İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Muhteşem kızların hikâyeleri

Tuğçe Akyüz

Dünya cesur ve açıkgöz kızlarla dolu, artık onları anlatan daha çok kitaba ihtiyacımız var!

Çocukların kitap okumalarını neden isteriz? Bu soruyu çoğunlukla “bakış açılarını genişletmeleri”, “ufuklarını açmaları” gibi bol “iyileştirmeli, geliştirmeli” ifadelerle yanıtlarız. Oysa son yirmi yıldır cinsiyet rollerinin ele alış biçimi tartışılmakla birlikte, kitapların ufuk açmayı bırakın sınırları aşamadığı ortaya çıkıyor. 2011 tarihli bir araştırmaya göre, başkarakteri erkek olan kitaplar, kız olan kitapların iki katı[1]. Daha ilginci, hayvan hikâyelerinin anlatıldığı çocuk kitaplarında bu duruma daha sık rastlanıyor. Bu kitaplarda erkek karakterler, kızlara göre üç kat daha fazla yer alıyor. Hatta hayvanlara, kitap içerisinde herhangi bir cinsiyet özelliği atfedilmediğinde bile okurlar bu karakterleri erkek olarak yorumlama eğilimi gösteriyorlar.

İtalyan yazar Beatrice Masini, “Güzel, Açıkgöz, Cesur Kızlar” dizisinde genel yönelimin dışına çıkarak kız çocukları kahraman olarak sunuyor. Bu, okurlar için önemli, çünkü gelişim çağında hepimiz dünyadaki yerimizi, çevremizde gördüğümüz, okuduğumuz rollere göre yorumlamaya çalışıyoruz. Tabii o yıllarda henüz, yetişkin olduğumuzda da bu soruyu sorup duracağımızı bilmiyoruz.

Dizinin dokuzuncu kitabı (kitapların tümü birbirinden bağımsız okunabilir) Ina Mağarada, tarihöncesi çağda geçiyor. “Henüz hiçbir şeyin başlamadığı bir yer” tanımlamasıyla okuru heyecana sürüklüyor bu hikâye, çünkü her şey yavaş yavaş keşfediliyor. İşte insanlığın emekleme süreci!

Kırık Kemik Kabilesi’nde yaşayan dokuz yaşındaki Ina’nın en sevdiği şey resim yapmak. Ancak her resim yaptığında kabileden birinin dikkatini çekiyor. Ina başına üşüşenleri bir türlü kovamıyor, hele de erkeklerse. Çünkü kabilede ne zaman ava çıkılacağı gibi önemli kararları erkekler veriyor. Ina bu üstünlüğü tek bir hareketle öğreniyor: Annesinden yediği tokatla. Annesine de zamanında böyle öğretilegelmiş.

Kabilenin zorbası Gob, Ina’nın yeteneğini kıskanıyor. Diğer kızlar gibi Ina da Gob’un kaba tavırlarına karşılık veremiyor. Kızlar, oğlana en fazla bir avuç toprak atmakla yetiniyorlar. Yine de Ina biliyor ki: “Sahip olduğu şeyi, yeteneğini kimse alamazdı ondan: Gob gibi bir kaba saba bile…”

Gob, alışageldiğinin aksine Ina’nın yeteneğine zorla sahip olamayacağından, çareyi onu gözünün önünden kaldırmakta buluyor. Ormanın ortasında bir tuzak kurduğu gibi, Ina’yı buradan aşağı bir mağaraya atıveriyor. Ancak Ina, korkusunu yenip mağaranın derinliklerinde ilerlediğinde bir sürprizle karşılaşıyor: Kabilenin yaşlılarından, bir süre önce ortadan kaybolan İhtiyar Bo.

İhtiyar Bo, Ina’yı çizmesi için cesaretlendiriyor, üstelik onu yeni bir malzemeyle tanıştırıyor: Kömüre dönmüş bir çıtayla. Ina kömürü parmağıyla ezerek farklı tonlar elde etmeyi, böylece resimlerini mağaranın duvarlarına çizerek derinlikli şekiller yaratmayı öğreniyor. Bu sırada Gob (çünkü zorbaların da bir kalbi vardır) Ina için endişelenmeye, onun resimlerini özlemeye başlıyor. Sonra da Ina’nın ölmemesi için düzenli olarak mağaranın içine yiyecekler bırakmaya başlıyor. Oysa Ina, istediği kadar resim yapabildiği (ve yeterince yiyeceğin de bulunduğu) bu yerde İhtiyar Bo’yla birlikte ilk defa yargılanmadan, kendisi gibi davranabildiğini fark ediyor.

Ancak Gob’un foyası meydana çıkmak üzere ve İhtiyar Bo iyice elden ayaktan düşmekte. Böylece Ina’yı önemli bir karar bekliyor: Mağaradan çıkıp eski hayatına mı dönmeli yoksa mutlu olduğu yerde mi kalmalı? Belki de üçüncü bir seçenek vardır: Artık kendisini kabul ettireceği donanıma sahiptir ve mağaranın dışında da istediği gibi yaşayabilir!

Uyaklı ve ritmik diliyle bir çırpıda okunan hikâye, tarihöncesi çağa dair bilgileri altını çizmeden veriyor. Çocukların düşünce öyle hemen ağlamadığını, ölümün de hayatın bir parçası olduğunu, devrik ve melodili cümlelerle anlatıyor. Hatta hikâyenin belirli bir bölümüne kadar neden hiç diyalog olmadığını da atlamıyor (çünkü çocuklar mutlaka fark eder!): “Aranızdan biri bu hikâyeyi okurken şu ana dek hiç konuşma olmadığını fark edecektir. Nedeni belli: Tarihöncesi insanlar kendilerini bağırma ve homurdanma benzeri seslerle ifade ediyorlardı. Bunları kelimelere dökmek öyle kolay değildi, pek hoş da sayılmazdı. Zaten öyle çok konuşmuyorlardı.”

Desideria Guicciardini’nin çizgileri sayfalarda oynaşıyor ve hikâyeye hareket katıyor. Üstelik kabile kadınlarının saçları, giysileri ve süslemeleriyle birbirlerine benzersiz çizilmeleri övgüyü hak ediyor. Bu kitapta ne istediğini bilen bir kız karakter, ilgili zamana dair koşullar yok sayılmadan anlatılıyor. Yani Ina, kabilesinde büyük değişimlere yol açmıyor, hatta kabulü de ancak kabilenin büyükleri aracılığıyla gerçekleşebiliyor. Kitap, özgünlük açısından olmasa da yazının başında söz ettiğim sınırları aşması bakımından sağladığı başarının yanı sıra, akıcı ve eğlenceli bir hikâye de sunuyor. Peki dizinin isminde geçen “Güzel” sözcüğü gerekli miydi? Belli ki hikâyelerle birlikte düşünüldüğünde güzelliğin dış güzellikten ibaret olmadığı perçinlenmeye çalışıyor. Ancak bu kitapta Ina’yı tanımlarken geçen “belki güzel diye tanımlanamaz, hatta şirin bile denemez ona” cümlesinin bu amaca hizmet ettiği pek açık sayılmaz. Dünya cesur ve açıkgöz kızlarla dolu, artık onları anlatan daha çok kitaba ihtiyacımız var!

[1] Florida Eyalet Üniversitesi’nden Profesör Janice McCabe’nin, 1900 ile 2000 yılları arasında yayımlanmış 5.618 çocuk kitabıyla yaptığı büyük ölçekli araştırmanın sonucu.

 

 

 

Ina Mağarada Güzel, Açıkgöz, Cesur Kızlar Beatrice Masini Türkçeleştiren: Nükhet Amanoel Resimleyen: Desideria Guicciardini Can Çocuk Yayınları, 72 sayfa
Ina Mağarada
Güzel, Açıkgöz, Cesur Kızlar
Beatrice Masini
Türkçeleştiren: Nükhet Amanoel
Resimleyen: Desideria Guicciardini
Can Çocuk Yayınları, 72 sayfa

 

Show More