İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Kırmızı’nın yolculuğu…

Kırmızı’nın Mirası, insanın yalnızca insanla değil, doğanın tüm varlıklarıyla dost olması gerektiğini vurgulayan, düşüncede yarattığıyla sarsıntıyla duyguyu da etkileyen, aydınlatıcı bir kitap.

Yazan: Melek Özlem Sezer

Masalın olmazı oldurma çabası, dünyada bulamadığına dilinde yer açması, bazen hayatımızı doğru kurmamızı sağlayacak düşünceleri tetikleyecek niteliktedir. Ve kimileri yaşamımızda o kadar olması gereken bir şeye işaret eder ki onu masal gerçeğinden başka türlü bir gerçek olarak hissederiz. Bu nedenledir ki, Babil Kulesi’ni bir hayal olarak düşünmeye içimiz elvermez. Herkesin birbirini anladığı bir hayatı yaşamak ya da dünyanın ta öteki ucundaki şiiri kendi dilinin kıvraklığı, dansı, nazıyla, işvesiyle okuyabilmek hiç vazgeçilir bir arzu mu?
Sezai Ozan Zeybek, Kırmızı’nın Mirası’nda bu arzunun nezaketsiz yanına ve Babil düşünü ne kadar eksik yaşadığımıza işaret ediyor. Kitap şöyle başlıyor:
“Derler ki eskiden bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Fakat Babil Kulesi yıkılınca insanlar birbirinin dilinden anlamaz oldu. Sözler karıştı, insanlar karıştı… bir sürü farklı dil dünyaya yayıldı.”
Derken kitabın farkını ortaya koyan cümleler sırayı alıyor:
“İşte bu efsanede de dilden dile aktarılırken bazı kısımları unutuldu. Hep insanlar konuşuldu. Oysa efsanenin aslına göre zamanında herkes herkesi anlayabilirdi. Herkes; yani saksağanlar, arılar, atlar, keçiler ve kurtlar…”
Sahi, nasıl unuttuk biz onları?
Zeybek, “Ama her masalda olur ya, bunun da bir istisnası olacak elbette,” diyerek, bu kötü gidişi önceden görüp de birbirinin dilini unutmak istemeyen bir grup hayvan ve insanın, Babil yıkılmadan az evvel dünyadan el etek çektiğini söylüyor. Onlar kimsenin bilmediği bir adaya ulaşıyor ve nesillerini burada sürdürüyor: Kaz kadar arılar, inek kadar kediler, ot yiyen timsahlar, uçan tavuklar; kimi mavi saçlı, yeşil tenli, kimi boylu, kimi toplu çeşit çeşit insanlar. Ama söz müşterek ve herkes, en başta da Kırmızı adlı kız mutlu. Ne ki bir gün ayağının altındaki toprak sallanıyor, yerden kayalar fırlayıp lavlar fışkırmaya başlıyor. Kırmızı bildiği tek dünya yanarken, yunusun getirdiği salla oradan kaçıyor.
Yolu bir adaya düşüyor. İnsanlarla ilişkileri hoş olsa da doğadaki dostlarına ayrı bir düşkünlük gösteriyor ve aynı dili bildiklerini sır kılıp saklıyor. Bu sırada insanlar Kırmızı’nın kıyafetlerine bakıp iç geçiriyor. Zeybek diyor ki: “Çünkü kendileri kışın tir tir titrer, yazın ise güneşten derileri kavrulurdu. Kıyafet onlar için sanki bir sihirdi. Fakat iplik nedir onu dahi bilmezlerdi.” Kırmızı’nın konuştuğu ipek böcekleri ise şöyle diyor: “Yemeğimizi ikiayaklar bulsun, kışları da bizi soğuktan korusun. Kozalarımızın bir kısmı onların olsun.” İşte ipek böcekleri ve insanlar arasındaki o kadim işbirliği böyle başlıyor. Buradaki işlevini tamamlayan Kırmızı da kurguda aynı mekanizmanın yineleneceği yolculuğuna devam ediyor. Her ne kadar bu işbirliğinin hayvanlar için o kadar da tercih edilir olduğunu ve özgürlüklerini koruyabildiklerini düşünmesem de Zeybek anlatısında ilişkinin hoş bir şekilde kurulduğunu söylüyor.
Kırmızı’nın Mirası, insanın yalnızca insanla değil, doğanın tüm varlıklarıyla dost olması gerektiğini vurgulayan, düşüncede yarattığıyla sarsıntıyla duyguyu da etkileyen, aydınlatıcı bir kitap. Esra Uygun’un resimleri olağanüstü güzel olmanın yanı sıra bir o kadar da güzel bir ruha sahip. Hem uçuşan resimler bunlar hem de ne anlattığının bilincinde sağlam bir duruşları var. Hatta diyebiliriz ki baskı kalitesiyle, görsel görkemiyle kitap adeta bir beden kazanmış. Ki kitabın görsel başarısında, Ahsen Bihter Dikmen’in cümleleri resimle, sayfadaki uzamla ve metnin içeriğiyle dans ettiren, emeğini esirgemeyen sayfa düzeni çalışmasını da anmak gerek.
Öte yandan “Ah keşke…” kısmına gelecek olursak, anlatının berraklığı, anlaşılma kolaylığı ve dilin çocuğa uygunluğu açısından sorunlar göze çarpıyor. “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür, derler” gibi bir söz fazla zorlayıcı. Belki Sezai Ozan Zeybek, Osmanlıcanın hayatımızdan çekilişini de ince bir sızıyla yaşıyor. Bu nedenle de çocuğun anlayamayacağı kelimeler kullanıyor: Nihayet, müşterek, malum, hikmet, takat, meçhul, mahdut, kadim…
Zeybek, bu masalı iki çocuğuyla birlikte yazdığını söylüyor. Doğrusu insan, bu tabloyu gözünün önünde canlandırınca, imreniyor. Böyle bir atmosfer içinde, babanın sesinde Osmanlıca sözler şiirsel bir duygu verebilir ve anlamları baba tarafından çocuklara açıklanabilir. Ama çok tatlı bir fantezi olsa da bizlerin Zeybek’le bu tarz bir yaşantı kurma şansı yok. Bu nedenle Osmanlıcanın kitaptaki ağırlığı, bana çok doğru gelmiyor. Ki bunu içim acıyarak söylüyorum. Babil Kulesi’nin tuğlalarından birkaç tanesini çekmek gibi… Hele ki hakikat gibi değerli kavramları, hayatımızdan çıkarmak büyük kayıp. Ama bu kelimelerin hayatımızdaki varlığını sürdürmek için kitabın seslendiği yaş grubunda değil de daha büyük yaş grupları için özel çalışmalar olmalı sanki.
Zeybek kitabın başında, internetteki “Komşum İnsan Değil” yazısını işaret etmiş. Ki çok değerli bir yazı ve içerdiği düşüncelerin bir çocuk kitabına dönüşmesi harika olur diye düşünüyorum. İsmi bile müthiş cezbedici: Komşum İnsan Değil…

 

 

 

Kırmızı’nın Mirası
Sezai Ozan Zeybek
Resimleyen: Esra Uygun
Nito Kitap, 56 sayfa
Show More