İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Atasözlerine öyküler yazmak…

Karakuş, doksan sekiz atasözü derleyip bu atasözlerine öyküler kurgulamış.

Yazan: Cahit Ökmen

Feyza Hepçilingirler’in benimsediğim tanımıyla, atasözleri, “Bir deneyimi, birikimi aktarırken değer yargısı oluşturan ve değer yargılarını yaşatan, akılda kalıcı, özlü sözlerdir.”

Hidayet Karakuş’un kitabında da yer verdiği, “Ağaç dalıyla gürler” atasözüne göndermeyle söylersem, yerinde ve bağlamına uygun kullanıldığında dilin gürlediği yerlerden biri de atasözleri ve deyimlerdir. İlkbaharda yer altı sularının bin bir yerden fışkırıp doğayı şenlendirmesi gibi, var olduğu coğrafyanın toplumsal ve kültürel kodlarına dayalı yaşantı deneyimleriyle biçimlenmiş bu sözler de mecazlardan örülmüş giysisiyle dili şenlendirir, anlatıma tadına doyulmaz bir canlılık katar. Meramın damıtıldığı, dilin özsuyunun çağıldadığı, “dil sevdasının” özüne varıldığı, söz varlığı mirasıdır. Bu söz varlıklarını, doğal bir seyir içinde diline yakıştırmasını bilenleri, “süper, aynen, atıyorum, şok oldum, hayret bişey…” ifadelerinin uçuştuğu bir dil yoksulluğunda hayranlıkla dinlemek, okumak dilin şahdamarına dokunmakla eşdeğerdir.

Bu söz varlığı içinde, cinsiyetçi, kadının geleneksel konumuna ilişkin, etnik kökenlere ilişkin, karşılaştığımızda tüylerimizi diken diken eden yüzlerce atasözü, deyim vardır. Ama bu başka bir tartışma konusu elbette. İyi Kitap’ın Eylül 2019 sayısında Feryal Saygılıgil’in, Bir Kemik’ten Bin Söze (Dünya Atasözlerinde Kadın) adlı kitabı ele alan nitelikli yazısı tam da bu duruma parmak basıyor.

Gelelim, Hidayet Karakuş’un Atasözlerine Öyküler adlı kitabına. Karakuş, doksan sekiz atasözü derleyip bu atasözlerine öyküler kurgulamış. Önsözde belirttiğine göre, bu çalışmasında temel kaynağı, büyük dil emekçisi Ömer Asım Aksoy’un Atasözleri Sözlüğü ve yine onun denetiminde Türk Dil Kurumunca yayımlanan Bölge Ağızlarına Göre Atasözleri ve Deyimler kitabı olmuş. Atasözlerine öyküler kurgularken mitolojiden, Türk halk hikâyelerinden ve kitabın sonundaki “Yararlanılan Kaynaklar” bölümünde belirttiği üzere Reşat Nuri Güntekin’den Aziz Nesin’e, Oğuz Tansel’den Ömer Seyfettin’e klasik-çağdaş yazarların anlatılarından da yararlanmış. Tüm bu bilgiler, kitabın yoğun bir emek ürünü olduğunu ortaya koyuyor elbette. Yine önsözde belirttiği gibi, 101 Atasözü 101 Öykü kitabının yazarı Süleyman Bulut’un yönteminden yararlanmış; yani, seçtiği atasözlerini abece sırasına koyup onları öyküleştirmiş.

Yazarın kendisinin de vurguladığı gibi, kitaba bilinen atasözlerinin yanı sıra çok bilinmeyen, ilginç atasözlerini alması (“Aba Vakti Aba, Yaba Vakti Yaba”, “Ahmak Gelin, Yengeyi Halayığı Sanır”, “Dağ Kuşu Dağda, Bağ Kuşu Bağda”, “Densizin Devesi Çansız Öter” vb.), öyküleştirmelerde farklı atasözlerini de anlatının kurgusuna yedirmesi (dolayısıyla 98 atasözünden çok daha fazlası var kitapta), zaman zaman yerel bir dille de zenginleştirdiği özellikle kırsal kesime ait ayrıntı ve betimlemelerdeki anlatım ustalığı… bu çalışmanın özgün yanları olarak sıralanabilir.

Kitabın adında da Hidayet Karakuş’un “Bunları yazarken okuyanların öykü tadı almalarını da amaçladım.” cümlesinde de “öykü, öyküleme” vurgusu belirgin. Fakat, eleştirel bir okuma süzgecinden geçirdiğimizde bu öykülerin bir bölümündeki alt metin içeriğinde, iletilerinde işin renginin değiştiğini söylemeliyim. “Açma sırrını dostuna, o da söyler dostuna” atasözünün öyküsünde bir gün zengin olacağı hayaliyle define peşinde koşan Mümin, çevresindekilerin başının derde gireceği uyarılarına kulak tıkar, devletin görevlilerinin de işin içinde olduğunu, onlarla dostluk kurduğunu, kendisine bir şey olmayacağını söyler. Bir gün, bulduğu bir heykeli, turist gibi dolaşıp “gizli işler” yapan bir Amerikalı’ya satar, müzeye götürse “çerez parası vereceklerdir”. Fakat bu “sırrını” bir dostuna söylemekten alıkoyamaz kendini. Kısacık bir sürede, sır, sır olmaktan çıkar, öykü kişisi demir parmaklıkları boylar ve öykü Mümin’in şöyle hayıflanmasıyla sonlanır: “Boşuna dememişler, açma sırrını dostuna o da söyler dostuna diye. Ah kafasız Mümin ah! Bunu bile bile kendi ağzınla kendini ele verdin.” Şimdi bu öyküde nasıl bir değer/anlam alanıyla karşı karşıyadır çocuk ya da genç okur? Böyle bir öykü kurgusunda mesele “dosta sırrını söylemek” bağlamıyla sınırlı kalabilir mi? Öykü kişisinin kendini sorgulamak konusundaki çarpıklığı, atasözü gereği, çenesini tutamamasındaki zafiyete bağlandığında okura nasıl bir mesaj verilmiş olur?

“Ağaç dalıyla gürler” atasözünü, salt çocuksuz olmanın yalnızlığını ve garipliğini ön plana çıkaran bir öyküyle ele almak, insanın yaşamla kurduğu bin bir anlam ve varlık alanını daraltan, indirgeyici bir bakış açısını düşündürmez mi? Öykü kişisinin, “Kime gülüp, kimin için neşeleneceğim ki…” sözüyle sonlanıyor öykü…

Aylaklığını, köyden kaçıp kaçıp gitmelerini, “Ben de kendime engel olamıyorum. İçimden bir ses itiyor beni. Uzaklar çekiyor,” biçiminde ifade eden öykü kişisini -ki öykünün derinlik yaratan en insanî cümlesi bu- aylaklığından vaz geçirme yolunu onun köyde bir iş tutması ve evlenmesi olarak gören köylünün bakış açısıyla işlemek, “iş ve evlilik” çözümü işlemeyince de durumu “cılk yumurtadan cücük (civciv) çıkmaz” atasözüne bağlamak geleneksel dayatmaların sığlığını üretmek anlamına gelmez mi? “Adam olma”nın yolunun kırsal yaşam gerçekliği içinde karşılığının bu olması, bu gerçekliğin sorgulanmasına ve dönüştürücü yaratıcı kurmacalar üretilmesine engel midir?

Dilin gürlediğini belirttiğim söz varlıklarımızı ele alırken de eleştirel bir bakış açısıyla işlenmiş, büyük bir hızla değişime uğrayan dünyanın ve insanın dinamiklerini dilin sınırsız olanaklarıyla sorgulatıcı, dönüştürücü metinlere ihtiyacımız var.

Atasözlerine Öyküler
Hidayet Karakuş
Resimleyen: Mert Tugen
Bilgi Yayınları, 276 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More