İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

İşgal, direniş ve ayrıksılık…

“İşgal, direniş ve ayrıksılık…”

Melisa Ceren HASMADEN

Toprak Işık’ın son kitabı Çiftçi Karıncalar Köleci Karıncalara Karşı, günümüz toplumsal düzenini karınca toplulukları üzerinden, fabl tarzı bir kurgu içinde
sorguluyor.

Bu ay kitapçı raflarında okuru hem eğlenceli hem de sıradışı bir çocuk kitabı
bekliyor: Çiftçi Karıncalar Köleci Karıncalara Karşı. Yetişkinler için de mizah kitapları kaleme alan Toprak Işık’ın imzasını taşıyan kitap, karıncaların dünyasını ve yaşam mücadelesini anlatırken bizim dünyamıza da güçlü göndermelerde bulunuyor.

Bir yanda yuvaları işgal ve talan tehlikesiyle karşı karşıya kalan Çiftçi Karıncalar, diğer yanda işgali örgütleyen Köleci Karıncalar ve onların kölesi
olan İşçi Karıncalar. Bir taraf özgürlük mücadelesi verirken, işgalciler direnişi kırmak peşinde. Kitap boyunca en çok merak edilen ise kölelerin kimden yana saf tutacakları. Bu sürprizi kitabın sonuna saklayalım ve kitabın serüvenini bir de yazarından dinleyelim.

Sizi ilk kez 2002 yılında yayımlanan Sırabaşı adlı öykü kitabınızla tanıdık.
Ardından diğer öykü kitaplarınız ve bir de roman geldi. 2010 yılında ise Adından Belli Kuşlar Köyü adlı ilk çocuk kitabınız yayımlandı. Genç okurlar için yazmaya nasıl karar verdiniz? Hem çocuklara hem de yetişkinlere yazan bir yazar olarak, sizce arada nasıl bir fark var?

Çocuk edebiyatını bir okur olarak hep sevdim. İyi çocuk edebiyatının yetişkinler tarafından da keyifle okunabileceğini düşünüyorum. Güzel bir kitap sizi de yazmaya özendirebilir. Bende beğendiğim eserlerin böyle bir etkisi oluyor. Ayrıca çocuklar için dünyalar yaratmak bana özellikle cazip geliyor; çünkü onların gerçek dünyanın sınırlarından daha kolay çıkabildiklerini düşünüyorum. Okurun tam olarak hikâyenin havasına girebildiğini bilmenin yazar üzerinde motive edici bir etkisi var.

Yetişkinlerle ve çocuklarla yaptığım söyleşilere yönelik çok net bir gözlemim var: Çocuklar daha rahat soru soruyor. Aynı rahatlığı, onlar için yazarken ben de hissediyorum. Galiba yetişkin dünyasında olduğunu bilmek, hem okuru hem de yazarı gerginleştirip tutuklaştırıyor.

Toprak Işık bir mizah yazarı olarak tanınıyor. Genç okurlara yazdığınız ilk kitabınız Adından Belli Kuşlar Köyü’nde de bu eğiliminiz sürüyor. Yetişkinlere ve çocuklara yönelik üretilen mizah açısından bakıldığında, hangisi daha özgür bir alan sağlıyor yazara?

Mizahı üslup olarak kullanıyorum, ama aslında üslubun anlattığım hikâyenin önüne geçmesini de istemiyorum. Üslubunuz hikâyeyi anlattığınız kişiden mutlaka etkilenecektir. İlk sorunuza verdiğim yanıtta, çocuklara
yazarken kendimi daha rahat hissettiğimi söylemiştim, ama özgürlük için aynısı geçerli değil. Çocuklara ya da yetişkinlere yazmanın kendine özgü kısıtlayıcı ve özgürleştirici yanları var. Yetişkinler için Azgın Tekeler adlı bir roman yazdım. Doğal olarak, orada kullandığım mizahi araçlar, çocuklara yazdığım roman ve öykülerdekinden farklı. Yine de çocuklara yazarken kendimi çok fazla kısıtlanmış hissetmiyorum. Çocuklara anlattığım hikâyenin doğası zaten sınırları koyuyor. Bir çocuğa orta yaşı aşmış insanların aşk, evlilik ve cinsellik kapsamındaki hallerini anlatmadığım için kullandığım üslup farklı oluyor. Bunu söyleyince fark ettim; aslında bir çocuğa da bunlar anlatılabilir, yalnız anlatıcı bu sırada bir çocukla sohbet ettiğini bilir ve kullandığı dil bundan etkilenir.

Büyümek, hem eğlenceli hem de sancılı bir süreç. Siz Büyüyen Çocuk adlı öykü kitabınızda, bu süreci işin sancısı kadar eğlencesine de yer vererek anlatmışsınız. Sizin için büyümek nasıl bir serüvendi? Neden büyümek denildiğinde, en azından ülkemizde, işin komedisi değil dramı daha ağır basıyor?

Ben de kendi çocukluğumda sıkıntılar yaşadım. Örneğin, 9 yaşındayken köyden şehre göç etmenin psikolojimi sarstığını hatırlıyorum. Alıştığım ilişkilerin içinden çıkıp bana yabancı bir dünyaya düşmüştüm. Çocukken, yaşadığım sıkıntıların küçüklüğümden kaynaklandığını zannederdim. Belki de bu yüzden büyümek konusunda aceleciydim. Yaşım ilerledikçe, hayatın sıkıntıları konusundaki görüşüm değişti. Dünyanın tamamı için yeterli gözlemim yok, ama bizde özellikle yaşam dönemleri arasındaki geçişlerin mutsuz edici olduğunu görüyorum. Çocukluk sancılı, ama gençlik
de öyle… Gençlik sonrası da… Orta yaş krizi diye bir şey var. Azgın Tekeler
adlı romanımda orta yaşın sorunlarını ele almış ve onlara da içerdiği mizahla
birlikte bakmaya çalışmıştım. Felsefedeki o meşhur ilke vardır ya… Neye baktığınız kadar, nereden baktığınız ya da nasıl baktığınız da önemlidir. Yazar, bilerek ya da bilmeyerek, kenkendini belli bir yerde konumlandırıp
gördüklerini kendi yöntemiyle yorumlayan ve öyküye çeviren kişidir. Sonra da bunu okuruna gösterir: “Bakın, orta yaş krizi diye, içine düşmeye şartlandırıldığınız bir kuyu var, ama ona şöyle bakarsanız, sorun zannettiğiniz şey böyle gözüküyor. Çok da komik oluyor.” Çocuklara yazarken de herhalde şunu söylüyorum: “Neler yaşadığınızı biliyorum. Biliyorum, çünkü tüm büyükler gibi ben de yaşadım onları. Başınıza gelenleri bir de şöyle yorumlamaya çalışın; belki hayat daha kolay ve daha eğlenceli olacaktır.”

Hayatın kendisinde dram mutlaka var. Onu yok saymak mümkün değil. Yalnız, dram karşısında takındığınız tavır önemli. Dramı yüceltmek yerine onu farklı bir gözle yorumlayarak zararlı etkisini azaltmak mümkün diye düşünüyorum.

Biraz da yeni kitabınız Çiftçi Karıncalar Köleci Karıncalara Karşı’dan söz edelim. Aslında burada oldukça çetrefil bir hikâye anlatıyorsunuz. Barışçı bir karınca kolonisinin, işgalci karıncalar tarafından köleleştirilmek istenmesini
ve işgalle karşı karşıya kalanların direniş hikâyesini yine mizahi bir dille aktarıyorsunuz. Kitabın alt metinlerine baktığımızda ise anti-militarist, anti-emperyalist duruşuyla sıradışı bir çocuk kitabıyla karşılaşıyoruz. Savaş, sömürü, isyan, statükonun yıkılışı… Bütün bunları bir çocuk kitabına sığdırma fikri nasıl doğdu?

Bahsettikleriniz, kafamda sürekli evirip çevirdiğim konular. Dünyaya bakarken gözüme, beynime, hatta kalbime batan şeyler. Bu yüzden de yazdıklarımın içine neredeyse kendiliğinden girdiklerini söyleyebilirim. Kurduğumuz sosyal düzen büyük ölçüde güç eksenine oturtulmuş. Gücün
haksız kullanımı da geçmişten bugüne çok yaygın. Başka bir yazar, karıncalara baktığında benimkinden farklı bir öykü çıkaracaktır. Daha önce de söylediğim gibi, bu yazarın durduğu yerle ilgili. Benim kendimi konumlandırdığım noktadan bakınca, ortaya böyle bir dünya çıktı. “Çocuklara anlatacağım öykü bu mu olmalı,” sorusunun zihnimde pek fazla yer işgal ettiğini söyleyemem. Onlara bir öykü anlatmak istedim ve içine, gördüğüm dünyanın kendi beynimdeki yansımalarını koydum.

Karıncalara dair pek çok ilginç bilgiyi de hikâyeye yedirmişsiniz. Belli ki karıncaların dünyasına da oldukça hâkim bir yazar var karşımızda. Ancak sormadan edemeyeceğim, neden karıncalar? Bir model olarak neden karınca topluluklarını seçtiniz?

Son yüzyılda canlılar dünyasına ilişkin çok ilgi çekici keşifler yapıldı. Bunları öğrenmek bana edebiyattan bağımsız olarak heyecan veriyor. Zihninize aldığınız her şeyi ister istemez bir yazar olarak da değerlendiriyorsunuz. Karıncaların sosyal örgütlenmeleri, insana yabancı olmayan bir dünya kurmaya çok uygun. Topluluk halinde yaşıyorlar. Başkalarının yuvalarına acımasızca saldırıyorlar ve kendi yuvalarını sınırsız bir fedakârlıkla savunuyorlar. Kabaca tarım, hayvancılık ve kölecilik olarak tanımlanabilecek
faaliyetleri var. Bence bunların ayrıntılarını öğrenen çoğu yazarın aklına, karıncaların dünyasını model olarak kullanmak gelir.

Kitabın en dikkat çeken karakterlerinden biri Aylak. Aylak, karıncalara çok benzemesine rağmen bir karınca değil, o bir kınkanat. Çiftçi Karıncalar, Köleci Karıncalar ve onların köleleştirdiği karıncalar; hepsinin bugünkü dünyamızda bir karşılığı var. Peki, Aylak, sizce o kime/ kimlere tekabül ediyor?

Dediğiniz gibi Aylak, kınkanatlıların fiziksel olarak karıncalara çok benzeyen
bir türünün üyesi. Bu kınkanatlı türü, hayatını bu benzerlik sayesinde kazanıyor. O türden bir birey, kontrolleri aşıp karınca yuvasına girmeyi başarırsa yaşamını asalak olarak geçiriyor. Tamamen de asalak olduğunu söylemek doğru değil belki de. Vücudundan salgıladığı bir sıvı karıncalara keyif veriyor. Karıncalar bu sıvıyı emerek bir bakıma kafa buluyorlar. Bunların hepsi, yazar olarak benim yorumumdan bağımsız gerçekler. Bizim dünyamızdaki izdüşümüne gelince… Samimi olarak ilk aklıma geleni söyleyeyim: sanatçılar. Topluma peynir, ekmek, su gibi yenilip içilen ürünler
vermiyorlar, ama hayatı daha güzel ve daha çekilir hale getiriyorlar.

Kitapta iki farklı iktidar/yönetim modeliyle karşılaşıyoruz. Bunlardan biri Köleci Karıncaların sistemi: Adı üstünde köleci bir dikta sistemi. Diğeri Çiftçi Karıncalarınki: Burada da bir Kraliçe’den ve onun belki de veziri diyebileceğimiz bir Teyze Karınca’dan söz edebiliriz. İkincisinde ılımlı bir model karşımıza çıkıyor. Ancak her iki sistemin de yetersizliğini görüyoruz. Köleci Karıncaların dikta rejimi bir isyan sonucu alaşağı edilirken, Çiftçi Karıncalar kendi hiyerarşik yapılarının ihtiyaçlarını karşılamadığını fark ettiklerinde, yeni bir düzenlemeye gidiyorlar. Burada sanki iki farklı devrim modeline işaret ediliyor. Bundan biraz bahseder misiniz?

Sizin de belirttiğiniz gibi, Çiftçi Karıncalar daha esnek bir toplumsal düzen içinde yaşıyorlar. Kraliçenin kararları tek başına veren mutlak güç sahibi bir figür olmadığını özellikle vurgulamak istedim ve bunu yaparken, doğanın kendi gerçeklerinden uzaklaşmam gerekmedi. Birçok karınca kolonisinde, o aslında kraliçe değildir. Önyargılı bakışımız nedeniyle biz ona kraliçe diyoruz. En önemli işlevi yeni yavrular üretmektir ve uzun, ama insana uyarlanacak olsa özgürlüğünün sınırlılığı nedeniyle çekilmez bir hayatı vardır. Bazı “ilkel” toplumlarda “tanrı” ya da “kral” seçilen bireyin hiç de özenilecek bir hayatının olmaması gibi… Kraliçe, bir açıdan bakıldığında, üzerine düşen işlevi yerine getiren bir köleye benzer.

Akrep ve hamamböceği gibi canlılar, dışarıdan gelen etkileri engelleyici kabukları sayesinde çok az mutasyona uğrar. Bu nedenle, üç yüz milyon yaşındaki akrep fosili şimdiki canlı örneğinden neredeyse farksızdır. Yani
milyonlarca yıldan beri geçirdiği dikkat çekici bir değişim yoktur. Toplumsal
düzenler için aynısının söz konusu olabileceğini sanmıyorum. Her toplumsal
organizma mutlaka kabuğunu aşan bir etkiye maruz kalır. Gelen darbeyi yumuşatıp kendi bünyesine uygun biçimde yorumlayabilecek esnekliğe sahipse değişerek yoluna devam eder. Değilse zarar görür. Despotluk, esnekliğin ve dolayısıyla değişimin düşmanıdır.

Son olarak yeni çalışmalarınızdan bahsetsek? Şu anda üzerinde çalıştığınız, genç okurlar için yeni bir projeniz var mı?

Genç okurlar için dört kitaplık bir proje üzerinde çalışıyorum. Müfredattaki fen ve teknoloji konularını edebiyata uyarlıyorum. İlk kitabı bitirdim ve yayınevine teslim ettim. Şu an ikinci kitabı yazıyorum.

Çiftçi Karıncalar Köleci Karıncalara Karşı
Toprak Işık
Resimleyen: Sedat Girgin
Tudem Yayınları / 112 sayfa
Show More