İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Vay canına! Sen kimmişsin be Armstrong!

Fare cismine insan aklı, insan ruhu konduğu için de yaşantıları bize benziyor hâliyle. Ayın tekerlek peynir olduğuna inanmaktan vazgeçmeyen bağnazlar da Armstrong’un onları bilimsel gerçeklere çekme çabası da insanlık tarihiyle paralellik kurarak işleniyor.

Yazan: Melek Özlem Sezer

Bir fare… Tek bir tutkusu var, Ay; onun peşinde gündüz gece… Ne New York’un dumanlı kaldırımlarından hızla geçerken şöyle bir göz atmak yeter ona ne deniz kenarında mehtaba dalmak ne çatılara çıkıp seyre kapılmak… O illa ki aya ilk ayak basan olacak. Armstrong’un ve New York fare cemaatinin bizden tek farkı; kuyruklu, küçük bir beden
içinde doğmuş olmaları. Fare cismine insan aklı, insan ruhu konduğu için de yaşantıları bize benziyor hâliyle. Ayın tekerlek peynir olduğuna inanmaktan vazgeçmeyen bağnazlar da Armstrong’un onları bilimsel gerçeklere çekme çabası da insanlık tarihiyle paralellik kurarak işleniyor. Kitabın temel esprisi ise resmi tarihin yanıltıcılığı ve gizli tutulmuş gerçek kahramanlar üzerine kurulmuş. Biz aya ilk ayak basanın Armstrong olduğunu biliyoruz ya, acaba hangi Armstrong? Meğer ayın ilk konuğu kendi roketini yapan bir fareymiş ve bu gerçeği saklamak için ona da Armstrong ismi vermişler. Böylece aya topuğu ilk değen Armstrong derken yalan söylememiş gibi olmuşlar.
Çizgilerin sözcüklerden daha güçlü anlatılar sunduğu bir kitap yaratmış Torben Kuhlmann. New York’un ruhunu, estetik anlayışını içine sindirmiş bu müthiş güzel resimler, kendi dünyasını yaratıyor ve o dünyaya ulaşma arzusuyla birlikte hikâye kurma isteğini de kışkırtıyor. Ki her bir resim, sayısız hikâyeye esin verebilecek nitelikte. Kuhlmann cümle ayrıntıyı çok hoş görsel kurgular içinde ilmek ilmek dokumuş ve üzerlerine ay tozları serpiştirmiş. Ama ne yazık ki iş yazmaya gelince kalemi aynı özeni ve yaratıcılığı gösterememiş.
Dil tutuk ve çorak denecek kadar kuru. Diyaloglar doğallığı yakalayamıyor. Lezzet, renk, ritm, dinamizm, canlılık, merak uyandırmama temel eksiklerinden. Daha çok bir kitabı yazarken alınıp sonra arındırılmamış hantal notları andırıyor. Gereksiz yerlerde oyalanıyor ve gerekçelendirmek, ikna etmek, lezzet katmak gereken yerlerde ise hızlıca geçip tatminsiz bırakıyor. Hikâyenin fazlasıyla tahmin edilebilir bir şekilde ilerlemesi de okuma hazzını azaltan unsurlardan. Şablon kurgular ise kolaycılığa kaçıldığını gösteriyor. Fareler toplantısında teleskopuyla gördüklerini anlatan ama ayın tekerlek peynir olmadığına kimseyi ikna edemeyen Armstrong eve geldiğinde, notlarının arasında Smithsonian Müzesi’nden bir mektup buluyor: “Sen haklısın! Beni ziyarete gel.” Her şeyi anında öğrenen ve yolu şıp diye önüne seren bu karakter, kolaycı şablonların örneklerinden. Ona farelerin uçma tarihini gösteren müzeyi dolaştırması ve insanların bildiklerini öğrenmesini önermesi de iyi işlenmemiş. Armstrog’un astronot kıyafeti dikmesi, bir çalar saat ve birkaç külotlu çorapla uzay mekiği yapması, bu işe yaramayınca roket yapımına girişmesi süreci de öyle. Aslında farenin roketi fırladı ve aya gitti dense, bunu şiirsel bir hareket, bir masal gerçeği olarak kabul
edecek ve mantık hatalarının peşine düşüp hikâyeden kopmayacaktık. Ve şu tip soruları aklımıza getirmeyecektik: Bir küçücük fare roketinin fırlarken çıkardığı ateş, nasıl tam da o sırada içeri giren polisleri darma duman ediyor? Hemen müdahale edebilecek insanlar varken nasıl öyle büyük bir yangın çıkıyor? Polis, koca New York’ta tam da bu fareyi ve ne yaptığını nasıl bulup gazetelere resmini basıyor? Fare, yangından kurtardığı tek çizim sayesinde çalışıp aya gidiyor, tamam. İnsanlar da onun bıraktığı notları bulup peşi sıra aya gidiyor, ona da tamam. Peki, farenin aya gittiğini ve ne zaman döneceğini, tam olarak nereye ineceğini bilip diğer fareler nasıl hoş geldin partisi düzenliyor? Bunları ve daha pek çok şeyi inandırıcı kılabilecek teknikler kullanılmamış. Oysa o olağanüstü resimlere daha kısa ve dinamik bir metin yakışırdı. Ciltlenmesindeki sorun da sanki kitaptaki resim metin ilişkisine çözüm arar gibi. Yapraklar çevirdiğin anda kopuveriyor. Çünkü her bir yaprak kendi resminin yolculuğuna çıkmak istiyor. Seyretmesi çok keyifli bir kitap ama keşke okumayı da arzulanır kılsaymış.

Armstrong
Torben Kuhlmann
Türkçeleştiren: Su Akaydın
Uçan Fil Yayınları, 128 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More