anlaşılan mevkute ve mevkute tanımına girmeyen diğer basılmış eserler”- den korumak amacı hasıl olmuş… Görünen o ki birileri hep bizim milli terbiyemizi, ahlakımızı yıkmayı hedefleyip “muzır” işler peşinde koşuyor. Muzır Kurulu da ahlakımızı korumak adına cansiparane çalışıyor. Çocuklarımızı “müstehcen” kitaplardan uzak tutuyor.
Peki, gerçekten bu kitaplar “müstehcen” mi? Yoksa egemen düşünceye aykırı, başka yaşamlardan başka özgürlüklerden bahseden metinler mi bunlar? Örneğin toplumsal cinsiyet eşitliğini savunmak ya da kız/ erkek çocuğun istediğini sevebileceğini söylemek müstehcenlik sayılabilir mi? Ya çocuğun kendi bedeniyle ve çevresiyle barışık yaşaması gerektiğini öğütlemek…

Üstelik “müstehcen” yasada tanımlanmış bir kavram da değil. Yargıtayın geçmiş içtihatlarında “Cezalandırılması gereken pornografidir, erotik olansa cinsel seviye ilişkin estetik bir kavramdır,” gibi, konumuzla ilgisiz de olsa sınır çizen açıklamaları var müstehcene dair. Sözü geçen kitaplarda bırakın pornografik, erotik ögeleri, bir ilkokul öğrencisinin algısını zorlayacak tek şey bile geçmemekte. Açık ki algısı zorlanan başkalarıdır. Yine açık ki korunmak istenen çocukların ahlakı değil, müesses nizamın devamıdır.

HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM
Düşünce açıklama ve yayımla özgürlüğü, anayasa tarafından güvenceye alınmış temel haklarımızdan biri. Kitaplara yönelen sansür ve yasakçı uygulamalar, en başta bu hakkımızın gaspı anlamına geliyor. Sadece bu da değil, aynı zamanda en geniş kitlelerin okuma hakkına da bir saldırı. Bireyin, -çocuk da olsaneyi okuyacağına ya da okumayacağına karar verme hakkı elinden alınamaz. Bırakın, insanların edebi beğenisi ve seçkinciliği karar versin neyin okunup okunmayacağına, yasalar değil.

“Ahlaka uygun ya da ahlaksız kitap diye bir şey yoktur. Bir kitap ya iyi yazılmıştır ya kötü, hepsi bu,” demiş Oscar Wilde. İyi yazılmış kitaplar okurun ilgisiyle -kim yasaklarsa yasaklasın- var olmaya devam edecektir. Tüm yasaklamalara rağmen milyonlarca okura ulaşan pek çok kitapta olduğu gibi.

Show More