İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Dostluk köprüsüyle birleşen iki zaman

Okulun En Tuhaf Kızı, tasvirleriyle de dikkat çeken bir roman. Giysiler, yiyecekler, mekânlar anlatının ya doğrudan birer nesnesi ya da atmosferin vazgeçilmezleri.

Yazan: Mehmet Erkurt

Özellikle okumaya yeni başlamış çocuklar için yazdığı hikâyelerle tanınan Zeynep Alpaslan, bu kez ilkgençliğe adım atan okurların seveceği; yoğun duyguların, kimlik arayışının ve müziğin eşlik ettiği bir romanla karşımızda. Bu, yalnızca kitaba adını veren, okulun en “tuhaf” kızı Çimen’in değil, aynı zamanda Yağmur’un ve iki kız arasındaki fantastik dostluğun öyküsü. Yağmur, çetin bir hastalıkla mücadele ediyor. On iki yaşında ve her şeyden önce, olduğundan daha özgür olmaya ihtiyacı var. İstediği zaman sinemaya gitmeye.
Yeniden okula başlamaya. Canı acımadan ayağa kalkmaya. Hayaletlerden, bir gün onlardan biri olma düşüncesiyle korkmamaya. Çilekli dondurmaya. Hasta olmamaya. İyileşmeye… En azından mutlu olmak için bu kadar çok şeye ihtiyaç duymamaya. Hatta bir gün Bob Dylan’la tanışmaya…
Neden olmasın? Yaşadığı yer Çobanyıldızı Kasabası olsa da mevsim sonbahar, yıl henüz 1962. Çimen mutlu değil. Ne kuru yapraklar gülümsetiyor onu ne çok sevdiği tarçınlı çay ne yumuşacık kazaklar ne de çizgili çoraplar. Yazdığı bir öykü var, kimseye okutmadığı. Ve gitgide uzaklaştığını hissettiği bir annesi. Bir kasaba ki taşındıkları, evlerinden kilometrelerce uzakta. Hemen her gece rüzgârlı ve soğuk, kasvetle dolduruyor Çimen’in içini. Yalnızlıkla… Neyse ki yazı var. Yazmak ve yazdığı bir metnin bir gün yayımlanacağı hayali. Ancak kısa süre önce kaybettiği babasının boşluğu hâlâ dolduruyor içini. Annesi geçmişe direnir ve yenilerken her şeyi, o tutunabilse
bir şeylerin kalıcılığına… Neden olmasın? Çobanyıldızı Kasabası üşütse de sonbaharda, yıl 2010’lar ve Bob Dylan hayatta.
Suyun ve yeşilin kavuştuğu yerde hayat ve umut kaçınılmaz. Uğurlu tanışmaların ve yoldaşlıkların olduğu yerde de öyle… Yağmur ile Çimen’i bekleyen uğur ise Zeynep Alpaslan’ın zamanı, mekânı ve rastgelişleri sağlam bir kurgu dahilinde buluşturduğu bu sevgi dolu öykünün sayfalarında.
Roman, aynı mekânda aynı mevsimde ancak farklı zamanlarda yaşayan iki çocuğun bir şekilde birbirlerini tanımaları, anlamaları ve aksamış hayatlarını sağaltmaları üzerine kurgulanıyor. Okuru şaşırtacak bir sona doğru evrilen bu birliktelik, kimseyle paylaşılamayacak derinlikte bir dostlukla yaşıyor, büyüyor. Tıpkı Yağmur ve Çimen’in büyümesi gibi. “Büyümek ne kadar da tuhaf bir şeydi! Çok zaman alıyordu, çok yavaş oluyordu, ama sonra… pat! Birdenbire, bir gecede büyüyüveriyordunuz,” derken Çimen, küçükken toplanan ilgi ve takdirin büyümeyle azalmasına, yetişkinlerin gösterdiği hoşgörünün zamanla tenkit ve beklentilere dönüşmesine isyan ediyor. Ve kızıyor: “Yetişkinlerin, çocukları büyümenin zararlarına karşı önceden uyarması gerekirdi! Ve onlardan sırf on iki yaşına bastılar diye olgun olmalarını beklememeliydiler!”
İlkgençlik ve ergenlik, tam da bu acının yaşandığı bir araf, bir çifte aidiyet ya da aidiyetsizlik hâli. Elbette büyümeye eşlik eden kimlik arayışının kaçınılmaz ikiliklerinden “normallik ve kabul ediliş” ile “farklılık ve dışlanmak” da romanın ana eksenine eşlik ediyor.
“Görmeyi bilen gözler ve sevgiye açık kalpler için asla sıkıcı yerler değildir küçük kasabalar,” yaklaşımı, romanın geneline hâkim. Zeynep Alpaslan, sihrini belki de hiç kaybetmeyecek o “bilinmedik bir kasaba” nın büyüsünü romanına taşımış. Okurlar olarak, karakterlerin hislerinden azade, kendimizi o kasabayı sevmekten alamıyoruz. Yeşim Armutak’ın, Aslı Tohumcu’nun romanlarında, Vampir Avcısı Buffy’nin Sunnydale’inde, Gilmore Girls’ün Stars Hollow’unda ve pek çok benzer kurguda gördüğümüz o kasabalar. Büyük şehrin hayhuyundan uzak, hareketi ve dertleri görece kontrol edilebilir, huzurlu ama canlı; kültürel mekânları, kafeleri, okulları ve hobi mekânlarıyla kendine yeten, kentten bıkmışların kendini taşımaktan keyif duyacağı hayali ve insani yaşam alanları. Kapitalizmin vahşi kurallarının yok olmasa da küçüldüğü, tadına doyulmaz bir dekor.
Okulun En Tuhaf Kızı, tasvirleriyle de dikkat çeken bir roman. Giysiler, yiyecekler, mekânlar anlatının ya doğrudan birer nesnesi ya da atmosferin vazgeçilmezleri. Çocuk edebiyatında sık sık karşılaştığımız fikrin, özün, ana olayın ya da meselenin ötesine geçememe lezzetsizliğinden ne mutlu ki uzağız. Ortama, atmosfere, insan ve mekân çeşitliliğine hak ettiği önemi vermiş Zeynep Alpaslan. Belki bazı anların daha uzun tutulabileceğini, böylece o anların gizemine bir miktar daha görkem katmanın mümkün olabileceğini düşündüm okurken. Kızların ilk karşılaştıkları an gibi. Ya da açıklayıcı yaklaşımın yer yer düşürülüp, gücün tamamen tasvire bırakıldığını… Yine de kapağı kapadığımda, romanın bende uyandırdığı hislere eşlik eden o güçlü, dostane temas ve tatlı tarçın kokusu, bu olası önerilerimi kuşkusuz tali kılıyor.

Okulun En Tuhaf Kızı
Zeynep Alpaslan
Resimleyen: Berk Öztürk
Paraşüt Kitap, 104 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More