İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

“Bir ağırlıktan kurtulma arzusu”

Tudem Yayınlarının “Sen de Oku” koleksiyonu kapsamında yayımlamaya başladığı“Sen de Oku Klasikler” serisi, okuma güçlüğü çeken, okumaya isteksiz çocuklara keyifli bir okuma deneyimi sunmayı hedefliyor. Serinin ilk kitabı, Jonathan Swift’in ölümsüz eseri Gulliver’in Gezileri . Eseri yeniden anlatan usta yazar Mehmet Atilla’yla, kitabı ve yazın hayatı hakkında bir söyleşi yaptık.

Söyleşi: Mehmet Atilla

İyi Kitap: “Sen de Oku” koleksiyonu, klasiklerden önce başladı. Hatta siz de seriye Gülmeyi Bilen Müdür Aranıyor ile katkıda bulundunuz. Öncelikle, “Sen de Oku” koleksiyonu ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Mehmet Atilla: Söyleyeceğim ilk şey, okumanın da bir eylem olduğu. Herkesin bu eylemle tanışmasını önemsiyoruz. Özellikle de yazınsal değeri olan metinlerle buluşmak, okurların zihnine ayrı bir yaratıcılık ekliyor. Ancak her bireyin kendine özgü bir gerçekliği olduğunu da kabul etmek zorundayız. “Sen de Oku” koleksiyonu böyle bir gerçeklikten yola çıktı. Okuma güçlüğü çeken ya da okumaya karşı isteksiz çocuklara uzatılan bir yardım eli aslında. Ben bu niyeti ve arkasındaki sosyal sorumluluk girişimini ilk günden beri değerli buldum ve bu yolculukta yer almak istedim.

İK: Okuma güçlüğü çeken veya okumayı sevmeyen çocuklar için klasikleri yeniden anlatma fikrinin size cazip, anlamlı ya da itici, tehlikeli gelen yönleri oldu mu? Kalemi elinize almadan önce neler düşündünüz?

MA: Karakter olarak araştırmacı ve ön hazırlıkları önemseyen bir yapım var. Hele böyle özel rota çizilecek yolculuklara “kervan yolda düzülür” rahatlığıyla çıkmayı sevmem. Bu serüvende de benzer bir süreç yaşadım. Öncelikle klasik yapıtların yeniden anlatılması yönteminin ülkemizdeki ve dünyadaki kimi örneklerini inceledim. Ne yapıp ne yapmayacağım konusunda genel bir bilgi edindim. Yetmedi, çocuk edebiyatını dünya ölçeğinde değerlendirebilecek düzeyde birikimi olan Adnan Saracoğlu’na danıştım, görüşlerini aldım. Yayınevimizdeki koordinatör arkadaşlarla yaptığımız toplantıda konuyu uzun uzun tartışıp bir yol haritası çizmiştik zaten. O toplantıda dile getirilen bir yaklaşım, karar verme aşamasında bana büyük kolaylık sağladı: “Okumaya isteksiz ya da okuma güçlüğü çeken çocuklar, normal koşullarda klasik yapıtlarla hiçbir zaman tanışamayacaklar. O kitapları tam metin olarak okumaları mümkün değil çünkü. Biz alanın uzmanlarıyla el ele verdik ve bu engelin aşılmasına yardım etmek istiyoruz. Olabildiğince farklı seçenekler sunarak bu çocukların klasiklerin ruhu ve atmosferiyle buluşmalarını sağlamak istiyoruz.” Bu yaklaşım, benim için iştah açıcı bir eşik oldu. Bir anda ilk adımı attım. İçerisi hiç de fena değilmiş.

İK: Hem kendi üslubunuzu hem de özgün metnin nefesini hissettirebilecek bir “yeniden anlatı” eseri oluşturmak gibi zorlu bir işe girişmişken, bunu bir yandan da disleksik veya okuma sevgisizliğinden muzdarip çocuklar için yapmanın getirdiği kural ve kısıtlamalarla hareket etme deneyimini bizlerle paylaşabilir misiniz? Nasıl bir süreçti?

MA: İşin bam teli burası zaten. Klasiklerin hemen hepsi, genel okur kitlesi gözetilerek yazılmış kitaplar. Bizim ise bambaşka bir hedef kitlemiz var. Biz derken, benzer çalışmalar yapan yazar arkadaşlarımdan ve Tudem Yayın Grubu’ndan söz ediyorum. Dolayısıyla, özgün metni kısaltmak ya da özetlemek gibi bir kolaycılığın peşinde değildik, değiliz. Olay örgüsünü bozmadan, karakter özelliklerini törpülemeden ve dönemin koşullarını göz ardı etmeden, “yeni” bir metin oluşturma çabası içindeyiz. Bunun için de elbette yeni cümlelere ihtiyacımız var. İşte bu noktada işin içine kaynak metinle kuracağımız ortaklık giriyor. Bu ortaklığın niteliği aslında her türden uyarlamalar için geçerli; ama “Sen de Oku” koleksiyonunda daha farklı bir önem kazanıyor. Cümle uzunluğu, okuru metinden koparmayacak dil arayışı, kurgunun yeniden düzenlenmesi, toplam sözcük sayısı gibi kısıtlamalar, aklımızın bir köşesinde sürekli duruyor. Neyse ki ben bu tür zorlayıcı çalışmaları severim. Topu dar alandan çıkarıp uygun pasa çevirebilmenin keyfi de ayrı oluyor doğrusu.

İK: Klasik eserlerin çocuk edebiyatına uyarlanması sıkça karşılaştığımız bir durum. Fakat bu “uyarlama, özetleme, kısaltma” ve benzeri çalışmalar bazen tatsız da olabiliyor. Sizin eserinizi, çocukları klasiklerle buluşturma yönündeki bunca çabanın içinde nerede konumlandırabiliriz?

MA: Üzülerek söylemem gerekir ki, incelediğim benzer çalışmaların büyük çoğunluğu kes-yapıştır mantığıyla kotarılmıştı. Olay örgüsündeki boşluklar okuma zevkini yok edecek düzeydeydi. Oysaki klasik yapıtlar gücünü büyük ölçüde sıra dışı deneyimlerden ve serüvenlerden beslenen yaratıcılıklarından alır. Sağlam dokuları sayesinde pek çok kez okunabilirler, yorumlanabilirler ve uyarlanabilirler. O eserleri güncellikten kurtaran değerler yelpazesi o kadar geniş ve renklidir ki, yeniden ele alındıklarında kimi yerlerini öne çıkarıp kimi yerlerini gölgede bırakmak gerekebilir. Bu durum, Gulliver’in Gezileri için de fazlasıyla geçerliydi. İlk bölümde toplumlardaki iç ve dış kavgaların saçmalığı, ikinci bölümde servet düşkünlüğünün yol açtığı yozlaşma, üçüncü bölümde yaşam deneyimlerinden habersiz toplumların içine düştüğü zavallılık, dördüncü bölümde ise insanlardaki ilkel düşüncenin eleştirisi, çarpıcı ve alegorik bir dille aktarılıyordu. Yoğun olay örgüsünün içinden bu çekirdekleri alıp çıkarmak ve bu ayıklamayı çok dikkatli bir şekilde yapmak gerekiyordu. Bu ayıklama iyi yapılmazsa Gulliver’in durduğu yer bulanık hâle gelebilir ve birçok ayrıntı gözden kaçabilirdi.

İK: Bu bağlamda, “kısaltılmış” Gulliver’in Gezileri de yalnız cüceler ve devler ülkesindeki maceralarıyla tanınır çoğunlukla. Oysa eserin devamı da ilk kısmı kadar, hatta belki daha önemlidir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

MA: Üzerinde durulması gereken bir nokta da bu. Bilindiği gibi Gulliver’in Gezileri, dört yolculuk içeriyor. Uyarlayan ya da yeniden anlatmayı deneyen yazarların çoğu, ilk iki bölümü yansıtıp son iki yolculuğu görmezden gelmiş ne yazık ki. Bu bölümlerde, dönemin kurumları üzerinden insan yaşamına ait değerlerin ve anlayışların sorgulanması var çünkü. Bu sorgulamayı belli belirsiz şekilde aktarabilmek ayrı bir emek gerektiriyor. Dolayısıyla genel yaklaşım, son iki bölüme bulaşmamak tavrına dönüşmüş durumda. Ben böyle bir tutumu içime sindiremezdim. İnsanın bir kolunu ve bacağını yok saymak gibi bir şey. Hem yazara hem kitaba saygısızlık. Kitabın bütünlüğünü bozmayıp dört yolculuğu da aktardığım için son derece huzurluyum.

İK: Eseri yeniden anlatırken hangi kaynaklardan, nasıl faydalandınız?

MA: İlk iş olarak Gulliver’in Gezileri’nin özgün metnini bilgisayarımın masaüstüne yerleştirdim. Daha sonra kitap hakkında yazılmış inceleme ve değerlendirme yazılarını derleyip toparladım. Kuşkusuz ki yabancı kaynaklar bu konuda çok zengin. Özellikle ikisi çok işime yaradı. Kitabın ruhunu ve felsefesini yeniden solumam için gerekliydi bunlar. Ayrıca filmini izledim. Daha sonra, güvendiğim yayınevlerinin ve çevirmenlerin tam metin olarak yayımladıkları beş ayrı kitaptan yararlandım. Uyarlama ve yeniden anlatma diyebileceğim yerli-yabancı birkaç kitaba da göz attığım oldu. Çevirilerdeki kimi uyumsuzlukları ise özgün metinle kıyaslayarak çözdüm. Böylelikle ortaya benim Gulliver’im çıktı.

İK: Çocuk ya da yetişkin, kitaplarınızın tamamında bir “dert” var. Çözüme kavuşması istenen bir mesele ya da bazen, görülmesi arzulanan bir sorun… Yeniden anlattığınız bu eserde de böyle bir dert var mı sizce? Neden Gulliver’in Gezileri’ni seçtiniz?

MA: Sizin “dert” diye nitelediğinizi ben omurga olarak yorumlamak yanlısıyım. Aslında her yapıtın kendine göre bir omurgası ya da iskeleti olur. Olmazsa söz yığınına dönüşür çünkü. Önemli olan bu omurgaya esnek ve estetik bir biçim verebilmek. Bunun için uğraşıyorum ama yapıp yapamadığım konusunu okura ve uzmanlara bırakıyorum. Gulliver’in Gezileri’nin özünde de böyle bir yazınsal duruş var aslında. Hatta onu klasik yapan da taşıdığı eleştirel tavır ve yergi boyutu. “Niye yazıyorsunuz?” sorusuna Necip Mahfuz’un verdiği yanıt aklımdan çıkmaz: “Bir ağırlıktan kurtulma arzusu.” Gulliver’in Gezileri’ni seçerken, bu arzuyu Jonathan Swift üzerinden okurla paylaşmak istedim. Az önce konuştuğumuz ölçüler ve değerler, evrensel bir geçerliliğe sahip ne de olsa. Hiçbir zaman modası geçmeyecek “dert”ler…

İK: Bir söyleşinizde, “çocukken okuduğum kitaplar arasında Tom Sawyer’ın ayrı bir yeri vardır bende,” demişsiniz. Bu konuda da bir çalışma görebilecek miyiz acaba?

MA: Mark Twain deseydim daha doğru olurdu belki. Öteki kitaplarını da ilgiyle okumuştum çünkü. Ama bu seri söz konusu olunca, Tom Sawyer’ı hedef kitlemize daha yakın buldum. Sıra dışı bir karakter, arkadaşları da öyle. Ben okurla karakter arasında bir benzemezlik, bir aralık olması gerektiğine inanırım. Tom Sawyer’ı da onun için severim. Onu da bu koleksiyonun içine almak istedim, hemen kolları sıvadım ve metni yazdım. Dosya şu anda yayınevinde ve yayımlanma sırasının gelmesini bekliyor.

 

Show More