İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Her Şey Sözcüklerle Başlıyor

Feyza Hepçilingirler, kırk yılı aşan bir süredir öyküleri, romanları, çocuk yapıtları ve Türkçenin doğru kullanılmasına yönelik yazılarıyla edebiyat alanında emek veriyor. Doğan Gündüz, Feyza Hepçilingirler ile ilk kitapları, çocuklar için yazmak, edebiyat, alfabe, kitap yasakları, Türkçe ve anadil bilinci üzerine söyleşti.

Söyleşi: Doğan Gündüz – Feyza Hepçilingirler

İki bölüm hâlinde yayımlayacağımız söyleşinin devamı gelecek sayıda…

DG: Türk Dili Dergisinin Nisan 1979 sayısı “Çocuk Yazını”na ayrılmış. Orada Yazanak adlı bir öykünüz var. Sanırım bu sizin yayımlanmış, çocuğun merkezde olduğu ilk öykünüz. Çocuklar için yazmak nerden aklınıza geldi?

FH: Haklısınız. O, benim yayımlanan ilk öyküm ama çocuklar için yazılmış değildi. Kendimi sağaltmak, kendime bir çeşit psikolojik tedavi uygulamak, acıdan yazarak kurtulmaya çalışmak için gösterdiğim çabanın ürünüydü. Ali’nin arkasına sığınarak anlattığım, taşımakta zorlandığım bir ölümün anlatımıydı aslında; Ali’nin annesinin değil, benim annemin intiharıydı. Çocuklar için yazmak, Ahmet Taner Kışlalı’nın kültür bakanı olduğu yıllarda Kültür Bakanlığının açtığı Çocuk Yapıtları Yarışması nedeniyle aklıma geldi. 1979, Dünya Çocuk Yılıydı. Bakanlığın açtığı yarışmadan haberim olunca gizli gizli yazdıklarımı gün ışığına çıkarmak için bu fırsatı değerlendirmek istedim. Çocuklara ilgim lise öğreniminden sonra öğretmen olma isteğiyle birlikte ortaya çıkmıştı zaten. İstanbul Üniversitesinde Türkoloji okurken aynı zamanda İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun da öğrencisiydim. Çocuk dünyasına, öğretmenliğin sağladığı yakınlığın yanında iki çocuk sahibi bir anne olmanın verdiği yakınlığı da saymalıyım tabii ki…

DG: Okul yıllarında Feyza Baran adıyla Ayvalık’ta Ahmet Yorulmaz’ın gazetesine şiir ve bazı eleştiriler yazıyorsunuz. Sonra, edebiyatın peşine düşüp altmışların sonu yetmişlerin başı gibi İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okuyorsunuz. O yıllarda edebiyat tarihçisi Mehmet Kaplan da ders verenlerden biri. İşin mutfağında olmanıza rağmen 1979 yılındaki Yazanak öyküsüne kadar edebiyat dünyasında adınıza pek rastlamıyoruz. Bunun özel bir nedeni var mı?

FH: Özellikle, adını verdiğiniz hocamın etkisi var. Yeni Türk edebiyatı derslerinde gerçekten “yeni” edebiyatla tanıştırılacağımı ve o edebiyata bir yerlerinden eklenmeyi umarak, bilinçle seçmiştim edebiyat fakültesini. Oysa daha ilk günlerde bu isteğin yersiz, hatta küstahça sayılabilecek bir istek olduğu en sert biçimde bildirildi bize. “Buraya şair ya da yazar olmak için geldiyseniz boşuna geldiniz. Biz buradan şair ya da yazar yetiştirmiyoruz,” diyordu Kaplan Hoca. Edebiyat fakültelerinin öğretmen yetiştiren bir kurummuş gibi algılanmasını bile hoş karşılamıyordu. “Her güzel şey yazılmıştır. Kimse sizden bir şey yazmanızı beklemiyor,” diyordu. Bize düşen, yazılmış olanları incelemek ve değerlendirmekten başka bir şey değildi. O yüzden daha lise öğrencisiyken başlayan yazmak ve yayımlamak konusundaki coşkulu isteğimi, ancak yedi – sekiz yıl sonra yeniden ortaya çıkacak kadar
gerilere itmek zorunda kaldım.

DG: Yazanak öyküsünün kahramanı Ali ilkokula başladığı günden itibaren çevresinde bir “piç” sözü dolaşmaya başlar. Anlamını bilmediği o sözcüğü önceleri önemsemez. Öğrendiğinde de içi acır, çok üzülür. Annesine “Niçin yaptın bunu bana?” diye sorar. Annesi oğlunun ağzından duyduğu bu üç harflik “piç” sözcüğünün ağırlığını taşıyamaz. Aynı sızıyı oğlunun da taşımaması, bundan sonra “Piçali” olarak değil “Öksüzali” olarak anılması için intihar eder. Sözcüklerin insanlar üzerindeki etkisini göstermesi açısından etkileyici bir öykü. Sözcükler niye insanları bu kadar etkiliyor?

FH: Çünkü her şey sözcüklerle başlıyor, sözcüklerle bitiyor. Dile hiç gereksinmemiz olmadığını sandığımız zamanlarda bile sözcükler var. Düşlediklerimiz, düşündüklerimiz, rüyalarımız, umutlarımız hep sözcüklerle var oluyor, sözcükler sayesinde güç kazanıyor, gerçeğe dönüştürülme şansı yakalıyor. Sözcükler olmasa, dil olmasa yani, söylemek, yazmak, konuşmak olmasa anlamlar, duygular, düşünceler de var olmazdı. Sözcüklere dökülmeyen duygunun, düşüncenin, anlamın var olduğu iddia edilebilir mi?

DG: 1980 yılında, Kültür Bakanlığı Yayınlarından çıkan Altı Çocuk Oyunu adlı kitapta sizin Yanlışlıklar adlı bir oyununuz yer alıyor. Sizden başka Bilgin Adalı, Taner Barlas, Beyazıt Gülercan, Yücel Barut, Semiha Türkyılmaz’ın da birer oyunları var. Her ne kadar ortak bir çalışma olsa da bu sizin bir kitapta yer alan ilk eseriniz. Sonraki yıllarda da yazdığınız çocuk oyunları var. Çocuk tiyatrosunun sizin için önemi nedir?

FH: Adımı üzerinde gördüğüm ilk kitaptır Altı Çocuk Oyunu. Bu yüzden benim için anlamı büyük. Daha sonra Çirkin Prenses adlı bir oyun yazdım. Arada Ne Dediniz, Anlamadım adlı bir çocuk oyunum daha var. Çocuk kitaplarına ağırlık verdiğim 2013 ve sonrası dönemde özellikle 7-9 yaş dolayındaki çocuklara yönelik yazdığım kitaplara öykünün yanında o öykünün oyunlaştırılmış biçimini de ekledim. Bunu yaparken çocukların tiyatroyu tanımalarını ve sahnede olmasa bile kendi sınıflarında deneyimlemelerini hedefliyorum ama asıl istediğim çocukların oyun içinde kendilerini bir başkasının yerine koymaları, onun ağzından, oymuş gibi konuşmaları. Bunun,
empati denen duyguyu güçlendireceği, kendisini başkasının yerine koyma becerisini geliştireceği inancındayım. Kişilik eğitimi için tiyatronun çok önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum.
Devam edecek…

Altı Çocuk Oyunu, Feyza Hepçilingirler, Bilgin
Adalı, Taner Barlas, Beyazıt Gülercan, Yücel Barut,
Semiha Türkyılmaz, Kültür Bakanlığı Yayınları: 348,
Çocuk Dizisi:18, Ankara, 1980, 613 sayfa
Çirkin Prenses (Oyun-1), Feyza Hepçilingirler,
Resimleyen: Gün İRK, Demet Yayıncılık, Çağdaş
Yaşamı Destekleme Derneği Çocuk Kitapları
Dizisi:3, İstanbul, Ekim 1994, 54 Sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More