İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Feride’nin yalandan kanatları…

Feride’nin yalandan kanatları…

Zarife BİLİZ

Yayın hayatına yeni giren Delidolu’ nun kurmaca dışında yayımladığı ilk kitap, daha çok yetişkinler ve çocuklar için yazdığı öykü ve romanlarıyla tanıdığımız Toprak Işık’ın deneme kitabı Sıradana Övgü.  Toprak Işık bu kitapta edebiyat özelinde sanata dair pek çok sorunun peşine düşüyor, ince bir mizahla bezediği yazılarında kendi düşünme sürecine okuru da ortak ediyor. Bir sanat dalı olarak edebiyatın yanı sıra konunun yazar ve okur cephesinden de ayrı ayrı ele alındığı yazılarda, teorik konulardan edebiyatın gündelik hayattaki yansımalarına; hakikat ve iktidarla ilişkisine; mevcut toplum içinde edebiyatçının ve okurun konumuna ve aralarındaki ilişkiye dek pek çok konuya değiniyor. Kitaba başka bir açıdan bakarsak, edebiyatı meslek olarak seçmenin, bu mesleğin inceliklerinin konu edildiği denemelerin, hayatını bu mesleğe adama sevdasındaki gençlere yol gösterme, onları bekleyen taşlı tozlu yollara dair fikir verme işlevini üstlenebileceğini söylemek de mümkün.

Yazar, bir eseri okura bağlayan ilmeğin niteliği üzerinde durup, “Sıkıntı, eserle okuru birbirine bağlamayan tek duygudur,” deme cesaretini gösterirken; “Popülerlik iyi bir sanat eseri olmanın önünde engel midir,” sorusu üzerinde düşündürüyor. Konuyu bir adım ileri götürüp, “Tüm yazılanların sanatsal bir değer taşıması şart mıdır,” meselesine geliyor. Mizahı da elden hiç bırakmıyor, “Gördüklerini aynen kopyalamak sanatçıyı gerçekçi değil sıkıcı yapar,” diyerek bizi gülümsetiyor.

Yani kısaca, Toprak Işık bu kitabında durduğu yerde durmuyor, üzerinde pek düşünülmeden kabul gören pek çok fikri alıp şöyle bir sarsalıyor.

Eğitim ve meslek hayatında bilimle içli dışlı olmuş, fakat sonradan yazarlığı tercih etmiş olan Işık’la bu denemelere ve denemelerinin beslendiği kaynaklara dair sohbet ettik.

Sizi daha çok çocuklar ve yetişkinler için yazdığınız öykü ve romanlardan, yani kurmaca eserlerinizden tanıyoruz. Oysa Sıradana Övgü adlı kitabınız denemelerden oluşuyor. Edebiyat üzerine odaklanan denemeler bunlar. “Sanat Olarak Edebiyat”, Yazar/Yaratım Boyutuyla Edebiyat” ve “Okur Boyutuyla Edebiyat” başlıkları altında toplanan bu yazılar edebiyatı çok yönlü ele alıyor, aslında edebiyatı, sanat ve sanatçıyı hayatla harmanlıyor.  İlk deneme kitabınızı bu konu üzerinde temellendirmiş olmanıza dair neler söylemek istersiniz?

Birçok meslekte alınacak yol için önceden döşenmiş raylar var. Başından sonuna güzergâhınızı önemli ölçüde biliyorsunuz. Yazarlık bu benzetmeye uymuyor. Serüveniniz süresince yaşayacaklarınız, nereye, nasıl, ne zaman varacağınız çoğunlukla öngörülebilir değil. Belirsizliğin baskısı altındasınız. Çevreniz de sizi bu anlamda rahatlatmıyor. Onların verdiği mesaj genellikle şu: Bindin bir alamete, gidiyorsun kıyamete. Bu durumda yere sağlam basma ihtiyacını daha fazla hissediyorsunuz. Bence üzerinizdeki sıkıntıyı hafifletmek yazmanın teori ve pratikten oluşan iki bacağını birlikte kullanmakla mümkün… Pratiği öykünüzü, romanınızı yaratırken gerçekleştiriyorsunuz. Çalışkan bir yazarsanız orada eksik kalmayacağınızdan emin olabilirsiniz. Teoride yeterlilik ise yazının nedenlerini, nasıllarını kurcalamakla mümkün… Kitaptaki denemeler yazının teorisi konusunda kafamda doğan sorulardan ortaya çıktı. Her ne kadar kullanılan dilde okur muhatap alınıyorsa da öncelikle şekillendirmeye çalıştığım kendi düşüncelerimdi ve denemeler kendi yazı maceramda dengeli yol alma arayışımın sonuçlarıydı.

Sıradana Övgü her ne kadar sanat ve edebiyatı temel alan yazılardan oluşuyor desek de aslında içinde bir hayat bilgisi barındırıyor.  Sanatın ve edebiyatın ne olduğu, ne işe yaradığı, yazar olmaya niyetlenen bir kişiyi bekleyenler ve bu mesleğin gerekleri, bir eserden beklenmesi gerekenler, yazının okur ve yazar açısından işlevleri, okurun eser üzerindeki söz hakkı, eleştirmenlerin “ne işe yaradığı” gibi pek çok konuyu hayatla harmanlayarak, çok güzel sorular ve yanıtlar eşliğinde, yalın ve mizahi bir dille ortaya koyuyor. Pedagojik olma, ahkâm kesme ve okuru sıkma tuzaklarından kaçmayı başaran, hem düşündürücü, aynı zamanda çok da aydınlatıcı denemeler bunlar.

Öncelikle teşekkür ederim. Yazan insanlar itiraf etmekten çekinseler de yazdıklarının beğenilmesinden keyif alıyorlar. Yazıyı amatörce bir uğraşın ötesinde düşünüyorsanız onun hayatınız üzerindeki olası etkileri kaygı dünyanızda zorunlu olarak baskınlık kazanıyor. Ortaya tüm sermayenizi, yani hayatınızı koymuşsunuz. Hayatını yazıya adamaya karar veren için tek ve en önemli şey yazı değildir. Adanan hayattan bahsediyoruz. Buna ilişkin kaygılar taşımamak mümkün mü? Bu kaygı yazının uzandığı her yere hayatın gölgesini düşürüyor ve orada iki tarafın birbirini nasıl etkilediğini sorgulatıyor. Sonra sizin için o kadar önemli olan ürünlerin, yazıya temas eden ama yazar olmayan diğer insanlar üzerindeki etkisini merak ediyorsunuz. Ve şunu biliyorsunuz: Etkileşim dediğimiz şey tek taraflı değildir. Yazmayanlar da yazı dünyasını etkiliyor. Kitabın gerisinde yatan amaç işin bu kısmını düşünmeyi zaten zorunlu kılıyordu.

Kitap boyunca eğitici değilsem, bunun sebebi gerçekten eğitmek niyetiyle yazmamış olmamdır. Öte yandan yazdıklarımın dönüştürücü olmasını kesinlikle istiyorum ama bu eğitmekten farklı. Yukarıdan değil, yazı dünyasının içerisinden sesleniyorum. Dediğim gibi, ben öncelikle kendi sorularıma yanıtlar arıyorum. Bazen yanıtı gerçekten bulduğuma inanmanın coşkusuyla paylaşıyorum düşüncemi, bazen de “belki, sanırım, herhalde” diyerek bulduğum çözümden o kadar da emin olmadığımı açık ediyorum.

Gençlerin meslek tercihine yardımcı olan rehber kitapları biliriz. Sıradana Övgü, pek meslekten bile sayılmayan ve bu bağlamda bu tür rehberlerde ele alınmayan, belki zaten doğası gereği oradaki üslup içinde ele alınamayacak olan bir uğraşı, yazarlığı ele alırken, bu tür bir kılavuz işlevi de üstleniyor sanki. Ben kitabı okurken, hayatını sanatın herhangi bir dalına, özellikle de “yazı”ya adamak isteyen geçlerin okumasının çok faydalı olacağını düşündüm mesela. Hem böyle bir hayat içinde kendilerini bekleyenleri hem de uğraşlarından neler bekleyebileceklerini, bu uğraş için gereken emek ve çabanın niteliğini ve ilintili pek çok şeyi düşünmelerine yol açacak denemeler var kitapta.

Yazmaya başlayalı, bir yazar olma iddiasıyla yazmaya başlayalı, on beş yıldan fazla oldu. Yazının seksen doksan yıllık bir ömrün bile tamamını doldurduğu düşünülürse, bu çok abartılacak bir süre değil. Yine de belli tecrübeleri edinmek için yeterli. Bu yola benden on beş yıl önce çıkmış olanların samimi düşüncelerini öğrenmek isterim. Erişme şansım olduğunda diğer yazarla- rın yazı, yazarlık ya da sanat hak- kında yorumlarını çok önemseyerek okuyorum. Paylaştıklarının benim için aydınlatıcı olduğuna inanıyorum. Aynı şekilde benim paylaşımlarımın da benden daha az yazının içinde olanların işine yarayacağını düşünüyorum.

“Yazar / Yaratım Boyutuyla Edebiyat” başlığı altındaki yazılar; bilhassa “Duvardaki Tüfek”, “Aynı Yaşam Farklı Anılar”, “İki Boyutlu Sayfalardaki Üç Boyutlu Dünyalar” ve “Can Verebilmek İçin” adlı denemeler, yazarlık dersleri olarak da ele alınabilir. İşin düşünsel boyutu kadar teknik boyutuna da giriyor, büyüklenmeden yol yordam gösteriyorsunuz. Hatta kitabın sonunda yazılanlara örnek teşkil etsin diye yazıp koyduğunuz bir öykü de var… Peki, sizce yazarlığın dersi olur mu?

Son söyleyeceğimi ilk söyleyerek başlayayım: Bence yazının dersi ve hatta yazarlığın okulu olur. Avrupa ve Amerika’da bu okulların sayısı sürekli artıyor. İleride daha da yaygınlık kazanacağına inanıyorum. Oysa özellikle bizim ülkemizde yazarların çoğunun yazının okulu olamayacağına inandığını biliyorum. Bence bu aynı zamanda onların temennisi… İnsanlar yaptıkları işin sırrı çözülememiş bir tarafı kalsın istiyorlar belki de. Oysa bilimle ve felsefeyle hep sırları çözmenin peşindeyiz. Bence yazı da bu anlamda kendi etrafını bilimsel yöntemlerin ve felsefenin aşamayacağı surlarla çeviremez. Bunu din bile yapamıyor. Sırrını çözdüklerimizle birlikte çözülmeyi bekleyen yeni sırlar ortaya çıkacağı için yazmak heyecansız hale gelmeyecek. Okullar bence yazının daha hızlı öğrenilmesini sağlayacak. Yazıya hayatını adayan biri için bu iyi bir şey; çünkü çıraklık süresinin kısalması, aynı zamanda ustalık süresinin uzaması demek.

Kalem sadece zihnimizden geçenleri kaydeden bir araç değildir, zihnimizin işleyişine yön veren bir düşünme aracıdır da, diyorsunuz kitapta. Yazıyı daha çok düşüncelerimizi ifade etme aracı olarak düşünmeye alıştığımızdan olsa gerek, sizin bu dediğiniz insanı şaşırtıyor biraz… Kalem insanı nasıl düşündürür peki?..

Yazı hayatım boyunca, yazdıklarımın beni dönüştürdüğünü hissettim. Hem uzun dönemler içinde hem de yazdığım anda… Pek çok konuda düşüncelerimin cümleler arka arkaya eklenirken şekillendiğini fark ediyorum. Tabii konuyu benim kişisel gözlemlerimin çok ötesinde sağlam temellere oturtan bilimsel ve felsefi teoriler var. Yirminci yüzyılın başında, özellikle Saussure’den sonra dilin daha bilimsel yöntemlerle incelendiğini söylemek mümkündür sanırım. Belki de yaklaşımdaki bu değişimin tetiklemesiyle artık felsefi ve bilimsel platformda dil duygu ya da düşünceleri ileten pasif bir araç olarak tanımlanmıyor. Vygotsky, kendi kendine konuşan bir çocuğun aslında kendisini dönüştürdüğünü iddia ediyor ve iddiaları yaygın biçimde kabul de görüyor. Lacan da yine dilin kişilik üzerindeki dönüştürücü etkisine vurgu yapıyor ve psikoanalitik tedavisini bunun üzerine temellendiriyor. Bunlar hep, dili kâğıt üzerinde görünür kılan kalemin beyni şekillendirdiğini destekleyen örnekler.

Kitapta özgül birer alan olarak sanat ve bilimden pek çok örnek veriyor, iki alanı farklılıklarıyla ve aynılıklarıyla ele alıyor, edebiyatın içindeyken bir yandan da bilimi yardımcı olarak kullanıyorsunuz. Bunun eğitim ve meslek yaşamınızla bir ilgisi var sanırım. Denemelerden anladığım kadarıyla, sanat kadar bilimin sorunlarıyla da ilgili görünüyor; sanat kadar bilimin kavram ve örnekleriyle de düşünüyorsunuz. Edebiyatçı yönünüzün mühendis yönünüzle arası nasıl?

Söyleşilerde hep sorulur: Yazar olmasaydınız ne olurdunuz? Yanıtından çok emin olduğum bir sorudur bu. Yazar olmasaydım bilim insanı olurdum. Hâlâ bilime elimden geldiğince yakın durma çabası içindeyim. Bilimin yararlılığına kuşku yok ama ben onu insanlığa verdiklerinden öte gerçekten bir zevk aracı olarak seviyorum. Güzel bir roman ya da güzel bir şiir bana ne kadar keyif veriyorsa takip edebildiğim bir matematiksel teoremden de o kadar haz alıyorum. Buna ek olarak sosyal bilimler için şunu da söyleyebilirim: Sosyoloji, psikoloji ya da antropolojinin öğrettikleri bir yazarı daha iyi yazar yapar. Onlar sayesinde toplumu, insanı, toplumun kurallarını, insanın acılarını, sevinçlerini ve bunların kökenlerini daha iyi anlarız; yazarken kullandığımız malzemeye daha fazla hâkim oluruz. Böyle baktığım için sosyal bilimlere ya da felsefeye ayırdığım zamana hiç acımıyorum ve yazarlığımı onlarla beslemeye çalışıyorum.

Bilkent Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’ne ilk sınavda Türkiye 9’uncusu, ikinci sınavda da Türkiye 16’ncısı olarak girmişsiniz. Parlak bir başarı. Bugün düşündüğünüzde mühendislik kariyerine adım attığınız o günü nasıl anıyorsunuz; şükranla mı, yoksa “Keşke olmasaydı,” diyerek mi?

Mühendislikle hiç sorunum olmadı. Mezun olduktan sonra meslek olarak yapmaya başladığımda mühendisliği daha da çok sevdim. Yine de şunu hep düşünürüm: Acaba temel bilimleri mi seçseydim… Fizik ya da matematik… Liseden sonra bu kararsızlığı yaşamıştım. Zamanı geri alma şansım olsaydı temel bilimleri mi yoksa mühendisliği mi seçerdim hâlâ bilmiyorum. Mühendislik, bana genç sayılabilecek bir yaştan itibaren, yazarlığı aileden zengin bir insan gibi yapma olanağı sağladı. Bu anlamda ona ne kadar minnet duysam azdır.  Bir de şu var tabi: Hayat her zaman planladığım gibi gider mi bilmiyorum; ileride bir tarihte ekmeğimi kazanmak için yazı dışında bir iş yapmam gerekirse mühendislikle karnımı doyurabileceğimi tahmin ediyorum. Bu az bir rahatlık değil. Sonuç olarak, sorduğunuz o  günü şükranla hatırladığımı söyleyebilirim.

Sıradana Övgü Toprak Işık Delidolu Yayınları, 160 sayfa
Sıradana Övgü Toprak Işık Delidolu Yayınları, 160 sayfa

 

Show More