İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Şili’den bir El Turco: Luis Sepulveda

Şili’den bir El Turco: Luis Sepulveda

Eraslan SAĞLAM

Şilili yazar Luis Sepulveda geçtiğimiz ay Can Yayınları’nın davetlisi olarak İstanbul’daydı. Yazarın ekolojik sorunları demokrasi, adalet, farklılık gibi temalarla bir arada yoğurduğu, Martıya Uçmayı Öğreten Kedi adlı çocuk romanı üzerine söyleştik.

1949 yılında Şili’de doğan Luis Sepulveda, içinde bulunduğu politik olaylardan ötürü genç yaşında ülkesini terk etmek zorunda kalan bir yazar. Güney Afrika ve Avrupa’nın ardından Almanya’ya taşınıyor. 1997’den beri ise İspanya’da yaşıyor. Aynı zamanda Greenpeace üyesi, Unesco’nun da kimi çalışmalarında yer almış.

İyi Kitap’tan Sepulveda’nın İstanbul’da olduğu haberi geldi ve kendisiyle söyleşebileceğimi öğrendim. Söyleşinin eksenini, asıl olarak yetişkin edebiyatı alanında eser veren yazarın, çocuk edebiyatına armağan ettiği, Can Çocuk Yayınları tarafından yayımlanan Martıya Uçmayı Öğreten Kedi oluşturacaktı. Kitabı bir çırpıda okudum ve etrafıma hediye etmeye başladım. Dünyanın yaşadığı ekolojik sorunları öykünün sürükleyiciliğiyle bu denli atbaşı götürmesi, bunu yaparken didaktiklikten kaçınması, öykünün kendine özgülüğü, biricikliği, heyecanıma heyecan katmıştı. Aklıevvel bir amatörlükle, yazdıklarından dolayı eğlenceli bir yazarla konuşacağımı umuyordum. Karşımda ise ciddi, soruları can kulağıyla dinleyip, son derece özenli sözcüklerle yanıtlayan, olumlu anlamda “politik” bir yazar vardı. Ama benim onu güldürecek sorularım cebimdeydi. Kısmet deyip başladım!

Ben, yazarın Martıya Uçmayı Öğreten Kedi adlı kitabını, belki de profesyonel deformasyon ya da dünyanın gidişatındaki acil sorunlar nedeniyle ekolojik meseleler üstünden okumuştum. Dolayısıyla ilk merak ettiğim şey, onun kitabı yazarken hangi temayı kendine eksen aldığıydı. Ekoloji, evet, birincil meselem. Ama bunu çocuklara söylerken iç karartıcı olmamayı tercih ederim. Kendi hayatımda da hiç böyle olmadım zaten. Politik olarak benim ve ailemin başına bir sürü iş geldi. Ama hiçbir zaman dünyaya ve hayata karanlık gözlüklerle bakmadık. Hep nereden doğrultabiliriz diye baktık. Martıya Uçmayı Öğreten Kedi de meselesi olan, ama meselesini ürkütmeden dile getiren bir kitap. Mesele derken sadece ekoloji yok içinde. Ayrımcılığa karşı çocukları dipten dibe uyarıyor. Başkasına tahammül etme, kendi gibi olmayanları kabul etme bilgisini veriyor.

Hemen aklıma kitaptaki bir bölüm geliyor. Müthiş bir kedi olan Zorba annelik yaptığı martıya şunları söylüyor: “Seni bir martı olarak seviyoruz. Senin de bizi sevdiğini, bizim senin dostların, ailen olduğumuzu hissediyoruz ve bil ki senin sayende biz, göğsümüzü gururla kabartan bir şey öğrendik: Farklı bir varlığı beğenmeyi, sevmeyi ve ona saygı göstermeyi.” Dünyadaki şiddetin önüne geçebilecek cümlelerin sahibi diye düşünüyorum Sepulveda’yı ve farklı olana saygı gösterip onu koruması altına alan, zorbalığın kenarından bile geçmeyen başkahraman kedi Zorba’yı anlatmasını istiyorum.

Zorba öyküye talihsizce giriyor. Bir martı başına kalıyor. Ev sahipleri şehir dışındayken, açık denizde petrole bulanan bir martı, Zorba’nın balkonuna kadar anca uçabiliyor. Balkonda kuluçkaya yatan annenin ömrü vefa etmiyor yavrusunun yumurtadan çıkışını görmeye. Yumurtayı Zorba’ya havale ediyor ve bir kedi olan Zorba martının kuluçkasına yatıyor. Ardından etrafının da yardımıyla, bir anlamda “doğurduğu” martının bakımını üstleniyor ve sonunda da ona uçmayı öğretiyor. Bunu yaparken çevresiyle ciddi bir mücadele içinde Zorba. Yakın dostları dışındakiler bu durumu anlayamıyor ve kabul edemiyor. Zorba onların tuzaklarıyla da mücadele ediyor ve yine Zorba sayesinde, adı Şanslı olan martı evden uçarak serüvenine devam ediyor. Yani Zorba, farklı olana evet diyen, adalet ve demokrasi duygusu çok yüksek bir kedi.

Dünyayı Zorba yönetseydi daha adaletli, onurlu ve uzun ömürlü olurdu her şey. Bu arada satır aralarında gizli bir ütopya keşfediyorum Martıya Uçmayı Öğreten Kedi’de ve hemen Sepulveda ile paylaşıyorum. Köleler tarafından yönetilen bir ülkede yaşasaydık?.. Yazar neden söz ettiğimi hemen fark edip, başlıyor anlatmaya.

Kitapta ana temaların yanında yan temalar da var. Buralarda da ekoloji, adalet ve demokrasi kavramının yanında duruyorum hep. Sizin sözünü ettiğiniz ülke Liberya. Zorba’nın bakımını üstlenen ve tatile çıkmak üzere olan çocuk Zorba’yı çok seviyor. Cep harçlıklarından arttırarak ona çikolatalar alıyor, tuvaletini yaptığı kumunu değiştiriyor. En önemlisi de bol bol sohbet ediyor Zorba’yla. Bu sohbetlerden birinde Hamburg Limanı’na yanaşan bir gemiyi konuşuyorlar. Çocuk geminin geldiği Liberya’nın çok önemli bir ülke olduğunu söylüyor. Çünkü Liberya köleler tarafından kurulmuş bir ülke. Çocuğun da hayali, büyüyünce kaptan olup Liberya’ya gitmek. Oraya Zorba’yı da götürecekmiş. Burada önemli olan şu diye düşünüyorum: Teknoloji çağında, yazdığım romandaki bir çocuk karaktere dışlanmış, ezilmiş, yok sayılmış bir sınıf olan kölelerin kurduğu bir ülke hayalini anlattırmak hoşuma gidiyor.

İşte ütopyanın âlâsı: “Köleler Tarafından Kurulmuş Ülke Liberya!” Umutla gülümsüyorum. Sonra içim cız ediyor. Denize sızan petrolün, oradaki ekosistem için ne demek olduğunu biliyordum, fakat Sepulveda’nın romanı sayesinde bir martının gözünden idrak etmiş oldum. Yazdıkları nedeniyle benim içim burulurken, o bu meseleyi gayet realist bir şekilde aktarıyor.
Petrol petroldür. Bunu biz biliyoruz, martılar bilmiyor. Feci olan, biz aklımızla izah edebilirken, martılar için bunun bir izahı yok. Onlar sadece yaşıyorlar. Her gün girdikleri denize bir gün yeniden giriyorlar ve ne olduğunu anlayamıyorlar. Yeniden uçmak için kanatlarını açıyorlar ama içine girdikleri dalgadan kurtulamıyorlar. Mavinin renkleri karanlığa dönüyor. Kafalarını sallıyorlar ve gözleri bir anda görmez oluyor. Deniyorlar ama arkadaşlarına yardım edemiyorlar. Ölemeyenler büyük balıklara yem oluyor. Yani bizim adına petrol dediğimiz şey, martının anlamadığı, adlandıramadığı kara bir veba.

Bir martının gözünden kara vebayı, petrolü anlatan Sepulveda, yerinde oynattığı kalemiyle, çocuklara gökkuşağı renklerindeki tekneleri sevdirip, Greenpeace’e de göz kırpıyor. Ama biraz buruk: “Tankerlerin yanına yaklaşıp depolarını boşaltmalarını engelleyen küçük tekneler gördüğü de olmuştu. Ne yazık ki, gökkuşağının renklerini taşıyan bu küçük gemiler denizlerin zehirlenmesini engellemek için gereken zamanda yetişemezlerdi her zaman.” Romanda böyle yer alıyor Grenpeace. En sonunda ona neden El Turco denildiğini soruyorum. Bu sorumla, cebinde sakladığı gülümsemeyi çıkarıyor.

Almanya’ya her gidişimde, El Turco geldi, diyorlar: Türk’e benzer, Türk gibi. Şililiyim diyorum. Olsun sen El Turco’sun diyorlar. Ben de ısrar etmeden kabul ettim. Çünkü bir dünya vatandaşı olarak bu beni mutlu ediyor. Şili’de doğmuş, vatanından ayrı düşmüş, Şilili El Turco!

Martıya Uçmayı Öğreten Kedi
Luis Sepulveda
Resimleyen: Saadet Özen
Çeviren: Sinan Gürdağcık
Can Çocuk Yayınları / 105 sayfa
Show More