İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Keşke dünyayı çocuklara verseydik, hiç değilse bir günlüğüne*

İstiklalimizin peşinde avaz avaz klavyelere abanırken, pamuklara sardığımız çocuklarımızı birkaç saatlik eş dost muhabbetinde yücel(t)mek uğruna bizzat kendi irademiz ve aklımızla penceresiz, güneşsiz odalara tıkıp özgürlüklerini baltalıyoruz…

Yazan: Olcay Mağden Ünal

90’ların buram buram distopya ve siberpunk kokan gelecek konulu filmlerinin birçoğu fos çıktı belki; henüz uçan arabalar gelmedi, halkın çoğunluğunu oluşturan fakir kesim kanalizasyona yerleşmedi ve neyse ki Güneş bir daha doğmamak üzere bizleri terk etmedi. Ancak o filmlerin çoğunda rastladığımız bir şey gerçekleşti sanki: Evet çocuklar hâlâ anne karnında gelişiyorlar belki, ancak doğar doğmaz ebeveynlerinin kendi elleriyle yarattıkları görünmez fanuslara koyuveriliyorlar. Hâl böyleyken hayalimde devasa bir ünitenin içinde sıralanmış çocuklar canlanıyor. Her biri kendi hücresinde mahkûm, yaşlarına bakılmadan kendilerine verilen sayısız görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyorlar. Dışarının kirinden, çamurundan, kargaşasından uzakta tutulurken kendileri gibi olanlarla aynı havayı solusunlar, aman ha yanlarına başkası, öteki, dış dünyadaki sokulmasın diye bir senelik parası ancak yirmi dört aylık krediyle ödenebilecek okullara gönderiliyorlar. Oysa bilmem nerenin bilmem ne ekolünü benimsemiş bu okullar, adlarının yanına epey bir yabancı kelime iliştirip, üstüne üstlük işi abartarak üç günlük bebekleri bile dolu kontenjanları bahane ederek sıraya koyarken ülkenin kendi yarınından beklediği “ara eleman” kavramından bihaberler. Sonrası gelsin sosyalleşme adına türlü çeşit aktivite, kurs, ders vs. vs…
İstiklalimizin peşinde avaz avaz klavyelere abanırken, pamuklara sardığımız çocuklarımızı birkaç saatlik eş dost muhabbetinde yücel(t)mek uğruna bizzat kendi irademiz ve aklımızla penceresiz, güneşsiz odalara tıkıp özgürlüklerini baltalıyoruz. Oysa keşke dünyayı onlara verseydik, hiç değilse bir günlüğüne; allı pullu bir balon gibi verseydik de oynasalardı. Kocaman bir elma gibi, sıcacık bir ekmek somunu gibi, hiç değilse bir günlüğüne. Bir günlük de olsa öğrenseydi dünya arkadaşlığı.*
Kim bilir Kerem Işık da belki ilk çocuk kitabı Özgür Çocuklar serisini kaleme almaya başlarken bunları düşünmüştür; çocukların nasıl da özgür kalmaya ihtiyaçları olduğunu, onları günlük yaşamdan uzakta tutmaya çalıştıkça nasıl da yalan bir dünyanın içine attığımızı… Yazar serinin ilk kitabı Davetsiz Misafir’de iki yakın arkadaş olan Barış ve Burak’ın sıradan ve bir hayli sıkıcı hayatlarının Özgür Çocuklar Topluluğu ile tanışmalarıyla nasıl da bir anda değiştiğini anlatıyor ki bu da topluluğun iletişim aracı olan rüyalar sayesinde oluyor. Başlangıçta Burak’la Barış her gece rüyalarında kendilerine bir şeyler anlatmak isteyen o aynı tuhaf çocuğu görmeye başlıyorlar, sonra iş rüya olmaktan çıkıyor ve bir gün üzerinde upuzun pardösü olan bu çocuğu karşılarına dikilmiş hâlde buluyorlar. İşte devamlılığı tehlikeye giren topluluğu kurtarma görevini de böylece ediniyorlar. İşin aslı, kendileri farkında olmasa da bu iki arkadaştan biri Özgür Çocuklar Topluluğu’nun lideri olduğunu öğreniyor. Gözlerine ve kulaklarına inanamasalar da topluluğun düzenini sağlayan Kaptan Kobarde, kaptanla aralarındaki iletişimi kuran ve üstlenmeleri gereken görevi durmaksızın hatırlatan pardösülü çocuk Rubarba, bacaklarının olması gereken yerde uçan bir halı olan Grudi, akla gelebilecek ne varsa onun rengini söyleyiveren tahta bacaklı Leo’yla çevrili yeni hayatları işte bu vesileyle başlayıveriyor.
İstediği şey olmadığında, olduğu yerde kaskatı kesilip hüngür hüngür ve ne yazık ki ciyak ciyak ağlamaya başlayan Rubarba’nın anlattığına göre, dünya üzerinde dokuz ila on altı yaş arası tüm çocukların üyesi olduğu bu gizli topluluğun amacı, yetişkinler tarafından yönetilen ve çocukların durmaksızın istismar edildiği gezegende çocukların haklarını aramalarını ve birbirlerini olabildiğince kollamalarını sağlamak. Üstelik bu topluluğun bir tarihçesi bile var: Gagor Komorowski tarafından 1991 yılında Polonya’nın Lublin şehrinde kurulmuş. Fakat topluluğun üyelerinin birbirleriyle rüyalar aracılığıyla iletişim kurmasını sağlayan kamarot adlı cihaz bozulmuş durumda ve onu düzeltecek kişi de Barış’tan başkası değil. Neyse ki yalnız değiller, daha önce hiç önemsemedikleri bir kişi onlara yardım elini uzatacak: Sınıfın en çalışkanı Altuğ.
Gökçe Yavaş Önal’ın eğlenceli çizimleriyle renklendirdiği Özgür Çocuklar 1 Davetsiz Misafir hareketli tasarımıyla da okuma keyfini artırıyor. Serinin ilk kitabı olması nedeniyle yazarın yarattığı evren henüz tam anlamıyla kendini belli etmese de Rubarba ve Kaptan Kobarde tiplemelerinin konuşmalarıyla tarzları bir sonraki macerada da eğlencenin devam edeceğinin sinyallerini veriyor. Üstelik sıra dışı olan sadece bu fantastik dünyaya ait karakterler değil. Bir anda kendi isteğiyle ödevlerini yapmaya ve erkenden yatmaya başlayan çocuklarındaki değişimi merak edip arada bir Barış’ın kapısında biten anne-kafayla baba-kafa, Altuğ’un dört bir yandan kötü elektrik aldığı için tütsülerle gezen ve daha başka onlarca batıl inanca sahip annesi, çocukların şiir okurken kendinden geçen, geçmekle kalmayıp sınıfın kontrolünü de tamamen yitiren Türkçe öğretmenleri Yusuf Bey de kitabın eğlenceli diline katkı sağlıyor.
*Nazım Hikmet’in Dünyayı Verelim Çocuklara şiirinden alıntıdır.

Özgür Çocuklar 1 Davetsiz Misafir Kerem Işık Resimleyen: Gökçe Yavaş Önal Tudem Yayınları, 152 sayfa
Özgür Çocuklar 1
Davetsiz Misafir
Kerem Işık
Resimleyen: Gökçe Yavaş Önal
Tudem Yayınları, 152 sayfa
Show More