İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Hayalet olmak kader değildir

“Seni seviyorum,” demenin türlü türlü yolu vardır. Bazen elini sevdiğinin kalbine koymak bazen de Mila gibi kumsala “seni seviyorum anne,” yazmak gibi…

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Kargocuyla Kocabaş artık birbirlerini tanıyorlar. Ama yine de karşılıklı önyargılarını muhafaza ediyorlar: Biri diğeri için yabancı, diğeri de öbürü için vahşi ve iri bir köpek. Acaba her canlı bilmediğinden korkmaya mahkûm mu? Oysa kargodan bu sefer çıkan kitap ve yazarı da benim için meçhul. Tanışmak için yapılacak şeyse belli. Bir an evvel Kocabaş’ı bahçede güneşlenmeye bırakıp, içeride bir fincan sıcak çay içerken Güzin Öztürk’ün Ben Bir Hayaletim’ini okumaya başlamak.
Küçük Mila’nın hikâyesi bu. Başkalarının onu delip geçen bakışları karşısında kendini şeffafmış, hatta hayaletmiş gibi hisseden dünyalar tatlısı küçük Mila’nın iç dünyasına davet ederek bizleri, bizim gibi olmayan başka güzel arkadaşlarla tanıştıran bir hikâye.
“… aslında ben bir hayaletim,” diye başlıyor kendi hikâyesini anlatmaya Mila. Kendisi gibilerin görülmesinin zor olduğunu söylüyor. Bu hepimizin hayal ettiği tarzda bir “görülmez” olma fantezisi değil ama. Mila hayalet olmadığı hâlde bir hayalet olmaktan, görülebilir olduğu hâlde görülemez olmaktan bahsediyor. Bu açıdan Mila yalnız değil. Mila gibi, farklı sebeplerden ötürü toplumumuzda görünmez olan pek çok insan var. Mila gibi onlar da her yerdeler. Fakat bizler, onları görmemek için çabalayarak, onlar sanki görülmezmiş gibi davrandığımızdan, Mila ve pek çokları kendilerini hayalet veya karanlığa hapsedilmiş bir deniz feneriymiş gibi hissediyorlar. Oysa Mila, sadece bir otizmli. Biliyorsunuz otizm sendromuna, her altmış sekiz çocuktan birinde rastlanabiliyor. Yani bir kusur değil. Hatta pek çok açıdan da özel biri Mila. İstediği şeyse sevilmek, arkadaş edinmek, olduğu gibi kabul edilerek ötekileştirilmemek. Mila öteki olmayı kabul etmeyecek ve kendi olarak arkadaş çevresinde görünmez bir hayalet olmaktan çıkabilecek kadar güçlü bir kız. Bunu da her şeyden önce hayal etmeye cesaret etmekle başarıyor.
Boşanmış bir anne-babanın kızı Mila. Annesiyle yaşıyor. Annesine hayran küçük bir kız. Zorlu hayat koşullarında tek başına mücadele veren anne ise, yer yer otizmli kızının eğitimiyle uğraşmaktan yorgun düşse ve başkalarının duygularını anlamakta zorlanan kızının kafasını karıştırarak aynı ânda hem gülüp hem ağlasa da sonunda hayat kavgasında ana-kız hep omuz omuzalar.
Mila’nın motor becerisini geliştirebilmek için özel bir eğitim alması gerekiyor. Oysa Mila okula gitmek istemiyor. O da parklarda koşturmak ve çimlerde yuvarlanmak istiyor. Ama kendisine “küçük sincabım,” diye seslenen Melis, ona kelimelerin doğru telaffuzlarını, çatal bıçak kullanmayı, sayı saymayı ve resim yapmayı öğretiyor. Sihirli formülü ise Mila’ya Mila’nın istediği gibi davranmasıdır, kendi istediği gibi değil. Meselâ Mila’ya çok sarılmak istese de onu tedirgin edeceğini bildiğinden sarılmamakta ve sağ elinin avuç içini küçük kızın kalbinin üzerine koyarak “bu bizim sarılmamız olsun,” demektedir. Böylece Mila da çok hızlı gelişme kaydederek her şeyi öğrenmeye ve öğrendiği şekliyle Melis’e ve annesine sarılmaya başlar. Aslında hep bir oğlu olsun isteyen ve düşüncesizce bunu kızına söyleyen uzaklardaki babayı bilemesek de kendilerine yeni ve güzel bir hayat kuran anne ile küçük sincabı çok mutludurlar.
Bu arada sürekli okul değiştiren Mila, ilk olarak kendisine, kutu içinde yaşayan ve kısacık saçları sayılmazsa ikizi sayılabilecek bir arkadaş yaratır: Paz. Önce onun geliş töreninin karmaşasından korksa da sonra akıl danışacağı kadar güvendiği bir dostu olur Mila’nın. Bir süre sonraysa apartmanlarının bahçesinde yeni arkadaşlar edinir. Didem, Sinem, üzerine Mila’nın kabul edemeyeceği kadar eğildiği için elinde olmadan burnunu kırdığı Cihan ve B bloktaki yaşlı cadıdan haberler getiren Toprak.
Önyargıların kurbanı Mila, arkadaşlarıyla birlikte kimsesiz yaşlı bir kadına önyargıyla yaklaşır. Sevimli bir hafiye çetesi olur ve güya cadı olan yaşlı kadınının her hareketini izlemeye başlarlar. Mila’nın Paz’ın uyarılarının aksine cesurca davranışından ötürü yaşadığı korku dolu anlardan sonra minik dedektiflerimiz, polisin yaşlı insanları huzur evine kapatarak evlerini ellerinden alan çeteyi çökertmesi sayesinde yeni bir dost daha edinirler.
Yıllar sonra Mila 25 yaşına geldiğinde artık Güzel Sanatlar Fakültesinin Resim Bölümünde asistandır. Bunca zaman içinde Mila hayalet olmaktan giderek uzaklaşmış ve kendisi olmuştur. Ama asıl ilham ve motivasyon kaynağı daima onu seven ve hep yanında olan annesidir. Ve o anne kaç yıldır duygularını dile getiremeyen Mila’dan “seni seviyorum,” demesini beklemektedir. Oysa “seni seviyorum,” demenin türlü türlü yolu vardır. Bazen elini sevdiğinin kalbine koymak bazen de Mila gibi kumsala “seni seviyorum anne,” yazmak gibi.
Mila’nın bu duygu yüklü hikâyesi bitince bahçeye kızımın yanına iniyorum tekrar. Kocabaş’tan sadece iri diye korkanların aksine, onu bir bebek gibi yere yatırıp karnını kaşırken, öteki olarak gördüklerimizle ilgili saçma ve tuhaf önyargılarımızı bir kez daha düşünüyorum. Zihninin derinliklerinde sakladığı çantasındaki duygu kartlarıyla hayatı anlamaya çalışan küçük Mila’dan, kendi yarattığımız hayaletlerden korkmamayı öğrenmemiz gerektiğini söylüyorum yüksek sesle. Kocabaş da on kiloluk zeytinyağı tenekesi büyüklüğündeki kafasını sallayarak sanki bu fikrimi onaylıyor.

 

 

 

Ben Bir Hayaletim
Güzin Öztürk
Tudem Yayınları, 112 sayfa
Show More