İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gerçek bir yaşam öyküsü

Gerçek bir yaşam öyküsü

Simla SUNAY

19. yüzyılın sonunda Amerika’da doğan ve on dokuz aylıkken ateşli bir hastalıktan ötürü hem sağır hem kör kalan Helen Keller’ın kendini gerçekleştirmek için verdiği mücadele hepimize çok şey söylüyor. “Engel nedir?” diye bir kez daha düşünmek için…

Bildiklerimizin yüzde 85’ini görerek öğreniriz. Beş duyu organımız; hayatı kavramamız ve karşılık vermemiz için elzemdir. Bunlardan birini kaybedersek ne yaparız? Peki, bunlardan ikisini kaybedersek ne yaparız? 19. yüzyılın sonunda Amerika’da doğan ve on dokuz aylıkken ateşli bir hastalıktan ötürü hem sağır hem kör kalan Helen Keller’ın yaşam mücadelesi insanlık için umut vericidir. Üstelik bu yaşam mücadelesi yeme, içme gibi temel ihtiyaçları giderme savaşının değil, sağır, dilsiz ve kör bir kadının yükseköğrenim görüp meslek sahibi olma çabasının öyküsüdür.

“Bilgi mutluluktur,” diyen 1880 doğumlu Helen Keller, öğrenme aşkıyla gece gündüz çalışarak geçirir ömrünü. Herkesin kolayca yaptığını o, “başka”, daha zor, belki daha uzun yoldan yapar ama hedefine ulaşmayı başarır. Her şeyi aklında tutmak zorundadır sözgelimi; göremediği için öğrendiğini zihnine kazımak ve gerektiğinde kullanmak durumundadır. Ciddi, katı ve zor bir eğitimden geçer. Latince, eski Yunanca, cebir, Almanca, Amerikan edebiyatı, Shakespeare…

Aslında Helen şanslıdır. Varlıklı ve soylu bir aileden gelmektedir. Yedi yaşından itibaren bütün eğitim hayatı boyunca yanından ayrılmayacak olan özel öğretmeni Anne Mansfield Sullivan sayesinde “bilgi” ile tanışır. Her şeyin bir adı olduğunu yedi-sekiz yaşından sonra fark eder. Bayan Sullivan her şeyi onun minik avcuna heceleyerek anlatmaktadır. Bu başarılı öğretmen sayesinde Helen’in zekâsı, azmi ve çalışkanlığı da ortaya çıkar. Derdini anlatamamaktan dolayı sık sık geçirdiği öfke nöbetleri biter. Öğrenme aşkıyla yanmaya başlar. Bundan sonra Boston’a dek uzanan bir eğitim hayatı onu beklemektedir. Pek çok özel öğretmeni olur. Mark Twain’le bile tanışır. Kitaplar hayatında önemli bir yer tutar. Okulundaki kimi kitaplar ona özel Braille alfabesiyle yazdırılır. Derken klavyesi derse göre değişen özel bir daktilosu olur ve bu sayede üniversiteyi bitirir. Keller’ın yaşam öyküsünü okurken, bir yandan da 19. yüzyılın sonlarında Amerika’daki eğitim olanaklarını öğreniyoruz. O dönemde dahi sağır ve dilsizler için pek çok imkâna sahip özel okullar vardır, buna rağmen Helen zorlanır. Sınavlar hiç de kolay değildir. Sonunda çok sevdiği öğretmeni Bayan Sullivan gibi o da sağır ve dilsiz çocuklar için çalışan, yazan, fedakâr bir pedagog olur.

Helen’in bir diğer şansı da yaşadığı kırsal alanda doğa ile kurduğu ilişkidir. Otobiyografisinde kent yaşamı ile kırsal yaşam arasındaki farkı çok iyi ifade eder. Doğa onun gözü kulağı olmuştur. Yüzen, kürek çeken, yelken kullanan, ağaca çıkan, hindi besleyen, kelebek kovalayan, kuş yumurtası aramaya çıkan Helen, hep çimlerin üzerinde ve harika betimlediği çiçeklerin, özellikle de mis kokulu güllerin arasında mutlu bir çocukluk geçirmiştir. Mimoza ağacına çıkış hikâyesi inanılmazdır; ilkin korkmasına rağmen sonrasında ağacın tepesinden inmek bilmemiştir. New York’taki günlerin ardından şehrin kiri pası, gürültüsü onu olumsuz etkiler. Şehirde ilk dikkatini çeken şey, daha önce karşılaşmadığı sınıfsal farklılıklardır. Fakirlerin hâli onu üzer. Şehirde hep kederlidir. Onca kalabalığın hüznünü kendine çeker mıknatıs gibi, altıncı his dedikleri bu olsa gerek. “İnsanın ancak duyma ve görme yoluyla çevresini algılayabileceğine inananlar benim kırlarda ya da şehirde yürümek arasında –kaldırımların farklılığı dışında– ne fark bulduğumu merak ediyorlar. Unuttukları bedenimin canlı olduğu; şehrin dinmek bilmeyen hareketliliği yüzümdeki sinirlere ulaşıyor ve ben görmediğim halde rezonansı hissediyorum.”

İlk kez denize girdiğinde suya bırakır kendini –su hasta olmadan önce söylediği ilk kelimedir– ve başını çıkardığında ilk sorusu şu olur: “Suya tuzu kim attı?”

Helen Keller kendini gerçekleştirmek ve var olduğunu hissetmek için bilgiye ihtiyaç duyar, zamanla konuşmayı bile öğrenir. O hepimizin bildiği kolay yoldan değil de “diğer” yoldan gitmeyi başarmış örnek bir engelaşan’dır. Bu muhteşem hayatın gören görmeyen, duyan duymayan nicemize örnek olması umuduyla…

Her Şey Su ile Başladı Hayatımın Hikâyesi Helen Keller Çeviren: İpek van den Born Kuraldışı Yayıncılık, 95 sayfa
Her Şey Su ile Başladı Hayatımın Hikâyesi Helen Keller Çeviren: İpek van den Born Kuraldışı Yayıncılık, 95 sayfa

 

Show More