İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Her şey sözcüklerle başlıyor

Feyza Hepçilingirler, kırk yılı aşan bir süredir öyküleri, romanları, çocuk yapıtları ve Türkçenin doğru kullanılmasına yönelik yazılarıyla edebiyat alanında emek veriyor.
Doğan Gündüz, Feyza Hepçilingirler ile ilk kitapları, çocuklar için yazmak, edebiyat, alfabe, kitap yasakları, Türkçe ve anadil bilinci üzerine söyleşti.

Söyleşi: Doğan Gündüz – Feyza Hepçilingirler

*Bu söyleşinin ilk bölümü önceki sayımızda yayımlanmıştır.

Doğan Gündüz: Yanlışlıklar üç bölümlük bir oyun. Birinci bölümde iyi bir meslek sahibi olabilmesi için küçük yaştan itibaren çocukların belki de hiç ihtiyaçları olmayacakları bilgilerle beyinlerinin tıka basa doldurulmaması gerektiği, ikinci bölümde annelerin gezip tozmaktan çok, çocuklarıyla ilgilenmesi, kızların takıp takıştırmak, süslenmek değil kişilik kazanmalarının daha önemli olduğu, üçüncü bölümde ise yoksul ama çalışarak, dayanışarak okumaya çalışan çocukların erdemliliği vurgulanıyor. Sonunda da toplumsal yanlışların düzeltilebilmesi için “çaba harcamak, emek sarf etmek, sonuna dek direnmek, yardım etmek, yükseltmek” gerektiği vurgulanıyor. Toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla yazılmış, dönemin toplumsal muhalefetinden etkiler taşıyan, sorunu ve çözümü içinde barındırması açısından o yılların kitaplarıyla ortaklıkları olan bir eser Yanlışlıklar. Bugünden baktığınızda siz kendi eseriniz Yanlışlıklar’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Feyza Hepçilingirler: Pek de çocuk oyunu sayılmadığını düşünüyorum. Çocuklardan çok anne-babaların yaptığı yanlışlıkları yüzlerine vuran, çocuklara belki bir bilinç kazandıracak ama büyükler için uyarılar içeren, dediğiniz gibi, ’80 öncesindeki politik yükselişin izlerini taşıyan, toplumcu- gerçekçi bir oyun.

DG: Yanlışlıklar oyunu hiç sahnelendi mi?
FH: Çok sahnelendi. Şu sıralarda da bir devlet okulunda sahnelenme hazırlıkları sürüyor.

DG: Yanlışlıklar kitabı 20.000 adet basmış. Bunların hepsi okuyucuya ulaşabildi mi? Malum kitap basıldıktan kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi gerçekleşiyor. O dönemde birçok kitap toplatıldı veya yasaklandı. Bu kitabın başına da bir şeyler geldi mi? Ya yazarlarının?
FH: Doğru tahmin! Yayımlandıktan sonra 12 Eylül gelince bizim kitapla birlikte Ahmet Taner Kışlalı’nın kültür bakanı olduğu yıllarda yayımlanan bütün kitaplar toplatılıp mahzenlere tıkıldı. Bir ara, hâlâ anlamlandıramadığım biçimde, bakkallarda satıldığına tanık oldum. Sonra yine ortadan kayboldu. Fikri Sağlar’ın kültür bakanı olduğu yıllarda yeniden ve bu kez iki cilt olarak basıldı. O, tükeninceye kadar kazasız belasız satıldı. 2011 yılında ben ele aldım, “Ne Dediniz, Anlamadım” adlı bir başka oyunu da yanına ekleyerek Mitos Boyut Yayınları tarafından basılmasını sağladım. Sanırım o da tükenmiştir şimdiye kadar. Öteki yazarları bilmem; benin başıma doğrudan o kitap neden gösterilerek bir şey gelmedi ama 12 Eylül döneminde yaşadığım soruşturmaların, sürgünlerin arkasında o kitabın rolünün olup olmadığını kim bilebilir?

DG: Yanlışlıklar’ın ardından “1981 Akademi Kitabevi Öykü Birincilik Ödülü” alan kitabınız Sabah Yolcuları yayımlanıyor. Bunu da 1986 yılında çıkan Sıtkı Dost Çocuk Romanı yarışmasında üçüncülük ödülü almış Uçtu Uçtu Pelin Uçtu kitabı izliyor. Daha sonra, Harflerimizin Gizli Dünyası adıyla yayımlanan bu kitapta Pelin, kendi yaptığı uçandaire ile harflerin dünyasına yolculuk yapıyor. Pelin ile birlikte alfabedeki harfleri birer kişilik olarak daha yakından tanıyoruz. Orada Yaşlı Ğ, Harf Devrimi’nin öneminden, Arap harflerinden kurtulmak için verdikleri savaştan söz ediyor. Arap harflerinden hızlıca Latin harflerine geçişin, geçmişteki yazılı kaynaklar ile yeni neslin arasına bir duvar çektiğine dair değerlendirmeler var. Siz ne düşünüyorsunuz?
FH: Aslında o kadar da hızlı değil bu geçiş. 1800’lü yılların ortalarından başlayan bir arayış, ilk gazetelerin çıkmasından sonra okur sayısının azlığı yüzünden iyice hızlanmıştı. Batı ile özellikle Fransa ile kültürel alışveriş nedeniyle tarihler, rakamlar bugünkü gibi yazılıyordu. Arap harfleriyle okuma-yazmanın güçlüğü, çareler aramak zorunda bırakıyordu insanları. Yine Arap harflerini kullanalım ama harfleri bitiştirmeden ayrı ayrı yazalım, diyen de vardı, Ermeni harflerini kullanmayı öneren de. Harf Devrimi, Arap harfleriyle okuyup yazmayı yasaklamadı. Arap harfli kitaplar toplatılmadı, yakılmadı. İsteyen o kitapları okumayı, notlarını Arap harfleriyle almayı sürdürdü. Ben bile öğrencilerimin görmesini istemediğim notları eski yazıyla aldım yıllarca. Arap harfleriyle okuyup yazanlar bir günde okuyamaz ve yazamaz duruma gelmediler. Önemli görülen yapıtlar yeni yazıya çevrildi, çevriliyor. Üniversitelerin Türkoloji ve tarih bölümlerinde bugün de eski yazı öğretilir, hatta zorunlu derstir. Alfabe değişikliği ile geçmişle bağlantı örselenmiş olabilir ama böylece geleceğe bir çengel atılmış oldu. Hâlâ o harfler kullanılıyor olsaydı bugünkü teknoloji ile uyum sağlamanın ne kadar zor olacağı düşünülmeli bence?

DG: Türkçe aslında birçok farklı alfabeyle yazılı metinlerin üretildiği bir dil. Eskiden günümüze Uygur alfabesi, Orhun alfabesi, Arap alfabesi, şu anda kullandığımız Latin alfabesi, Karamanlıların kullandığı Grek alfabesi, ayrıca Ermeni alfabesi ile yazılmış Türkçe metinler söz konusu. Türkçeye uygunluk açısından Arap alfabesinin zorlukları nelerdi?
FH: Türkçe bilindiği gibi, sesçil bir dildir. Bizim (a, e, ı, i, o, ö, u, ü diye sıralanan) sekiz ünlümüze karşılık Arap alfabesinde tek harf var: elif. Öteki ünlüler ya harflerin altına, üstüne konan işaretlerle (üstün, esre, ötre) ya sessizlere sesli görevi verilerek ya da çift harf kullanarak karşılanırdı. Örneğin vav harfi hem v, hem o, ö, u, ü harflerinin yerine geçerdi. Sözcüğün başında olduğunda o, ö, u, ü seslerini ifade etmesi için, yanına bir de elif koymak gerekliydi. Ye harfi hem y, hem ı ve i yerine kullanılırdı. Bu durum da doğal olarak okumayı zorlaştırıyordu. Yazmak da zordu, çünkü pek çok harf, sözcüğün başındayken başka, ortasındaysa başka, sonuna geldiğinde başka yazılırdı.  Türkçe yüzyıllardan sonra yapısına en uygun alfabeyi bugün kullandığımız Türk alfabesiyle bulmuştur. Seslerin bizim alfabemizdeki gibi tek harfle karşılanması, Batılı dillerin ulaşamadığı bir başarıdır.

DG: İlk eserlerinizden günümüze Türkçe, Türkçenin doğru kullanılması temel dertlerinizden biri. Bugün de yabancı dillerin, özellikle İngilizcenin Türkçe üzerindeki olumsuz etkisi yadsınamaz. Bu aslında sadece Türkçenin değil diğer birçok dilin de sorunu. Yabancı sözcüklerin Türkçeyi aşındırmasının önüne geçmek için sizce neler yapılabilir?
FH: Öncelikle bunu istemek gerekir. Bir avuç kişi Türkçenin yıprandığını, aşındığını, güçsüzleştiğini, kan kaybettiğini görebiliyor. Gerisi yabancı sözcük kullanmanın çağdaşlık, modernlik, Avrupailik, artık ne anlıyorlarsa bir yenilik olduğunu düşünüyor. Büyük bir kültürel değişim yaşıyoruz aslında. Politik olarak ABD’ye kızıyoruz, söyleniyoruz, ama dönüp yaşamın her alanında Amerikalı gibi olmaya çalışıyoruz. Onun giydiğini giyiyor, yediğini yiyor, içtiğini içiyor; onun bayramını kutluyor, onun alışkanlıklarını hayatımıza geçiriyoruz. Blue jean’den, latte’ye, hamburgerden Americano’ya, Cadılar Bayramından baby shower’lara, yaşamımızın her alanı Amerikanlaşıyorken dilimizi korumamız, mucize olur zaten. Ama biz bu mucizeyi başarmak zorundayız, yoksa hem toplumsal hem de bireysel olarak kayasından koparılmış bir yosun parçası gibi hangi dalgaya kapıldığımızın farkına bile varmayarak sürüklenir gideriz.

DG: Yazanak adlı öykünüzde kahramanların Girit’ten geldiği ve “Kavga ettiklerinde hep Rumca konuştukları” belirtiliyor. Duyguların yoğun yaşandığı anlarda insanların kendilerini en iyi ifade edebildikleri anadillerini kullanmaları bilinen bir şey. Bir çocuğun, çocukluğunda anadilinde yazılmış öykülerden, masallardan, romanlardan mahrum kalması o çocuğun düşünce dünyasını, dilinin, düşüncesinin gelişimini nasıl etkiler?
FH: İnsanın düşünmek için de düşlemek için de en çok anadiline ihtiyacı var. O dili, nasıl öğrendiğini bilmeden en doğal yoldan ve derinlemesine öğrenmiştir çünkü. Kendi dilinin her sözcüğü kafasında onlarca çağrışım yapar. Hiçbirimiz farkında değiliz ama anadilimizin zihnimizde oluşturduğu düşünce şemasına göre düşünürüz. Her dil, kendi mantığı, kendi kurallarıyla işler. Her dil sorunlara kendi algısı çerçevesinde farklı çözümler sunar. Bu yüzden yalnız bizim dilimiz değil, dünyanın bütün dilleri sahiplerince korunmalı, yaşatılmalı. Çocuğumuza anadilini bütün olanaklarıyla, zenginliğiyle, deyimi, şiiri, manisi, şarkısı, masalı, türküsüyle öğretmişsek korkmayalım. Kendi dili ne kadar sağlamsa bir başka dili o kadar kolay öğrenmesinin yanı sıra o artık kendisiyle kavgalı, yabancı kültür hayranı biri olmayacağı gibi, aidiyetsiz, sahipsiz de kalmayacaktır.

DG: Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
FH: Büyüklerden bir isteğim var: Çocuklarının eğitiminde önceliği anadillerine versinler, anadilleri hangisiyse önce bu dili önemsemesi gerektiğini çocuklarının bilincine yerleştirsinler. İngilizcenin çok ama çok önemli olduğu durmaksızın yinelenerek büyütülmüş bir çocuk anadiline saygı duymayacağı gibi kendi kültürünü hor, kendisini de küçük ve değersiz görecektir. Hiçbirimiz doğduğumuz ülkeyi kendimiz
seçmedik. Dünyanın her yerine gidebilir, başka ülkelerde yaşamayı hayal edebiliriz ama unutmayalım gittiğimiz her yerde bize sorulacak ilk soru “Where are you from?” (Nerelisin?) olacak. Ait olduğumuz ülkeyi ve bu ülkenin dilini ne kadar önemsersek kendi değerimizi o kadar artırırız.
DG: Söyleşimize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
FH: Bu güzel sorularınız için ben de size teşekkür ederim.

Yanlışlıklar – Ne Dediniz Anlamadım
Feyza Hepçilingirler, Mitos Boyut Çocuk Oyunları
Dizisi 26, İstanbul, 1. Baskı, 2011, 96 Sayfa
Uçtu Uçtu Pelin Uçtu
Feyza Hepçilingirler
Sanat-Koop Yayınları Çocuk Romanı Kitapları
Dizisi:2, İzmir, 1. Baskı, 1986, 135 Sayfa

 

Show More