İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Tilki tilki saaç kaç?

Yazan: Melek Özlem SEZER

Fabl, insanlar arasında geçen öyküleri hayvanlara mal ederek anlatma ustalığıdır. Öyleyse tilki de insandır ve ona katlanamayışımız da bundandır. Tilki kurnazsa, insan da kendini başkasının üzerinden anlattığı için bir bakıma korkaktır.

 

İnsan, dile bir kere “Bu karadır” diye düşmeyegörsün; kırk kat beyaz urba giyse, kendini aklayamazmış.

Peki ya insan kendini yaftalamasına karşı bile bu kadar katıyken, şu gariban tilki ne yapsın? Kurnazlık onda, bencillik onda, yalancılık onda… Hainlik, paylaşma bilgisinden yoksunluk, zaafları kullanmada olduğu gibi tamahta sınırsızlık da onda.

Sevmeyiz tilkiyi, niçin sevecekmişiz? Atasözleri, deyimler, fıkralar, masallar hep onun hainliğinden konuşur ne olsa. Oysa bir belgesel seyretsek, yavrularını hayatta tutmak için çırpınan anne tilkinin mücadelesine, oynayan yavruların sevimliliğine şahit olsak, tilkinin tarafına geçiveririz. Yine de bunun biraz uzun bir belgesel olması gerek. Yoksa onu öyle kolay kolay affedemeyiz.

Belgeselini izleyince sevdiğimiz tilkiyi, masal kahramanı olduğunda neden yine sevemeyiz? Fabl, insanlar arasında geçen öyküleri hayvanlara mal
ederek anlatma ustalığıdır. Öyleyse tilki de insandır ve ona katlanamayışımız da bundandır. Tilki kurnazsa, insan da kendini başkasının üzerinden anlattığı için bir bakıma sanatçı, bir bakıma korkaktır.

Çocuk edebiyatının temel hedeflerinden biri, çocuğu yetişkin yaşamına hazırlamak. Bu nedenle tilki masallarının, bizi tilki-insanlara hazırlıklı yakalanmada önemli bir işlevi var. Refik Durbaş, tilkileri o görkemli kuyrukları gibi şiirsel bir zeminde anlatmayı tercih etmiş ve dünya halk kültüründen tilki masallarını Tilki Tilki Saat Kaç? diye çok hoş bir isim altında toplamış. Can Çocuk Yayınları ise bu çalışmayı Burcu Yılmaz’ın başarılı resimleri eşliğinde, müthiş bir görselliğe kavuşturmuş. Yılmaz, tilkinin estetiğini güçlü bir şekilde ön plana çıkarırken, yaratıcı tasarımlarıyla özel bir dil kurmuş. Tilkiye hoş, sevimli ve oldukça şaşkın bir ifadeyle, insanın onu merak etmesine, bu tilki acaba nasıl biridir demesine neden olacak bir ruh kazandırmış.

Masalları okurken insanın aklına hayat bilgisi dersinde yediğimiz pek çok şamarla birlikte en çok politikacı tipi geliyor. Hatta politikacıları anlaşılmaz bulmamız, bu kitaptaki masallara bakınca bana tuhaf geliyor. Ne de olsa temel dinamikler, zaafları teşhis etme ve kullanma yöntemleri, çıkar için yapılanlardaki sınırsızlık; yüzlerce yıllık bu masallarda en yalın haliyle anlatılmış. Öte yandan tilki postu giymiş insanla ilgili anlatılanlar doğru olsa da tilkiyi tek bir biçimde anlatmak ona karşı bir önyargı doğurmaz mı? Onun aslında insan olduğunu unutmamıza, algıların kapanmasına, kolaycılığa neden olmaz mı? Kuşkusuz, işe bir de bu taraftan bakmak bu masal derlemesinin sorunu değil, ancak bu kitabın hemen arkasından çocuklara gerçek tilki her kimse onu anlatan kitaplar sunabilmemizi isterdim.

Seçilen masallar, hepimizin bildiği masallar olsa da insan onları macera duygusuyla okuyor. Çünkü önemli bir şairin imgelerine, kalıp laflara itibar etmeyerek kıpır kıpır, dili zorlayan, sınırlarını genişletmeye çalışan acarlığına rastlıyoruz. Durup durup bir daha bakılacak, çikolatanın son parçası gibi damakta yavaş yavaş eritilecek pek çok dize var kitapta. Ancak, bazen bu şiirsellik düzyazıda daha mı rahat ederdi diye düşündüm. Zaten dizelerde imla, cümle düzenine göre kullanılmış, belki metin bu anlamda da işaret vermeye çalışmış. Kimi yerlerde masalı anlamak zorlaşıyor, bazen akış zedeleniyor, bazen şiire öncelik vermek olayların yeterince anlatılmamasına neden olacak bir hıza sebep oluyor. Şiir bir merdivense, kimi cümleler düz yolda daha rahat edecekmiş gibi duruyor. Refik Durbaş’ın tadına doyulmaz ifadelerini, dize düzeninden çıkarıp düze vurduğumda, doğrusu ben daha çok tadına vardım. Size de –şairin affına sığınarak– bu lezzetleri öyle sunmak istedim.

“Tam bu sırada rüzgâr dövmekteymiş gökyüzünün davulunu.”

“damakta dağılan sevincin keyfini sürmekte…”

“Gölgesini kuyruğuna kıstıran kurt”

“Söz arayadursun sözlükteki yerini”

“diye bağıradursun kana kesmiş sesiyle kurt”

“bir bulut atımında duyulmuş bizimkinin sesi”

“Topaç yaparmış ay ışığından bizimki kurtsa rüzgârlardan kuyruğu uzun uçurtmalar…”

“Kaşı kınalı dağların bile benzi solmuş derler”

“İşte böyle bağlamış tilki sözün ilmeğini”

“tilki bırakmış kederin ipini”

Kimileri, yazarların okuyucuyla tanıştıkları ya da alıştırdıkları yerde durmasını tercih eder. Hatta örneğin bir şairin şiirini çok seviyorsa, romanını okumak istemez. Şairi, zamanını çocuk yazınına ayırırsa ona küser. Öykülerini bir oyalanma olarak görür. Oysa farklı türlerde gezinmek, her birine diğerinin tadını, ustalığını da katıyor. Birbirini zenginleştiriyor, kişi kendiyle farklı mecralarda sevişiyor ve bence güzel çocuklar doğuyor. Refik Durbaş deyince, insanın aklına ilk şiir gelir. Peki, masalla uğraşmasın mı? İyi ama o zaman “davul, yanardağlar misali yarılmış iki kaşının arasından.” gibi müthiş
bir şiirsellikten mahrum kalmaz
mı masal? İyi ki Refik Durbaş
var, iyi ki şiir, iyi ki masal var.
İyi ki üçünü bir tilkinin
kuyruğunda birleştiren
hayat var.

 

 

 

Tilki Tilki Saat Kaç? Refik Durbaş Resimleyen: Burcu Yılmaz Can Çocuk Yayınları, 53 sayfa

 

Show More