İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kültür alışverişinizi nasıl yapmak istersiniz?

Ne yapar, nereye gider şehir hayatını keşfetmek isteyen bir fil? Sokaklarda mı dolaşır? Sinemaya, operaya, baleye, müzeye mi gider?

Yazan: Melek Özlem Sezer

Reklam büyücüsü Olivero Toscani, Venedik’te dünyanın dört bir yanından topladığı yetenekleri Fabrica’sının girişinde şöyle bir uyarıyla karşılıyormuş: “İçeri girerken bütün o güzelim, karmaşık fikirlerinizi çöpe atın ve yerlerine hiç de etkileyici gözükmeyen en basit çözümlerinizi koyun. Bunu ısrarla yeniden deneyin. Sonuçta vardığınız nokta o kadar basit olsun ki görenler sizin nasıl bir yol kat ederek o sadeliğe ulaştığınızı asla öğrenemeden, ‘Bunu herkes yapabilir’ desinler.”

Öyle ya üç beş dakika içinde okuduğumuz ama etkisi gün boyu süren, güldüren, düşündüren, içimizi kıpır kıpır yapan, dahası yazdıklarımızı sarsan, ayıklatan çocuk kitapları için sıklıkla şöyle deriz: “Bunu ben yazardım/yazacaktım aslında. Dahası sürahiden bardağa su boşaltmak kadar kolay, şırıltılı olacaktı bu.”  Bardağın içinde berrak bir su… İçmesi ne de kolay ve ferah.

Ne ki kolay olmaz o yalınlığa kavuşmak. Picasso’nun Don Kişot tablosu gibi üç beş çizgiyle bir karakteri, hikâyesini de hissettirerek tanımlamak. Azıcık harçla, saray inşa etmeyi ise en iyi çocuk kitapları becerir. Örneğin Bu Kitap Benim Köpeğimi Yedi!, türünün en özel örneklerinden, olağanüstü çarpıcı bir kitaptır ve Richard Byrne yaklaşık iki yüz kelimeyle bir şaheser yazılabileceğini kanıtlamıştır. Isol’un Kültür Alışverişi o kadar kısa olmasa da usta işi bir yalınlığa sahip. Fantastik ama kendi dünyasını iyi kurduğu için inandırıcı, üstelik eğlenceli bir hikâyeyle, göze batmadan, didaktik olmadan muhalif mesajlarını metne akıllıca yediriyor.

Şöyle başlıyor kitap: “Julito, her gün neredeyse altı saatini televizyon izleyerek geçirirdi.”

Isol, bir cümleyle modern dünyanın çocuğuna spot vuruverir. Ne gariptir ki hemen arkasından durumun tuhaflığına dair uyarı televizyondaki reklamdan gelir: “Kültürlerinizi değiş tokuş edin. Yaşadığınız yeri bir haftalığına yabancı biriyle değiştirin ve bambaşka bir hayat yaşayın.”

Julito, İran’da, Afrika’da, Çin’de, Türkiye’de yaşayan bir çocukla mı yer değiştirecek acaba? Bu minvalde yazılan pek çok kitapta öyle oluyor ve yazar, vereceği dersleri düşünmekten kafası şişmiş bir halde sayfaları da didaktik laflarla şişirip duruyor. Oysa Julito öyle yapmıyor, tezatlığı doğada ve şehirde yaşamak üzerinden kuruyor. İlginç şeyler olabileceğini düşündüğü Afrika’ya mektup yazıyor. Bir hafta sonra üzerinde “Kültür Alışverişi Afrika” yazan koskocaman bir paket geliyor. İçinde de şehirde yaşamak isteyen bir fil.

Peki, ne yapar, nereye gider şehir hayatını keşfetmek isteyen bir fil? Sokaklarda mı dolaşır? Sinemaya, operaya, baleye, müzeye mi gider? Yoo, bizim filimiz şehri daracık bir yerde yaşamak istiyor, gelir gelmez de şöyle söylüyor: “Merhaba, ben televizyon seyretmeye geldim.”

Bombo televizyonun karşısına geçip oturadursun, gemiyle Afrika’ya doğru yol alan Julito pek düşünceli. Filler ya onu üzerine bastıkları farelerle karıştırırsa, acaba kendini Bombo’nun ailesine nasıl tanıtsa?

Neyse ki Julito’nun “Ormanı tanımaya geldim, ayrıca fare de değilim.” açıklaması yeterli oluyor. Sonrasında bir filin başından sırtına kaymaca oynuyor, maymunlarla eğleniyor, doğru yerden izlendiğinde günbatımının ondan fazla rengi olduğunu keşfediyor, suya balıklama atlamayı öğreniyor. Biz Julito’nun ilginç maceralarını izlerken, arada da durup Bombo’ya bakıyoruz. O hep televizyon izliyor, artık gözleri taş atılmış göl gibi halka halka olmuş. Ne ki sonunda “Evli evine, köylü köyüne, herkes kendi yerine!” demenin zamanı geliyor. Julito da evine, daha doğrusu bir koltuk ve televizyondan ibaret olan mekanına dönüyor. Bombo’ya “Hadi” diyor, “seni evden bekliyorlar.” Bombo’nun cevabı, ona ayrı bir şirinlik katıyor: “Ama çizgi filmler saat altıda başlıyor.”

Ne ki tatlı bir ara verip, hayat kaldığı yerden devam etmeli. Bombo ormanına dönüyor, Julito ise filin ezip büzdüğü koltuğuna. Televizyonda ormanlardan biri gösteriliyor, Julito uyuyakalıyor. Böylece Julito’nun bir haftalık, bizim de yedi dakikalık maceramız sona eriyor.

Sinemanın altın kuralı: “Anlatma, göster.” Isol da bu kuralı benimsemiş gibi görünüyor. Ne Julito’nun televizyon karşısına çakılı kalmasını ne yavru filin de aynı şeye heveslenmesini ne de ormanda hayat daha güzel oysa türü şeyler anlatmadığı gibi, yargı cümleleri de kurmuyor. Bunun yerine ormandaki yaşamı ve insanın doğadan kopmakla neler kaybettiğini gösteriyor, kimi zaman yalnızca resimlerle… Resimler demişken, yazar kitabı kendisi resimlemiş. Ne müthiş bir olanak bir yazar için! Aynı zaman da okuyucu için de hoş, çünkü yazarın hayal ettiği dünyayı birebir görmüş oluyor. Ama bu kitap için bir iki yerde bunun dezavantajları da var. Dildeki yalınlık ve berraklık bazen resimlerde yakalanamıyor, kimi espriler kolay anlaşılmıyor, hatta gözden kaçıyor. Örneğin üstüne fil oturduğu için Julito’nun koltuğunun ezilip büzülmüş olduğunu, metin sayesinde anlıyoruz. Yani burada “Anlatma, göster.” kuralı işlemiyor. Sonrasında hoş bir espri var, Julito’nun uyuyakaldığı sahnede koltuk yavru fil biçimini almış. Ne ki bu sayfa, tıpkı Julito’nun kitabın içine atladığı resim gibi görsel ifadede birazcık daha ustalık istiyor.

Arjantili yazar-çizer ve pop şarkıcısı Isol, 2013’te Astrid Lindgren Ödülü almış. Okunmayı, tanınmayı hak ediyor. Elbette okuyucu da Isol’u daha çok tanımayı ve onun anlatacağı öykülerde kaybolmayı hak ediyor. Umarız FOM Kitap bizi daha çok Isol kitabıyla buluşturur. Belki böylece Julito da koltuğundan kalkar, eline bir Isol kitabı alıp parka gider. Kim bilir…

Kültür Alışverişi Yazan ve Resimleyen: Isol Türkçeleştiren: Sima Özkan Yıldırım FOM Kitap, 32 sayfa
Kültür Alışverişi
Yazan ve Resimleyen: Isol Türkçeleştiren: Sima Özkan Yıldırım FOM Kitap, 32 sayfa

 

 

Show More