İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Ben güzelim, dünya güzel

Bir tür “ötekilerin dayanıştığı” bu hikâyede bir, hatta birden fazla yüzleşme bekliyor okuru.

Yazan: Sema Aslan

Çocukların “Riko ve Oskar” serisiyle yakından tanıdığı Andreas Steinhöfel, yine bakış açısıyla yaygın inanışlarla oynadığı bir hikâye kaleme almış: Pırıltılı ile Kokuş. Steinhöfel, Kiralık Canavar’da canavarların her zaman pek de canavar olmayabileceğini göstermişti. Bu defa da güzelliğin öyle kolayca, şıp diye yani, tanımlı bir güzellik kavramıyla örtüşmeyebileceğini anlatıyor; peşin kabulleri doğurgan fikirlerle sağından solundan çekiştiriyor.

Pırıltılı, pırılkediler ailesinden gelen ancak aile üyelerinin aksine türünün en belirgin özelliğini taşımayan bir kedidir. Pırılkediler, adları üzerlerinde, pırıldayan kedilerdir. Bu pırıltı, tüylerin hafif parlaklığı, ışıltılı güzelliğiyle sınırlı olmayan, bangır bangır “Parlıyorum!” diyen bir pırıltıdır. Yazar, Noel ve yılbaşı kutlamasını birlikte düşünmeyi salık veriyor pırıltının ihtişamını anlamamız için. Özel, sıra dışı bir şeyden bahsediliyor. O kadar sıra dışı ki, sokakta bir pırılkediyle karşılaşma ihtimali hemen hemen yok. Zira çalınma olasılıkları çok yüksek; bir arabadan bile daha yüksek.

Bizim Pırıltılı, Bay Balıkçı adında sevimsiz bir adamın sahibi olduğu pırılkedinin yavrularından biri olarak doğar ve aşağı yukarı bir disko topu kıvamında ışık saçması gereken yaşa gelip de solgun, mat, düz, sıradan bir kedi olduğu anlaşılınca, hop, kapı dışarı edilir. Macera da bu noktada başlar. Pırıltılı, deli gibi yağmurun yağdığı o akşam, ıslanmış ve üşümüş hâldeyken bir fareyle tanışır: Kokuş. Onun kaderi de Pırıltılı’nınkine benzemektedir; nevi şahsına münhasır biri olduğu hâlde, hatta tam da kendine özgülüğü nedeniyle kapı dışarı edilmiştir. Ancak bir farkla: Kokuş’u sahibi değil, ailesi atmıştır evden. Çünkü Kokuş, isimlerini yalanlarcasına hiç kokmayan ve zaten de kokmamaları gereken kokarfaregillerin tuhaf bir şekilde kokulu üyesi olarak doğmuştur. Yaydığı koku bazen evlerden uzak, rezalet ama bazen de mis gibi olabilen Kokuş, en az Pırıltılı kadar evsizdir özetle. Bu ikisi, yağmurlu bir gecede karşılaşır, Kokuş’un marifetiyle boş bir ahırda, saman yığınlarının üstünde ısınarak yeni ve ortak bir yaşama adım atar, macera bile yaşarlar. Bir seferinde, Kokuş’un nezaketine nezaketle karşılık vermek üzere hediye arayışına çıkan Pırıltılı, tam da Kokuş’a şahane bir yatak olabilecek eski püskü bir ayakkabı bulmuşken, karşısına zorba bir köpek dikilir. Pek çokları tarafından kolaylıkla korkutucu olarak da nitelendirilebilecek olan bu köpeğe pabuç bırakır mı hiç Pırıltılı? Kelimenin tam anlamıyla, elindeki kırmızı ayakkabıya göz dikmiş olan köpeğe pabucu bırakmamaktan söz ediyorum. Yazardan yine bir “her şey göründüğü gibi olmayabilir” numarası görürüz. Daha en baştan bir kediyle fareyi sıkı dostlar yapan Steinhöfel, bütün hikâye boyunca özgün durumların altını çiziyor, başka ihtimallerin ardından koşuyor. Eh, buralardan da irili ufaklı maceralar çıkıyor.

Yazarın, hikâyede ezber bozan bu anlardan başka, dikkatimizi çektiği bir diğer husus da Pırıltılı’nın “olması gerektiği gibi olmamanın” acısını çekmesidir. Bazı geceler ağlar, güneşli parlak havalardan kaçar ve kendini çirkin, neredeyse “arızalı” beller. En yakın arkadaşı Kokuş, her hâliyle sevilesi olduğunu söyleyip dursa da üzülmeye devam eder. Kokuş, biraz iddialı bir hediyeyle Pırıltılı’ya bir yüzleşme fırsatı bile sunar. Ona, parlak alüminyum kâğıda sarılı bir ayna parçası hediye eder. Arkadaşının kendi (özgün) ışığını görebilmesi için büyük ve cesur bir adım atar, onu korur, kollar. Bu arkadaşlık, kısa sürede gerçek bir yoldaşlığa dönüşür. İkisi de birbirlerinden gözlerini ayırmazlar. Nezle olup hastalık buhranına kapılan Kokuş’a mesela, Pırıltılı, kahramanının küçük bir kokarfare olduğu bir masal anlatır. Masalı “Küçük kokarfare, bu kadar cesur olduğun için bundan böyle hiçbir kokarfare nezle olmayacak. En azından, bir günden fazla süre,” diye bitirir; buhranın yerine kuvvet alır. Bir aradayken biri vanilya kokuları salar, diğeri mutluluktan ışıldayarak birlikte kurdukları dünyayı aydınlatır.

Bir tür “ötekilerin dayanıştığı” bu hikâyede bir, hatta birden fazla yüzleşme bekliyor okuru. Steinhöfel, Bay Balıkçı ile Pırıltılı’yı yüzleştiriyor. Kokuş’un da yardımıyla Pırıltılı, içini rahatlatmayı, arkasına bakmadan ilerlemeyi başarıyor. Ancak burada beklentiyi sanki tam da karşılayamıyor, zorba köpeğin karşısında milim tereddüt etmeyen Pırıltılı’yı azıcık acemi/sakar resmediyor. Hani Kokuş olmasa, her şey eline yüzüne bulaşacak gibi. Öte yandan, evdeki diğer pırılkediler, yani Pırıltılı’nın kardeşleri, annesi… Onlardan hiç ses yok. Belki de Steinhöfel tüm hesapların kapatıldığı bir hikâye yerine, açık hesaplarla ve açık hesaplara rağmen devam edebilmenin de bir seçenek olduğunu söylüyordur okuruna? Öyle ya, gücünü dosdoğru kendinden ve en yakın arkadaşından alan Kokuş mesela, ailesiyle ne yüzleşti ne de yüzleşmeyi diledi hikâye boyunca.

Pırıltılı ile Kokuş Andreas Steinhöfel Resimleyen: Ole Könnecke Türkçeleştiren: Olcay Mağden Ünal Tudem Yayınları, 80 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More