İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Balıklı Köy’ün akvaryumu

Balıklı Köy’ün akvaryumu

Sevin OKYAY

Behiç Ak’ı yıllardır gazetelere çizdiği bant köşelerden, afişlerden ve hem yazıp hem resimlediği kitaplardan tanıyoruz. “Gülümseten Öyküler” adını verdiği dizinin sekizinci kitabı Akvaryumdaki Tiyatro da yayımlandı. Gülümserken düşünmek için…

Behiç Ak, uzun süredir kitap yazıyor. Daha uzun süredir de çiziyor. Çoğumuz onu, Cumhuriyet gazetesindeki, neredeyse çeyrek asırdır çizdiği “Kim Kime Dum Duma” isimli bant köşenin çizeri olarak tanımışızdır ilk. Çocuk kitaplarını da hem yazıyor hem o kendine has çizgisiyle resimliyor. Son kitabı Akvaryumdaki Tiyatro’da, onu ilgilendiren, düşündüren şeyleri bir araya getirmiş, okurunu da gülümsetirken düşündürüyor. Zaten, Toros Dağları’ndaki Balıklı Göl’ü ve kıyısındaki Balıklı Köyü’nün insanlarını anlatan kitabı da, onun “Gülümseten Öyküler” dizisinin sekizincisi. Daha önceki yedi kitabının iki tanesi, Ak’ın bir numaralı ilgi nesnelerinden vapurlar ve kediler üzerineydi: Kedilerin Kaybolma Mevsimi ile Vapurları Seven Çocuk.

Balıklı Köyü’nün insanları, cennetten farksız bir yerde yaşadıklarının bilincinde olan, iyi kalpli, cömert insanlar. Hayranlık uyandıracak, yabancıları imrendirecek bir hayatları var. Balıklı Göl, Toros Dağları’nda, denize yarım saat uzaklıkta tertemiz bir göl. Balıklı Köyü, adını bu göldeki alabalık, sazan balıklarından ve renkli balıklardan alıyor. Köylüler bu balıkları çocukları gibi seviyor. Hatta o kadar seviyorlar ki onlardan ayrı durmaya dayanamayıp akvaryumlara koyuyorlar. Her evde bir akvaryum var; köylüler televizyon izlemektense arkalarına yaslanıp akvaryumdaki balıkları izlemeyi tercih ediyor.

KÖYÜN EMEKTÂR İNSANLARI
Doğal olarak, her şeylerini de kendileri üretiyorlar. İşte köyün doğal bir cennet oluşuna ek olarak bu özelliği de, İngiltere’den gelen Martin gibi yabancıları kalbinden vuruyor. “Altmış küsur yaşında, iyi keman çalan, emekli bir öğretmen” olan Martin, yaşadığı hayattan bezmiş, “marka delisi” dünyaya sırt çevirmiş biri. Her şeyi yüzde yüz el yapımı, çarşı malına rağbet etmiyor. Kemanı ile çantasını almış, Anadolu’ya gelmiş. Köy köy dolaşırken, yolu Balıklı Köy’e düşmüş. Dil
konusunda yetenekli olduğu için de Türkçeyi zaten sökmüş. Gittiği her yerde çocuklara keman çalıp şarkılar öğretiyor.

Balıklı Köy ona gerçek bir cennet gibi görünüyor. Aslında birkaç gün kalıp gidecek ama bu güzelliklerin de cazibesine kapılmış. Derken bir gün kapısında bir sepet buluyor. İçinde bir sürü ev yapımı hediyenin yanısıra bir de not var: “Sevgili Martin, sepeti Muhtar Semih Bey ördü. Hamam kesesi Yıldız Hanım’ın el emeği, göz nuru. Erişte de öyle. Pestili ve pekmezi köyümüzün imamı Muammer Bey kendi üzümlerinden yaptı. Dutları ise Postacı Rıza Bey kuruttu. Sabun ve zeytinyağı resim öğretmenimiz Aslı Hanım’a ait. Bahçesindeki kendi eliyle topladığı zeytinlerden. Yoğurt ise Muhtar Semih Bey’in koyunu Yünlü’den.”

Siz olsanız ne yaparsınız? Martin elbette buraya yerleşmeye karar veriyor, kısa sürede de uyum sağlıyor. Onun övgüleri, başka İngiliz arkadaşlarının da buraya gelmesine neden oluyor. Neyse ki onu izleyen arkadaşları da uyumlu insanlar, kısa sürede köyün bir parçası oluyorlar.

Ancak, köy halkı farkında olmasa da ciddi bir sorun başgöstermiş durumda: Gölün suları yükseliyor, kıyıdaki tarlaları su basmış. Köylüler nasılsa bir çaresi bulunur diyor, ama köyün ilkokulu alçakta, gölün hemen kenarında. Öğretmenle öğrenciler bu olayın nedenini çözmeye çalışırken de köye bir film yönetmeni geliyor: Tamamlanmamış Filmler Festivali’nde iki kez üstüste altın madalya kazanmış olan Yusuf Değirmen. Kırmızı kapaklı senaryo dosyasında yazılanlardan yapılacak olan film, bir anda köylülerin bütün dünyası oluyor. Herkes filmde oynamak istiyor. Özellikle de yönetmenin gönüllü asistanı, köyün en yakışıklı çocuğu, hep artist olmayı hayal etmiş Zühtü.

“MARKA DELİSİ” DÜNYA
Behiç Ak, bizi cennetten farksız bir mekânda misafir ederken, hem Balıklı Köy ve iyi kalpli köylülerinin hayatına ortak oluyoruz, hem de mitoloji ve halk kahramanlarına aşinalık kazanıyoruz. Marka çılgınlığı gibi tezahürleri olan modern şehir hayatını da eleştiriyor Behiç Ak. Ama o zaten sosyal bilinci, sorumluluğu olan bir sanatçı. İnandığı herhangi bir konuda inandığını söylemekten geri durduğunu görmedik hiç. Sinemayla yakın ilişkisi de Yusuf Değirmen’i ve köylülerin hevesini tatlı tatlı eleştirmesini mümkün kılmış.

Çizgisine gelince, o bambaşka bir hikâye. Behiç Ak’ın çizgisini, hem Cumhuriyet’ten hem de Gezici Festival’in afişlerinden biliriz. Yıllardır o afişleri Behiç Ak yapıyor. Pek sevdiği kediler de daima o afişlerde kendilerine yer bulmuştur. Ben Behiç Ak’a bir anlamda Roald Dahl – Quentin Blake, Goscinny – Sempé’nin bir karışımı gözüyle bakıyorum. Hem yazıyor hem çiziyor, ikisini de hakkıyla yapıyor.

Akvaryumdaki Tiyatro
Behiç Ak
Günışığı Kitaplığı
114 sayfa
Show More