İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Her dört yapraklı yonca şans getirmez!

Edebiyat, başka zamanları, başka gerçekleri şu an bizim gerçekliğimizmiş gibi yaşatabildiği için var. Bu çocuk edebiyatı için de geçerli. Tabii onu, çocuğa ders vermek için araçlaştırmaz, en can alıcı yere eskimiş bir mesaj sıkıştırmazsak.

Yazan: Suzan Geridönmez

Bir öykü kitabını anlatmaya içine serpiştirilmiş illüstrasyonlardan başlanır mı? Bence başlanır. Hele de bunlar Sahar Bardaie’nin Gonca ile Yonca adlı öykü kitabı için çizdiği görseller kadar çarpıcıysa. İranlı sanatçının çizimleri kendine özgü. Dönemsel olarak resimli çocuk kitaplarında fazlasıyla baskın hâle gelen belli bir tarzı ya da başta çok ilgi çekerken zamanla kendini/birbirini tekrar eden bildik bir ekolü yansıtmıyorlar.

Gonca ile Yonca’nın illüstrasyonlarında suluboya, kolaj ve baskı tekniğini harmanlayan, öykülerin hüzünlü atmosferini karanlık renklerle vurgulayan Bardaie, metinde geçen mekân ve objeleri aynen resimlemekten taraf değil. O gerektiğinde objelerin bozulmasından, mekânların kaldırılmasından yana. Sanatçı, verdiği röportajlarda gerçekçi çizime tümden karşı olmamakla birlikte çağdaş çocuk kitapları illüstrasyonunda “anlamsal olarak güçlü” ve “duygusu olan”  illüstrasyonlar ortaya çıkarmayı hedeflediğine dikkat çekiyor.

Dikkat çekmekle de kalmıyor, eserleriyle gerçeğe dönüştürüyor. O kadar ki Gonca ve Yonca kitabıyla aynı ismi taşıyan ilk öykünün başındaki tam sayfa görsel, beni küçük kahramanı Gonca’ya metinden daha çok yaklaştırıyor.

İlk gördüğüm, kalın ama saydam karanlık çizgilerin arasından el ele tutuşmuş bir anneyle çocuğun silueti. Bana yansıyan sevgi-hüzün-özlem. Bir kayıp öyküsüyle karşı karşıya olduğum hissi uyanıyor. Okumaya başlamamla bu bir bakıma doğrulanıyor. İlkokul öğrencisi Gonca gerçekten de annesiyle babasını erken yaşta kaybettiği için çiftçi olan dedesiyle yaşıyor. Dahası yazar köy yerinde o yaştaki insanların ölmesinin an meselesi olduğunu da vurguluyor.

Ancak öyküde ön planda olan, küçük kızın bu dünyada yapayalnız kalma korkusu değil. Onun iç dünyasıyla ancak satır aralarını zorlayarak, daha ziyade de illüstrasyonlar yoluyla bağ kurabiliyoruz. Öykünün baskın sesi, ev ve bağ işlerini görmek yönlü beklentilerini karşılamadığı ve gereksiz yere bir çift ayakkabı istediği için “şımarık” bulduğu torunundan şikâyetçi dedeye ait.  Dedenin, torununa dönük, “Belki, ‘Dedem yorgun ve aç gelecek,’ diyerek bir çorba pişirmiştir. Ah bir yapabilse, ah bir becerebilse!” ya da merhum karısı için, “…şimdi evde bizim kadın olacaktı. Elimi yüzümü yıkamak için suyu hazırlamıştı. Güzel bir çorba pişirmişti. Yanına hamarat elleriyle hazırladığı turşudan da koymuştu. Yatağımı hazırlayacaktı sonra…” türü toplumsal cinsiyet algısı açısından epey sorunlu ifadeleri bir yana bırakalım. Hatta bunların dedenin gerçekliğiyle örtüştüğünü kabul edelim. Peki, yazarın öykünün mesajını tam da bu beklentiler üzerine inşa etmesine ne demeli?

Şans getirdiğine inandığı için dört yapraklı yonca arayışındaki küçük Gonca, hedefine ancak dedesinin işlerini üstlenince erişiyor. Tüm yonca bahçesini biçtikten sonra bulduğu yoncanın ona mesajıysa şu: “… beni bulmak için verdiğin emek, döktüğün ter dışında sana hiçbir yardımım dokunmaz. İnan ki gerçek bu. Kişi dilediklerini, didinip çalışarak elde edebilir. Çok çalışarak, ter dökerek.”

Birden eski okul yıllarıma ışınlandım. Almanca ders kitabımızda bir şiir vardı. Orada ölüm döşeğinde bir çiftçi, tembel oğullarına üzüm bağında bir hazine saklı olduğunu söyler. Ama daha “Nerede?” diyen çocuklarına yanıt yetiştiremeden son nefesini verir. Babanın son sözleri üzerine bağı alt üst eden gençler hiçbir şey bulamayıp hayal kırıklığına uğrar. Ne var ki farkına olmadan toprağı bellediklerinden ertesi yıl hasat çok verimlidir. Son kıta, hazineye giden yolun emekten geçtiğini işler.

Öykümüzün dersine ne kadar benziyor, değil mi? Fark şurada: Gonca ile Yonca 2015’te yazılmış bir çocuk kitabında yer alıyor, aydınlanmacı Alman şairi Gottfried August Bürger’in 1789’da kaleme aldığı Hazine Avcıları adlı şiirse edebiyat tarihi hakkında bilgi veren bir ders kitabında.

Öykü mutlu bitiyor. Tabii onu işten el ayak çeken dedenin gözünden okuduğumuzda… Çalışmanın önemini kavrayan Gonca’nın köy ve arkadaşlarından, başka bir klişeyi gerçekleştirmek,  “okuyup doktor olmak” üzere ayrılırken gerçek hislerini merak ediyoruz.  Ama Gonca’nın ruhuna dokunmakta yazardan daha başarılı olan çizer de sonu açık, daha doğrusu illüstrasyonsuz bırakmış.

Pürüzsüz Türkçesi sayesinde rahat okunan diğer iki öykü de günümüz çocuk okurunu yakalayabilecek içerik ve anlatıma sahip değil. Satıcı Çocuklar hayatında ilk defa trenle karşılaşan bir oğlanın biletsiz tren yolculuğunu anlatıyor. Kabul, bugünün çocuğuna “ilk tren heyecanını” anlatmak zor.  Ama edebiyat, başka zamanları, başka gerçekleri şu an, bizim gerçekliğimizmiş gibi yaşatabildiği için var. Bu çocuk edebiyatı için de geçerli. Tabii onu, ders vermek için araçlaştırmaz, en can alıcı yere eskimiş bir mesaj sıkıştırmazsak. Kısacası satıcı çocuklara özenip ilerde kendisi gibi bir “garibe” (aynı bu tabirle) yardım etmek için trenlerde çalışmaya karar veren kahramanla küçük okurun özdeşleşmesini beklemek hayal!

Evdeki pahalı oyuncaklarla baş başa kalmakla mahalle arkadaşlarıyla oynamayı karşılaştıran Sen de Katıl Bize öyküsü aynı şekilde mesaj kaygısının altında eziliyor. Ama hiç değilse ders saf köylü çocuklarına değil, onları beğenmeyen sosyetik anneye veriliyor.

Keşke kitap, “yaşamınız boyunca size kılavuzluk edecek temel değerler”e işaret eden bir arka kapak yazısı yerine, yakın zamanda yitirdiğimiz bir edebiyatçıyı anmak üzere yayımlandığını açık eden bir editoryal sunuşla hazırlansaydı. Çocuk okurla buluşması değil ama yerini bulması kolaylaşırdı.

Gonca ile Yonca Celal Özcan Resimleyen: Sahar Bardaie Nesin Yayınevi, 72 sayfa
Gonca ile Yonca
Celal Özcan
Resimleyen: Sahar Bardaie
Nesin Yayınevi, 72 sayfa
Show More

2 Comments

  • Aslı kaya
    Aslı kaya

    Edebiyata bunca hizmet etmiş,değerli bir yazar,şair ve ressamdı. Hem öğretmen hem edebiyatçı olarak önemli eserler bıraktı. Ölümü beni çok üzmüştü. İyi ki bu haksızlığı görmedi diye sevineceğim neredeyse. Ölmüş bir edebiyatçının ardından gereksiz ve haksız bir yazı olmuş. Yazık.

  • Mehmet Kara
    Mehmet Kara

    Sayın Aslı Kaya, yorumunuz beni şaşkınlığa uğrattı. Elbette Celal Özcan’ın değeri konusunda sizinle aynı fikirdeyim. Ama sadece artık hayatta olmadığı için eleştirilmemesi gerektiği fikri ne kötü! Böyle bir yaklaşım kabul edilebilir mi? Dahası kitabı okudunuz mu bilmiyorum. Ben henüz bitirdim. Ve eleştirmenin dikkati çektiği hususlar oldukça yerinde. Gerçekten de dede ve torun ilişkisinde biçimlenen ataerkil bakış rahatsız edici. Bir çocuktan beklenenler ise ayrı bir tartışma konusu. Özellikle kadın bir yorumcunun, toplumsal cinsiyet alanında sorunlu bir metni daha eleştirel okumasını beklerdim.

Comments are closed