İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gidenin ardından

Kitabın alameti farikası kahramanın kederini, uzaklara giden arkadaşının görüntüsünün dahi onu terk etmeye başlayışıyla yaşadığı telaşı ağdalı cümlelere başvurmadan, bir çocuğun yalınlığı ve içtenliğiyle aktarması.

Yazan: Olcay Mağden Ünal

Birini kaybetmenin belki de en kötü yanı, ona ait hatıraların ve izlerin yavaş yavaş silinmesi. Zaman, acıya merhem olmaya çalışırken iyi bakterileri de öldüren bir panzehir misali hafızamızdaki tüm işaretleri yok etmeye meylediyor sanki. Üstelik bu kaybediş sadece ölüm halinde değil, hayatımızdaki yerlerinden zaruri ya da keyfi olarak vazgeçen herkes için geçerli. En fenası da önce yüzler yitiriyor akıllarımızdaki yerlerini. Rüzgâra kapılıp giden, lime lime edilmiş kâğıt parçaları gibi dört bir yana dağılıveriyorlar. Gözler, kaşlar, dudaklar; hepsi düşünüldüğünde belki tek tek geliyor gözümüzün önüne, ancak bir bütünlük arz etmiyor, artık edemiyorlar. Geceler, günler, haftalar ve hatta niceleri, geçmişe süzülen suratların peşine düşmekle, onları bir yapbozmuşçasına tekrar birleştirmeye çalışmakla geçiyor, ama nafile.
İşte Sylvia’nın yüzü de Owen Skye’ın zihninden böyle silinmeye başlar, arkadaşı çok uzaklara taşındığından beri bir anını bile onu düşünmeden geçirmemiş olsa da… Yüzünün yerini başka yüzler alır, aklı ona oyun oynar. Kim bilir belki de böyle yaparak ona duyduğu özlemi dindirmeyi amaçlıyordur. Hüzünle komedinin iç içe geçtiği Owen Skye serisinin ikinci kitabı Sylvia’dan Sonra, okura, Owen’ın taşınma sonrası hayatında açılan, hazmedemediği bu boşluğu doldurma denemelerini aktarıyor.
Bir ara “kendini hiçbir şeyin kralı gibi hissetmediğini” fark edip hangi konuda iyi olduğunun peşine düşer. Kardeşlerinin hepsinin iyi yaptığı bir şey vardır, ama Owen, hayır o herhangi bir yeteneğinin olduğunu düşünmemektedir. İşte babası kadar iyi yumurta kırma meselesine kafayı takışı da bu ana denk gelir. Ardından kendisini okula kadar takip eden ve başına bir sürü iş açan Sylvester adlı köpekle arkadaş olup onu kabul etmeleri için annesiyle babasını ikna etmeye çalışır. Bu sırada okuldaki sınıf başkanı seçiminde öğretmeninin önerisiyle aday olur. Bir yandan da Noel zamanı geldiğinde kardeşleri ve kuzenleriyle birlikte onları hem korkutan hem de epey eğlendiren maceralara atılır. Evet, belki birçok beceri geliştirip kendini de oyalar, ama Sylvia’nın yokluğunun yarattığı o yoğun his hiçbir zaman tam olarak onu terk etmez. Ne yapıp edip ona ulaşmak ister, içinde her geçen gün daha da yoğun bir şekilde hissettiği bu heves giderek bir zorunluluğa dönüşür. Bu dürtünün verdiği ivmeyle aklını çalıştırır ve Sylvia’ya nasıl ulaşacağını düşe kalka da olsa bulur.
Elbette kitap tamamen sisli bir hüzün perdesiyle örtülü değil. Aksine, örneğin Owen’ın kardeşleri ve kuzenleriyle yaşadıkları, sınıf başkanlığı adaylığı sürecindeki hâl ve tavrı ya da bir anda ortaya çıkıp ailenin vazgeçilmezi oluveren Sylvester ve onun aşkla bağlı olduğu taşının peşinden sürüklenişi… Tabii bir de kendi oğlunu kandırmaktan geri durmayan baba Horace’ın üslubu, hikâyenin mizah dozunu artıran unsurlardan sadece birkaçı. Yine de bence kitabın alameti farikası kahramanın kederini, uzaklara giden arkadaşının görüntüsünün dahi onu terk etmeye başlayışıyla yaşadığı telaşı ağdalı cümlelere başvurmadan, bir çocuğun yalınlığı ve içtenliğiyle aktarması. Ve bunu yaparken genel olay örgüsünü, mizahın kuvvetli kollarına bırakarak okuru bunaltmaktan kaçınması. Dolayısıyla ben o kederli kısımlardaki, örneğin “Owen oracıkta Sylvia’ya tabii ki onu hatırlayacağını çünkü onun kemiklerine, gözlerine ve beyninin çok büyük bir kısmına kazınmış olduğunu söylemek istedi,” cümlesindeki samimiyeti daha çok sevdim sanırım. Sylvia’nın yokluğuyla birlikte arkadaşının aklının derinliklerine daha da fazla kazınması, Owen’ın ona ulaşmak için verdiği çaba ve nihayetinde yan yana geldiklerinde onu ulaşılamaz tahtından indirip normalleştirmesi hikâyenin gerçekçiliğini artıran bir unsur olmuş. Aynı zamanda yazar bir çocuğun duygusal anlamda ne kadar yoğun bir düşünce ve his bulutunun içine girebileceğini de okura yansıtmış. Kitabı okurken hafızamda geçenlerde ağlayan bir çocuğun annesine söylediği bir laf belirdi. Söylediğine göre annesi onu anlamıyordu ve hiçbir zaman anlamayacaktı. “Neden?” diye sordu annesi, o da “Çünkü sen çocuk değilsin,” diye cevap verdi. Çocukları “alt tarafı çocuğa” indirgediğimizde onları anlayamayacağımızı hatırlatan bir kitap Sylvia’dan Sonra. Onlar da kayıplarını, özlemlerini ve hasretlerini en az bizim yere göğe sığdıramadığımız hislerimiz kadar yoğun yaşıyorlar. Ve hatta engin hayal güçleriyle bu derinliği bizim zihnimizde tasarlayamadığımız boyutlara dahi ulaştırabiliyorlar.
Sylvia’dan Sonra özenle işlenmiş bir dantel ya da iyi hesaplanmış bir denklem gibi. Tüm detaylar ustalıklı bir şekilde düşünülmüş ve keyifli bir okuma sağlaması için malzemeler doğru oranlarda karıştırılmış. Bununla birlikte kitabın çevirisinde ya da redaksiyon sürecinde bir parça daha dikkat edilmiş olsaydı, Türkçesinden de daha yoğun haz alınabilirdi diye düşünüyorum. Çok büyük sorunlar göze çarpmasa da özellikle ilk kısımlarda metin, tabiri caizse çeviri kokuyor, ilerleyen bölümlerdeyse giderek üzerindeki ağırlığı atıp iyileşiyor. Bununla birlikte kullanılan dipnotların da bana yeterince açıklayıcı gelmediğini söylemem gerek, yine de tüm bunlar ufak bir dokunuşla toparlanabilecek detaylar.

Sylvia’dan Sonra Alan Cumyn Türkçeleştiren: Cansın Kap Büyülü Fener, 208 sayfa
Sylvia’dan Sonra
Alan Cumyn
Türkçeleştiren: Cansın Kap
Büyülü Fener, 208 sayfa
Show More