İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Yaz geçti, pencereyi örtme zamanı

“Mutluluk bir alegori iken, mutsuzluk bir hikâyedir.”

Yazan: Alev Karakartal

Yazarların bizzat kendileri ve edebiyat üzerine yazanların çoğu, birbiriyle ilintili iki kabulden yola çıkar. İlki, varoluşla bağlantılıdır; yazarın içinde yaşadığı çağ, ortam, coğrafya, atmosfer ve elbette kendinden hatta kendi içindeki “yabancı”dan bağımsız bir evren yaratmasının neredeyse imkânsızlığına vurgu yapar. Eserlerin üretildiği çağın bir nevi tanıklığıyla sınanması da bundandır. Öte yandan edebi metinler her zaman ulvi, kadim, olağanüstü meseleler hakkında değil çoğunlukla sıradan “her şey” hakkındadır. İkinci kabul olarak bu, örneğin günümüz dünyasında cep telefonları, internet, kimlik bunalımları ya da çatışmaları, sanal ilişkiler, bireyselleşme, gdo’lu gıdalar, büyük kentlerin merkezlerinden itilenler ya da gönüllü sürgünler gibi pek çok “şey”e denk gelir. Edebiyat, aslında neyi anlattığınızdan çok, onu nasıl hikâye ettiğinizle ilgilidir. Ve evet, çocuk kitapları da edebiyata içkindir.

Çiçeği burnunda genç bir yazar olan Anıl Mert Özsoy’un izleği de bu kabullere denk düşüyor. Bir gazeteci olarak yaptığı röportajlar ve söyleşiler, kitap değerlendirmeleri yetmeyince, kendi hikâyelerini anlatmak istemiş belli ki. Edebiyatın hakikatin peşinde koştuğuna olan inancı ile yaşadığı coğrafyaya ve çağına karşı hissettiği sorumluluğa, özgül bir “söyleyiş biçimi” ve yeni bir dil kurma tutkusu da eklenince, ortaya önce yetişkinler için yazdığı ilk kitabı Korku Yokuş Aşağıydı çıkmış. Hemen ardından beklenmedik bir kulvar değişikliği ile bir çocuk kitabına imza atmış: Yeniden Deniz Olmak.

Gezi’den esinlenen ilk kitabıyla ilgili yaptığı bir söyleşide, edebiyatı bir direnme biçimi olarak gördüğünü anlatıyor Özsoy. Bu yanıyla başta kısaca tartışmaya çalıştığım, yazarın zamanından ve zemininden beslenmesiyle ilgili öngörüyü bir bakıma doğruluyor. Can Çocuk’tan çıkan Yeniden Deniz Olmak ise ikinci önermeye daha yakın; cari “her şey”e…

Büyük kentteki sıkışmışlık hâlinden yılgınlığa düşmüş beyaz yakalı bir çiftin, küçük kızları Gece’yi de yanlarına alarak göç ettikleri Fethiye’de kuruluyor sahne. Mühendis baba Nazım’ın doğduğu yer olan ilçede, eskilerden kalma “kutu gibi” bir ev, bir de sahilde “Fesleğen Lokantası” adında “salaş ama sevimli” bir işletme. Dede Levent de orada. Sadece kaçak ebeveynler için değil, küçük Gece için de bir cennet düşü. Tanıdık gelmiş olmalı. Ama madem Lev Tolstoy’un deyimiyle “mutluluk bir alegori iken, mutsuzluk bir hikâyedir”, hikâye yaratmak için cennete bir elma ağacı bir de tatlı dilli yılan gerekir. O zaman gelsin sorunlar! Mimar anne Leyla’nın ikinci bebeğe “hazır olmayışı” ve girdiği depresyonun aile içinde yarattığı türbülanslara baba Nazım’ın kendi babasıyla geçmiş hesaplaşmaları ve dede Levent’in pişmanlıkları da eklenince, çok sayıda plaza profesyonelinin “bir gün” gerçekleşmesini umduğu tatlı düş, bir hikâyeye dönüşüveriyor. Ancak yazık ki kitabın kendisiyle ilgili sorunlar, öyküdeki kişilerin meseleleri gibi kolaylıkla tatlıya bağlanamıyor. Toplam üç beş kahramanın yüzeyselliği, derinliksiz, her türlü neden sonuçtan azade oluşları onları birer karakter yapamayınca misal, hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. Annenin yeni bir hayatın eşiğinde, çok sevdiği kocasından neden bir ikinci çocuk sahibi olmak istemediğini hiç anlayamıyoruz mesela. En küçük bir ipucu, bir gönderme yok. “Deniz olmak isteyip olamamak” bir gerekçe olabilir mi? Belki. Ama onun da önünde görünür bir engele kitapta rastlayamıyoruz. Tıpkı dede Levent’in ara ara ama altını çizilerek aksi, mizacı “biraz” ters biri olarak resmedilmesine karşın, kitap boyunca torunu Gece’yle olan olağanüstü müşfik ilişkisi, gelininin üzerine titremesi, arkadaşıyla didişmesine rağmen güvene dayalı hukukunun resmedilene uymaması, parçaların yerine oturmaması gibi. Lokantanın adı niye Fesleğen, baba anneye niye “fesleğenim” diye sesleniyor; biri diğerinin nedeni mi; öyleyse neden, bunu bile öğrenemiyoruz. Buna bir de dilin enteresan kullanımı eklenince, mesele bir miktar daha çetrefilleşiyor. Saçlarını “sevmek”, acıların “hatıralaştıkça” güzelleşmesi, birinin gidişini “usul usul” izlemek, ekmeğin “buğusunun” odayı doldurması, bisikletin “arka koltuğu”, yaşam “enerjisizliği” gibi bir dolu zorlayıcı tanımlama ve mesnetsiz genellemelerden mürekkep tespitler, yazarın muradı olan “yeni bir dil kurma” yolunda bilinçli tercihlerse, zor yolu seçtiğini hatırlatmakta yarar var gibi görünüyor. Özsoy görece az deneyimli ve yıl başına birer kitap sığdırdığına göre biraz da aceleci bir yazar. Dertleri olan biri olmasının sakıncası yok, bunlarla edebiyat üzerinden hesaplaşma çabasının da. Ama büyük iddiaları konusunda ısrarlıysa, ürettiği metinler üzerine biraz daha zaman ve emek harcaması hem kendisi hem de bundan sonra yazacağı hikâyeler için daha hayırlı olabilir.

 

 

 

Yeniden Deniz Olmak
Anıl Mert Özsoy
Resimleyen: Merve Atılgan
Can Çocuk, 104 sayfa
Show More