İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Anlatılan senin hikâyendir…

İbrahim Öğretmenime saygıyla…

Yazan: Alev Karakartal

Hâlâ var mı bilmiyorum, çocukluğumda okumayı söken çocuklara kırmızı kurdele takılırdı. Sırayla, birer birer… Çalışkan bir çocuktum. Hikâyelere meraklı, rakamları seven. Hemen sökmüştüm okumayı, kurdeleyi de kapmıştım tabii. Beni “kara kızım” diye seven ilkokul öğretmenim, kurdelenin yanında bir şey daha verdi, bir hediye: Küçük Kara Balık. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim, kafam karıştı. Eve yürürken (evet, biz ilkokul çocukları, bir zamanlar mahalle okulumuza yürüyerek kendi kendimize gider gelirdik) üzülmeye karar vermiştim çoktan. Babaanneme kitabı gösterip, “Ben kara olduğum için bu kitabı verdi, değil mi?” derken yüzümü hatırlıyorum şimdi, ağlamaklı…
Ertesi gün okula onunla birlikte gittik, babaannem hesap soracaktı. Ne konuştular bilmiyorum, ama öğretmenim beni çağırdığında, gözlerini kırmızı ayakkabılarına dikmiş, küskün kız çocuğuna söylediklerini unutmadım: “Sana bu kitabı, bu balıkla renkleriniz değil, kalpleriniz benzediği için verdim. Oku, anlayacaksın”…
“Örneğin şunu anladım: Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikâyet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şeye, şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret, yoksa dünyada başka şekilde yaşamak mümkün mü?”
Tıpkı sonraları annesinin ve diğerlerinin Küçük Kara Balık’a söylediklerini de defalarca duyacak olmam gibi:
“Yavrucum, çıldırdın mı sen? Dünya… Dünya da ne demek oluyor? Dünya burası işte, yaşam ise işte yaşıyoruz, varız”… “Başka dünya münya yok. Dünya burası işte, geri dön”…
Küçük Kara Balık, kendimi inşa sürecime sağlam bir başlangıç noktası olurken, Azeri, Fars ve dünya edebiyatının kıymetlilerinden Samed Behrengi ile tanışmama da vesile oldu. Bir Şeftali Bin Şeftali geldi sonra, boyun eğmeyen, itaatsiz şeftali ağacının hatırınadır, şeftali ağaçlarına meylim. Ardından İki Kedi Duvarda
İhtimal benimkine benzeyen bir ilkokul öğretmeni olan Samed Behrengi’yi bir kelimeyle tanımla deseniz; “yetinmeyen” derdim. Öğretmen, gazeteci, çevirmen olmakla yetinmeyip yaşadığı toprakların kültürü hakkında araştırmalar yapan, halk dilindeki masal ve söylenceleri derleyen, yeniden kaleme alan Behrengi, hepsini de işçi çocuklar(ın)a adadığı pek çok çocuk kitabı yazdı. Öyle hikâyelerdi ki bunlar, sadece ülkesinde değil, tüm dünya halkları için birer adalet, özgürlük, eşitlik manifestosu, direniş çağrısı oldu. Bedeli de ağır oldu, zamanın Şah yönetimine karşı kaleme aldığı hikâyeler elden ele dolaşırken, henüz 28 yaşındaki Behrengi, Aras Nehri’nde ölü bulundu.
Dünyanın pek çok ülkesinde, pek çok dilde olduğu gibi Türkçede de sayısız kez yayınlanmış Behrengi öyküleri, bu kez toplu halde, Panama Yayınları tarafından basılmış. Kuşların, börtü böceğin, ağaçların hatta oyuncak bebeklerin birer “kişi” olarak mucizevi, büyülü bir dünyayı insanlarla paylaştığı, harikulade bir düşler ülkesinde geçen can yakıcı hikâyeler bunlar. Özellikle geleneksel Azeri ve Fars masallarındaki, gelişmemiş bir coğrafyanın geleneksel değerleri, yaşayış biçimi, algı ve anlayışlarının, genel olarak alt sınıflar, yoksul ve yoksunların, ama spesifik şekilde ve tüm ağırlığıyla kadınlar ve kız çocuklarının hayatında yarattığı tahribata, neden bahsedildiğini en içinden bilenlerin gözüyle tanık olmak, her seferinde yaralıyor, kanatıyor, üzüyor, öfkelendiriyor. Neyse ki bir Behrengi masalındaysanız, teslim olmak ve boyun eğmek kategori dışı.
Panama Yayınları, güzelim bir kapakla sunmuş öyküleri. Leyla Çelik’in eline sağlık. Ama içeride, her bir öykünün başlangıcındaki göz okşayan “oryantalist” desenler sahipsiz kalmış. Onlar da Çelik’e mi ait, yoksa adını anmadıkları başka bir çizerin mi bilemiyoruz, çünkü künyede bir ibare koymaya gerek duyulmamış. Hayırlı bir iş yaptıklarını teslim etmekle birlikte yayınevinin gerek duymadığı başka şeyler de var; mesela iyi bir editörlük hizmeti. Çevirmen, gördüğü gibi, yani Türkçeye uyarlamaya gerek duymadan çevirmiş olsa da keşke (varsa) öyküleri yayına hazırlayan editör, Türkçede özne çoğul olsa bile yüklemin tekil çekildiğini bilse, para biriminin bazen lira bazen tümen olarak çevrildiğine dikkat etse, tashihlerle ilgilense, -mışmış’la biten cümlelere bir el atsaymış. Onun yerine, isimlerin bazılarını Türkçeleştirmek (bk. Ulduz-Yıldız) çabasına girişilmiş ki hiç gerek yokmuş.
Kitapta toplanan öyküler, Behrengi’nin öykülerinin tamamı olmadığı, kitaba alınmayan başkaları da olduğu için, “bütün öyküleri” lejantının, yazarın kocaman adının altına konulması ise, “gerek yokmuş”un ötesinde ayıp olmuş. Tek bir çocuk (ya da umarım) yetişkin bile, bu kitabı okuyarak tüm Behrengi külliyatını bildiğini düşünse, vebali Panama’nın boynuna.
İyi ki ne yaparsanız yapın elinizdeki malzeme, Samed Behrengi; hiçbir özensizliğin zedeleyemeyeceği bir hikâye anlatıcısı. Yetişkinlere karşı çocukların, zenginlere karşı yoksulların, çoğunluğun yerine azınlığın, yasakların yerine özgürlüğün, had bildiren parmakların yerine sıkılan yumrukların yanında yer almış bir insan olması değil sadece; iyi bir edebiyatçı, adanmış bir öğretmen, sağlam bir çevirmen, halkına, topraklarına, dünyaya olan inancı, öfkeyi, cesareti ve umudu her dem taze tutan bir figür olarak, kısacık hayatının ötesine, on yıllar sonrasına ulaşan sesi hiçbir engel tanımadan gürül gürül çağlıyor. İyi ki…

Samed Behrengi Bütün Öyküleri Samed Behrengi Türkçeleştiren: Türker Keşmer Panama Yayıncılık, 320 sayfa
Samed Behrengi Bütün Öyküleri
Samed Behrengi
Türkçeleştiren: Türker Keşmer
Panama Yayıncılık, 320 sayfa
Show More