İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Dedem, ben ve bir de Tombul Nine…

Onu, savaşı bir çocuğun gözünden bambaşka bir tarzda
anlattığı Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti’yle tanıdık.
“Hikâyenin büyüsü onu ciddiye almaktan geçer,” diyen

Sedef PEKİN

1956 doğumlu Hollandalı yazar Marjolijn Hof’un Türkçedeki ikinci kitabı gene Hayykitap’tan çıktı. Pek çok ödül alan ilk kitabı Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti’de savaşın gerçeğini, babası savaşa giden bir çocuğun gözünden, bambaşka bir etik bakışla sorgulayan yazar, bu sefer mizahi bakışın daha öne çıktığı bir kitapla okurlarını selamlıyor: Dedem ve Ben. Bir çocukla dedenin
paylaştığı küçük evrende yazar, geçicilik ve değişim, hayal ve gerçek arasındaki sınırlar gibi temalara yaslanarak sıcacık öyküler anlatıyor.

Yazar olmanın hayaliniz  söylemişsiniz bir yazınızda. Peki, yazarlığı neden seçtiniz, özellikle de çocuklar için yazmayı?
Edebiyat ve sanatla dolu bir evde büyüdüm. Babam, hem bana hem de kendine çocuk kitapları alırdı. Böylece çocuk kitaplarının herkes için olduğunu öğrendim. Onları okumaktan hiç vazgeçmedim. Çocuk edebiyatı hep ilgimi çekmiştir, çünkü içinde daima bir miktar ağırbaşlılık taşır. Az sözcük kullanır, şiir gibi… Tabii ki çocuk kitaplarının öncelikle çocuklar için yazıldığını
biliyorum ama ben onu yaşla sınırlandırmaktansa bir tür olarak görmeyi tercih ederim. Ve ben bu türün içinde kendimi rahat hissediyorum.

Kitaplarınız pek çok dile çevrildi, sizce onları evrensel kılan nedir?

Onları evrensel kılan ne? Emin değilim. Bu bence tahmin edilemez ve bir yazar olarak da kitaplarımın yurtdışında niye başarılı olduğu üzerine düşünmekten çok hoşlanmıyorum. İlk başlarda azıcık sersemlediğimi itiraf etmem lazım. Ama şimdi başladığım yerdeyim; masamın başında işime odaklanmış durumdayım, yaratacağı etkiye değil. Bana böylesi uygun. Çok kasmamaya çalışıyorum. Mesela Geçtigitti herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda geçebilecek bir olayı anlatıyor. Ülke adı geçmiyor. Babanın savaşmaya nereye gittiği belli değil. Ayrıca hikâye çok karanlık bir havaya sahip olmasına rağmen esprili. İnsanlara ahlak dersi vermeye çalışmıyorum.

Türkçede yayımlanan ilk kitabınız Geçtigitti Geçtigitti Geçtigitti, savaşla ilgili güçlü bir temaya sahip. Çok incelikli ama aynı zamanda hiç abartılı olmayan, gerçekçi bir öykü anlatıyorsunuz. Hikâyeyi, babasının savaşa gittiğini ve belki de hiç geri gelemeyeceğini bilen bir çocuğun gözünden yazmayı seçmişsiniz. Bu fikir nereden aklınıza geldi? Ayrıca nasıl bu kadar duru yazabildiniz, metin üzerinde çok çalıştınız mı?
Televizyonda bir röportaj görmüştüm. Bir dağcı dağ tırmanışının, özellikle de inişin tehlikelerinden bahsediyordu. Yanında da on, on iki yaşlarındaki oğlu vardı. Kendime o çocuğun
ne düşündüğünü sordum. Babasının kendini tehlikeye attığını ve büyük ihtimalle bunu tekrar yapacağını biliyordu. Tam o zamanlar Hollandalı askerler Bosna’ya gönderiliyordu. Kendi kendime
onların çocukları olup olmadığını ve o çocukların buna nasıl tepki verdiğini düşündüm. Ben çok, çok yavaş yazan biriyim. Salyangoz gibi yazarım. Satırların arasında boşluğa ihtiyaç duyarım, okurun yaratıcılığı için.
Her kitap bir soruyla başlar. Merakla. Sonra empati. Bu empati de dili ve karakterleri oluşturur. Bir anlamda karakterlerimle kaynaşıyorum. Bu durum ben masamda olduğum sürece gerçekleşiyor. Neyse ki ailem ve arkadaşlarımla birlikteyken az çok kendim olmayı başarabiliyorum.

Hikâye Kiek’in şu sözleriyle başlıyor: “Savaşa gidiyorsan, kesinlikle yanlış yola sapmışsın demektir.” Bu sözün hikâyenin ana fikrini oluşturduğunu söyleyebilir miyiz?
Bilemiyorum. Daha fazlası da  Kiek’in babası olsa, tam da doğru yöne gittiğini  Yeni kitabınız Dedem ve Ben, ilk kitabınızdan çok farklı. Çocukları kesinlikle güldürecek. Dille espirili bir şekilde oynayıp bu kısa hikâyelerin içinde komik durumlar yaratıyorsunuz. Bence bütün kitaplarımın altında mizahi ve hafif bir hava var. Sanırım bu beynimin çalışma şekli; mizah olmadan
kitap yazamam. Dedem ve Ben’de ise bu su yüzüne çıktı. O kitap için çok yoğunlaşmam gerekti. Kitabın kendi kuralları vardı. Olayları kafama göre yazmadım, sadece belirli bir tarz durumlar vardı, onlar kendini yazdırdı. Yine empati gerekliydi, hangi karakterin ne diyeceğini bilebilmek için. Her şeyin mümkün olduğu hikâyeler genellikle sıkıcı oluyor.

İki kitabın da teması birbirinden çok farklı, hikâyeleri de öyle. Merak ediyorum, bu konuları seçerken nereden ilham aldınız?
Dediğim gibi, merak. Bir açıdan mucit gibiyim, hem dil hem de tema anlamında. Ama bir dayanışma da var. Çocuklar genelde büyüklerin aldığı kararlar karşısında çaresiz oluyor.

Dedem ve Ben’de hikâyeleri, tek başına yaşayan büyükbabasını ziyarete giden bir kız torunun gözünden anlatıyorsunuz. İkisi de tuhaf ama gerçekçi karakterler, oyunlar oynayıp şakalar yapıyorlar, inatçılar da, evcilik oynayan iki çocuk gibiler. Okuyunca kalbimizi ısıtan bir öykü. Peki bu öykü nasıl doğdu?
Öncelikle sorunuzun içine sızmış bütün o övgüler için teşekkür ederim. Ben bir anneyim (kızım bir yetişkin şu an). Gençlik kitapları konusunda uzman bir kütüphaneci olarak çalıştım uzun yıllar. Okulları geziyorum. Bir zamanlar ben de çocuktum, onun da yardımı oluyor. Ama bir açıdan tuhaf bir soru bu. Çünkü çocuklar her yerde. Onlar dünyaya aitler.

Kitap tek bir mekânda geçiyor; büyükbabanın çiftlik evi. Yapılacak çok bir şey olmamasına rağmen hep bir macera yaratmayı başarıyorlar. Bu hikâyeyi özel yapan da bu. Ayrıca sadece üç karakter var (sonradan hayatlarının bir parçası olan domuzu da sayarsak). Neden başka karakter ve sahne kullanmadınız, ayrıca karakterlerin adsız olmasının nedeni ne?
Küçük ve özel bir dünyaya ihtiyacım vardı. Karakterlerin adsız olması da bunu sağladı.

Torunla büyükbaba, sevgilerinin ve hayalgüçlerinin büyüyüp genişlemesine genişlemesine izin veriyorlar. Mesela benim en sevdiğim öykülerden biri, büyükbaba bir bilgisayar oyununa takılıp kalmışken kızın ona bahçede yaratabilecekleri oyunları göstermesi. Hayattaki en önemli şeylerden birinin anın tadını çıkarmak olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu hikâye geçicilik ve değişimle ilgili. Çoğu zaman hayal dünyalarında yaşıyorlar ama bunun farkında bile değiller. Farkındalar mı? Ben kendim de çoğu zaman bunun farkında olmuyorum. Bence bu farklı bir gerçeklik. Çatıdaki büyükbaba hakkında yazarken bundan hiç şüphe duymuyorum. O çatıda. Eğer bahçedeki gergedan hakkında yazarsam, o vardır. Bence hikâyenin büyüsü onu ciddiye almaktan geçiyor. Tam anlatabildim mi bilemiyorum.

İstanbul’a, İTEF (İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali)’e yazarlar ve çocuklarla buluşmak için geldiniz. Nasıl geçtiğinden biraz bahseder misiniz? Özellikle çocuklarla yaşadıklarınızdan?
İlk önce samimi karşılamadan dolayı biraz sersemlediğimi söylemek isterim. ITEF müthiş bir festival. Katılan bütün çocuklar çok heyecanlıydı ve güzel sorular sordular. Hollanda’daki toplantılara
göre biraz resmiydi ama yine de çok hoştu. Mersin’deki okumalarda çok büyük ve heyecanlı bir dinleyici kitlem vardı. Çocuklar az edebiyat bilgilerine rağmen dinlemeye çok hevesliydiler ve
sorular sordular. Benim için çok güzel bir deneyimdi.

Dedem ve Ben
Marjolijn Hof
Resimleyen: Judith Ten Bosch
Çeviren: Burak Sengir
Hayykitap, 128 sayfa

 

 

Show More