İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Modern bir direniş destanı

Modern bir direniş destanı

Zarife BİLİZ

Ferda İzbudak Akıncı’yı çocuklar ve yetişkinler için yazdığı kitaplardan tanıyoruz. Ancak Bergamalı Simo’nun yeri diğerlerinden farklı. Akıncı bu kitabında gerçek bir köylü direnişinden yola çıkarak tarihe şerh düşüyor.

Egeli bir yazardan, gene Ege’nin bağrından kopup gelen gerçek bir mücadele öyküsü. 1990’lı yıllara damgasını vuran olaylardan biriydi, Bergamalıların topraklarından siyanürle altın çıkarmak isteyen çokuluslu şirkete karşı verdikleri varoluş mücadelesi. Doğanın, çevrenin; o yörenin gerçek sahipleri olan insanlar, yani orada yaşayanlar tarafından canla başla savunulmasının ilk örneğiydi. Onları maden işgalinde, çizgili pijamalarıyla İstiklal Caddesi’nde yürüyüşte, kendilerini Boğaz Köprüsü’ne zincirlerken, meşaleli yürüyüşler yaparken, televizyonlarda, gazetelerde her yerde gördük.

Çevre sorunlarının aldığı korkunç biçimler düşünüldüğünde önemi aşikâr bu mücadelenin, tarihin sessiz sayfalarına gömülüp kalmasını istememiş Ferda İzbudak Akıncı. Bergamalı Simo adlı romanında Bergama ve çevresinde yaşanan olayları yakınımıza getiriyor. Bergama’nın tarihsel ve mitolojik zenginliğinin bir karakter gibi canlı bir şekilde yer aldığı, âdeta nefes aldığı romanda, kapı komşumuz kadar yakın, bizden olan kahramanlarla birlikte siyanürün soluğunu ensemizde hissediyor; toplumsal ve sınıfsal yönleriyle bir durumun önümüzde katmer katmer açılmasına şahit oluyoruz.

Bergamalı Simo adlı romanınız son yıllarda aslında tüm dünyanın gündemine daha fazla giren bir sorunu ele alıyor. Rant için, para için insanın çevreye pervasızca ve geri dönüşsüz şekilde verdiği zararı. Olay Bergama yöresinde çokuluslu bir şirketin siyanürle altın çıkarma girişimiyle başlıyor. Halk buna isyan ediyor ve bir direniş başlıyor. 1990’lı yıllarda gerçekten de Bergamalı köylülerin böyle efsanevi bir direnişine tanık olduk. Romanınızın Bergama’da yaşananlarla gerçeklik bağı nedir?

Bergamalı Simo her şeyden önce bir roman. Simo, Yadigar, Murat benim roman kahramanlarım. Onların kurgusal bir yaşamı var. Bergama’da yaşıyorlar. Antik kent bütün Bergamalılar gibi onları da etkilemiş.  Büyük bir tarih mirasının içinde soluk alıyorlar. Arkalarını Akropol’e yaslamışlar. Evleri, Kızılavlu da denen Serapis Tapınağı’nın dibinde. Çok verimli, kocaman bir ovanın kıyısındalar. Bereketli, zengin bir yer Bergama. Sıradan bir yerleşim yeri değil. Binlerce yıl önce krallıkların kurulduğu, dünyanın ilklerinin yaşandığı bir yer. Diğer Bergamalılar gibi roman kahramanları da orada yaşıyor ve hayatları kendi akışında sürüp gidiyor. Derken ortaya altın madeni çıkıyor. Maden herkesin yaşamını bir biçimde etkileyecek. Bizim kahramanlarımızı da elbette. Burada artık gerçek var. Altın madeni gerçeği, romanın kurgusuna tutunarak, sarmal bir biçimde ilerliyor. Bergama direnişine romanda sadık kaldım. Hiçbir şeyi atlamamaya çalıştım. Yoksa bu, o büyük, güzel direnişe haksızlık olurdu.

Roman bir bütün olarak okurunu çok canlı bir atmosferin içine çekiyor. Âdeta o topraklarda yaşıyor, nefes alıyor, kahramanlarla birlikte güneşin doğuşunu görüyor, fıstık çamlarının kokusunu içinize çekiyorsunuz. O bölgeyi bu kadar canlı anlatabilmek için insanın oralarda yaşamış olması gerekir. Kitaptan o yörenin, hani derler ya, taşına toprağına buram buram sevgi yayılıyor…

Doğduğum ve çocukluğumu geçirdiğim yer Dikili; Bergama ile arası yalnızca 22 kilometre. Ovacık Altın Madeni, Bergama’ya 10, Dikili’ye 12 kilometre uzaklıkta. Ortada sayılır.

Bergama’da hep akrabalarımız oldu. Eskiden İzmir’den Dikili’ye Bergama üzerinden giderdik. Aynı topraklar. Aynı ürünler yetişiyor. Ve Bergama insanı çok çalışkan, çok üretken. Yöreyi çok iyi tanıyorum. Ege’nin güzel tarlalarının, güzel tepelerinin yer aldığı bir coğrafya. Ama elbette çok da araştırdım. Romanı önce belleğimde kalan Bergama ile yazdım. Anılarımın yol göstericiliğine güvendim. Romanın yolunu hiçbir şeyle kesmek istemedim. Maden hakkında hiç kimseyle görüşmedim. Olaylara basından izlediğim gibi yer verdim. Ancak romanı bitirdikten sonra, yıllar sonra yeniden gittim oralara. Akropol’e çıkıp Simo’nun gözleriyle baktım Bergama’ya. Bergama Arastası’nı dolaştım. Kimi aradığımı sordular, tanımazsınız, dedim. Arasta’da dükkânı varsa tanırız, dediler.  Adı ne aradığınız kişinin, dediler. Tanımazsınız, çünkü adını ben koydum, dedim. Onlara kahramanım Simo’yu anlattım. Birlikte çay içtik. Serapis Tapınağı’na gittim. Yüksek kulelerinin gölgesi hangi bahçeye, hangi saatte vuruyor diye saatlerce bekledim. Çünkü Yadigar’ın evi orada olacaktı. Yazdığım her şeyi doğrulamak, yerinde görmek ve romanda iyice yerli yerine oturtmak istedim. Kendi roman kahramanımın, kendi kurduğum evini, gerçek sokaklardan birinde görmeyi umdum. Evet, öylesine gerçek gibiydi roman kahramanları. Sonra dönemin belediye başkanı, şimdi güzel romanlara ve Bergama hakkında pek çok kitaba imza atan Sefa Taşkın’la ve başka bazı direnişçilerle, ayrıca maden açıldığında çok destekleyen ve orada çalışan, sonra karşı çıkan ve ayrılan bir mühendisle görüştüm. Notlar aldım. Maden alanı işgalini onlar anlattılar. Romanın en güzel bölümlerinden biri oldu. Bu gezilerin çok katkıları oldu. Roman gelişti. O insanların heyecanı aktı sanki sayfalara.

Bergama, eski adıyla Pergamon, tüm tarihsel ve mitolojik mirasıyla kitapta canlı bir karakter gibi. Önce Simo, sonra da Yadigar’ın gözünde dilleniyor, romana âdeta bir karakter gibi dâhil oluyor. Cansız görünen ama alabildiğine canlı kıldığınız bu karaktere dair neler söylemek istersiniz? Pergamon romanda neleri temsil ediyor?

Pergamon tarihte bir ilkler kenti. Madra Dağı’ndan Akropol’ün tepesindeki kente su taşıyan sistem, bugün insanları hâlâ hayrete düşürüyor. İlk grev ve toplu sözleşmenin, M.Ö. 248’de Bergama’da yapıldığı bilgisi var. Dünyanın büyük mermer ustaları dünya kültür mirasına büyük yapıtlar kazandırmış burada. Mermer okulundan söz ediyorum. Sağlık Yurdu’ndan. Bergama bir bilim ve kültür kenti. Çok etkileyici. Serapion’u, Akropol’ü görmeyenlere oraların görkemini anlatmak istedim. Nehrin üstündeki temeli olmayan evleri… Bergama insanının yaşam biçimini… Bergamalıların geçmiş zamanlarda bunların değerini bilmediği yazılıp çizilir. Sözü, “Zeus Tapınağı’nı iyi ki alıp başka ülkelere götürmüşler”e kadar vardırırlar. Öyle değil. İnsanlar, doğup büyüdükleri yerin tarihinden, kültüründen beslenir. Bergamalı, gerektiğinde bu büyük kültür mirasını, bu güzel toprağı yiğitçe savunmuştur. Hem bu dev şirketlere hem de onlara buraları peşkeş çeken yöneticilere karşı tarihe geçmiş bir direniş göstermiştir. Bergama hep tepeden aşağı yönetenlerce harcanmıştır. Orada yaşayanlar tarafından değil.

Biraz da kitaba adını veren Bergamalı Simo karakterinden bahsedelim. İnsanın insana, dünyaya ettiği ezadan, hırstan, tamahtan yorulup kendini dağlara, Bergama’nın tarih kokan tepelerine vurmuş bir karakter Simo. Bir tür meczup… Simo karakterini nereden esinlendiniz?

2005 yılında, akşam haberlerini izlerken, bütün mahkeme kararlarına karşın Bergama’daki Ovacık Altın Madeni’nin çalışmaya başladığını duydum. Oturduğum koltuktan kalkarak, “Biri bunu yazsın artık!” diye bağırdığımı anımsıyorum. Sonra çevreme baktım. Bu görevi kime veriyor, kime sesleniyordum ki? Bilgisayarın başına geçtim. O ana dek hiç görmediğim, hiç tanımadığım, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir adam, Simo, Bergamalı Simo, Akropol’deki tiyatronun basamaklarından aşağı inmeye başladı. Sonrası dediğim gibi, roman su gibi akıp gitti. Simo, ki o bir hayalî kahramandır, kendi yolculuğunu başı dik biçimde sürdürdü. Ben de Simo’yla yürüdüm Bergama’nın dağlarını, ovalarını, görkemli sütunlarıyla bütün o havzaya tepeden bakan Akropol’ü… Öyle birini daha önce hiç tanımamıştım. Ama daha ilk satırda, Simo’yu yıllardır tanıyor gibiydim. Ben Bergama’yı, siyanür havuzunu, maden alanını, köyleri onunla dolaştım. Her şeyi onun gözleriyle görmeye çalıştım. Yadigar’ın öfkesine tanık oldum. Yorulmak nedir bilmedik. Araştırmaları da katarsak, birlikte yaptığımız bu yolculuk tam iki buçuk yıl sürdü.

Bergamalı Simo’yu okurken Fakir Baykurt’un, Yaşar Kemal’in kitaplarını hatırladım. Onlar köy gerçeğini, sınıfsal ve toplumsal zeminine oturtarak, gerçekçi bir tarzda anlatmayı başaran bir yazar kuşağının iyi tanıdığımız temsilcileriydi. Bergamalı Simo’nun da bir roman olarak onlarla türdeşliği, bir akrabalığı var sanki?..

Çünkü o ustalar da bu halkın hikâyelerini anlatmış, anlatıyor. Onlar da bu ülkede insanlara yapılan haksızlıkları işliyor romanlarında. Ben de böyle görüyorum hayatı. Dünyanın merkezini üç beş büyük kentten ibaret sanmak büyük yanlış. Edebiyatı oralarla sınırlamak da haksızlık. Ben toplumcu bir yazarım. İnsanlığı ilgilendiren hiçbir yaraya sırtımı dönemem. Bergama gerçeğinde çok farklı bileşenler var. Sıradan bir karşı çıkış değil. Direnişleri devrimci bir karakter taşıyor. Mücadeleye sınıf bilinciyle başlamıyorlar. Ama o bilince ulaşıyorlar. Hareket onları değiştiriyor.

Bergamalı Simo Ferda İzbudak Akıncı Delidolu Yayınları, 296 sayfa
Bergamalı Simo Ferda İzbudak Akıncı Delidolu Yayınları, 296 sayfa
Show More