İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kaos çiftçisi olarak insanın öyküsü

Dilin eril birikimiyle didişmeyip, hamlesini kurgunun ağırlık merkezine saklayan yazar, Adem ile Havva’nın semitik öyküsünü tersyüz edip Havva’yı önceliyor. Ribyonak önce Seyran’a can veriyor, Vaha ise Seyran sıkılmasın diye arzıendam eyliyor.

Yazan: Adnan Saracoğlu

Yetişkinler böyledir işte; dilimizde çocuklar için yazılmış en iyi bilimkurgu dizisi dediğinizde anlamazlar da on beş yıllık süreçte yazılmış, dört cilt ve yaklaşık sekiz yüz sayfadan mürekkep, birçok renkli karakter içeren, destansı kitaplar dediğinizde heyecanlanıp onlarca sipariş vermeye kalkarlar. Nicelikle yatar, nicelikle kalkar, nicelik fetişlerini beslemeyi ihmal etmezler. Çocuğa bir tane mantıklı soru sor deseniz, o kadar çok “kaç” derler ki, -kaç yaşındasın, kaça gidiyorsun, kaç kardeşin var…- karşısındakini bıktırır usandırırlar.

“Ne, nasıl, niye” sorularından önce “kaç” diye soranların kurduğu -belki de kuramadığı- dünyayı çocuklara anlatmak için, duyargalarını yüksek hassasiyete ayarlayıp yola koyulmuştu Miyase Sertbarut, bundan yıllar yıllar önce. “Kapiland” adıyla kararında anonimleştirdiği nicelik üssünün, Türkiye’de yürüttüğü tüketim operasyonunun başarısızlığıyla dalmıştık öyküye. Çocukların şiddet eğilimlerini dindiriyoruz yalanıyla perdeledikleri tüketim şırasını, ilaç diye kakalamışlardı okullara. Damağını kaşıtmak için zoka yutanlar familyasından olmayan Hayri adlı, Marji lakaplı cin gibi çocuğun huysuzluğu bozmuştu planları. Mehtap, Marji’nin gönüldaşı ve yoldaşı olarak, bazen köstek çoğu kez destek olmuştu ona. Yazar, iyi geçinme yolunu seçmeyip, büyüğünden küçüğüne tüm yöneticilerin yakasına asılmış ve silkeledikçe silkelemişti. Tutarsızlık, bencillik, umursamazlık, köşe dönmecilik, sığlık dökülmüştü üzerlerinden; bilinçli çocukları sindirmek pahasına, sömürgecilerle ilişkileri koruyup kollamayı tercih edeceklerdi, ona da tanık olduk. Nuri Baba da gözümüzden gönlümüze girmişti. Yetinme senfonisinin güçlü notaları geliyordu Nuri Baba’nın civarından. Otları bilen doğa okuryazarı, çocukların en büyük destekçisi olmuştu.

Özgür bireyleri, dev iradelileri “pek çok sevdiği” için Kapiland, vitrini görmeye davet etmişti Marji ve Mehtap’ı. Özgürlük ve demokrasi tesisleri tıkır tıkır işliyordu. Gece çalış, sabah çalış, öğlen ve akşam da çalış diye basit bir formülle işliyordu tesisler. Tüketimin keyfine diyecek yoktu. Borçlandıkça borçlanan insanların ne ara, hangi ortamda özgür olduklarını bir türlü anlayamıyordu kahramanımız iki çocuk. Yarı Türk olan “Smile” namlı İsmail, çocukların itiraz reflekslerini törpülemek için ne kadar didinse de bir türlü sonuç alamamıştı. Gene devreye ilaç girmişti. Baba tarafından Türk olan Profesör Baha laboratuvarını
ve kendisine sağlanan müthiş mali desteği mi, yoksa babasının gönlündeki badem gözlü Türk çocukları korumayı mı seçecekti? Belki de hayatının kararını verecekti…

İlk iki kitaptaki çok koyu, neredeyse radikal siyasal eleştiriye Türkçe yazılan çocuk kitaplarında kolay kolay rastlamıyoruz. Sadece bu küçük çaplı devrim bile, yazarı kutlamak için yeterli bahane. Anamalcılığı ve tüketim ilişkilerini bütünsel bir kavrayışa yönlendirerek çarpıcı şekilde anlatıya yediren yazar, eleştirel bakışın ucunu cins kalemtıraşla iyice sivriltiyor. Önce uzaklardaki ülkede, periferide deneyimliyoruz çarkların dönüşünü. Sonra merkezin fotoğraflarını çekiyoruz. Yoksulluğun ve evsizliğin yasaklandığı ülkede borçlanmak ve tüketmek şanlı, şerefli bir iş. İstihbarat merkezini odağa alıp kirli ilişkilerin, demokrasi götürme işlerinin nasıl tezgahlandığını da gösteriyor yazar. KGK başkanı Bud, üç kitap boyunca “insan” kötülerin başında geliyor.

Bunca şey anlatırken, karakter çeperlerini sahici kılacak ayrıntılar kitabın hemen her yerinde karşımıza çıkıyor. Tatlı sert çatışmalar, soğuk ya da ince espriler, ergen jargonu, şakalar, şataşmalar, kılcalları besliyor. Yazar, ben buradayım demeyi de ihmal etmiyor; üst kurmacanın selamını söyleyip karakterlerin isimleriyle eğleniyor. Dizinin son kitabında şakayı bir adım daha ileri götürüp kitap tavsiye etmeye kadar vardırıyor işi. Ahmet Midhat’ın kulakları çınlasın!

İlk iki kitaptaki nahif sayılacak bilimkurgu damarı, üçüncü kitapla birlikte bambaşka bir derinliğe ve genişliğe kavuşuyor. Kitap taze kana kavuşup âdeta yeniden yapılandırıyor kendisini. Düz kurgu dinlenirken paralel kurguyla özne ve anlatı genişlemesi yaşanıyor. Nükleer kıyamet çağına giriyoruz. Alvin, Kapiland için yapay zekâ çalışmalarını sürdürürken büyük bir depremle sarsılıyoruz. Marji ve Mehtap otuz yıllık kış uykularındayken kıyamet sonrası toplum filizleniyor.

Kapiland’ın Kıyameti ile Kapiland’ın Külleri’nin paslaşması müthiş. Post-kapitalist toplum ile pre-kapitalist toplumun; uzay çağı insanlarıyla tarım ve avcı toplayıcı topluluklarının aynı ipe dizilmesi sarsıcı. Acziyet ile iç içe kibir, insanlık için işlevsel bir metafor.

Alvin’in tasarladığı yapay zekâ Loob yeni bir sömürü çağını başlatıyor. Asalak tarımcı insanları ne öldürüyor ne güldürüyor. Yazar, eski dünyanın patronu Kapiland Başkanı Truman ile KGK başkanı Bud’ı, yeni patron Loob’un kolladığı âciz ihtiyarlar olarak yansıtıyor. İnsansı özellikler taşıyan Loob’un kafa karışıklığı, sistemin tıkanmasıyla sonuçlanıyor ve Kapiland’dan Sera Adasına taşınan dünyanın merkezi, yeniden formatlanıyor.

Gelelim küllerinden doğacak dünyaya! İsmi öyle olsa da Kapiland’ın esamesi okunmuyor kitapta. Şık sıçrayışla, antropolojik bir perspektif kazanıyor anlatı. Harari’den yapılan alıntı mühürlüyor anlatıyı. Tarım devrimi mitini yerle bir ediyor daha ilk satırlarda ve şöyle diyor: Açgözlülük tohumlarını ekmiştiniz buğday sanarak. Sınırlar belirlemiştiniz. Biriktirmiştiniz ve pay alacakları korkusuyla komşularınızı düşman bellemiştiniz. Pazar oluşturmuştunuz. Pahayı ve parayı icat etmiş, böylelikle altinsan-üstinsan kurgulamıştınız. Efendiler uydurmuş, onların mezarları uğruna hayatı kölelere mezar etmiştiniz… Kurguya yedirilmiş bu tutarlı eleştiri, insanın karşısında makinenin, hadi biraz daha inceltelim, sentetik organizmanın işlemcisini kuvvetlendiriyor.

Zaten parça pinçik olmuş, -Kapiland’ın Persia’yı suçlamasıyla başlamış nükleer kıyamet ve kıyamet sonrası çağıyla- birleşmeyi tamamen unutmuş insanlığı ne diye ciddiye alacakmışız ki? Magmacılar ve çiftliktekiler arasındaki çatışma, karanlık perdesinin aralanmasıyla farklı bir boyut kazanıyor. Meğer başından beri Sera adasındakiler patron değilmiş. Eski sürüm yapay zekânın çok ilerisinde, organizma üreten Ribyonak çekiyormuş âlemi hesaba.

Bir diziyi karakter dengesini bozmadan, dahası karakterlerin gelişimini tıkamadan yürütmek kolay değil. Marji ve Mehtap eksen karakterler olarak görünüyor. Sekiz yaşındaki Bahri’nin otuz yıl sonra bir nevi komün liderine dönüşmesi; uzaktan gözlemlediğimiz Seyran ve Vaha’nın makul doğacılardan, insanlık karşıtı canavarlara evrilmesi; hatta bir önceki kitabın korkunç otoritesi Loob’un, hümanist romantik robota dönüşmesi karakter gelişimi ve okura sunulan bakış açısı çeşitliği adına kutlanası bir başarı.

Dilin eril birikimiyle didişmeyip, hamlesini kurgunun ağırlık merkezine saklayan yazar, Adem ile Havva’nın semitik öyküsünü tersyüz edip Havva’yı önceliyor. Ribyonak önce Seyran’a can veriyor, Vaha ise Seyran sıkılmasın diye arzıendam eyliyor. Akış içinde okur bunu rahatlıkla kavrıyor. Benzer tez, ilerleyen sayfalarda karakterin ağzıyla yineleniyor. Adem-Havva sıralaması okuru haylazca gülümsetse ve içinden “o iş öyle değil,” dedirtse de…

Bir miktar geçmişe dönerek sömürü, kolonizasyon biçimleri örneklendiriliyor. Kapiland şurup göndermişse, Ruslar da bilgi-teknoloji göndermiş. Ne hikmetse ellerindeki en büyük gen projesi için, kendi topraklarını değil de Ankara civarını üs seçmişler. Ribyonak’ın doğum sancıları bu üste duyuluyor. Fillerin tepişmesinde bahtına ezilmek düşen çimlerin öyküsü, bir kez de bilgi-teknoloji savaşlarıyla anlatılıyor.

Kobaylar karanlıkla yüzleşmiş, kıyameti yaşamış ve küllerinden yeniden doğmuşken, dünyanın istikameti adına makul bir tezle, iç karartmayan sona doğru yola çıkıyoruz. Birinci, ikinci, üçüncü dünyanın, efendilerin, kölelerin, hiç değişmeyen güç dengelerinin, tüketim alışkanlıklarının, üretim ilişkilerinin köküne kibrit suyu döküyoruz. Distopyayı alaşağı ediyor, ütopyaya burun kıvırıyoruz. Sınırları çiğneyip, türümüzün aynıyla da gayrıyla da kucaklaşıyoruz. Alınıp satılmayan şeyleri önceleyip eşit unsurlar olarak aynı masada yerimizi alıyoruz. Paylaşıyoruz, paslaşıyoruz, barışıyoruz.

Ekolojiden sosyolojiye, antropolojiden ekonomi politiğe, mitoslardan popüler kültür donelerine birçok disiplini ve unsuru devreye sokup hepsini iç dinamikleri tutarlı bir anlatıya seferber etmek; mümkün olduğunca gerçekçi bir zeminden ayrılmayıp çocuğun çılgın kavrayışına yakıştırmak; nihayetinde, incelikli bir umut ajandasıyla zihinleri, gönülleri toksinlerden arındırmak her Havvakızının harcı değil. Kapiland dörtlemesi, mütevazı bir milat olarak da çocuk edebiyatımızdaki yerini alacak.

Kapiland’ın Külleri
Miyase Sertbarut
Kapak Resmi: Maria Brzozowska
Editör: Burhan Düzçay
Tudem Yayınları, 200 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More

1 Comment

  • Mümin yaşar
    Mümin yaşar

    Bu yazıyı okuyup kitabı merak edip almak istemeyen olamaz diye düşünüyorum. Detaylar merakımı kamçıladı. Kaleminize sağlık..

Comments are closed