İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Dışarıdan manzaralar

Shaun Tan’ın yabancılaşma ekseninde buluşan eserleri, parçalarına aşina olduğumuz ancak bir araya geldiklerinde daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen bir yapıya dönüşüyor. 

Yazan: Tuğçe Akyüz

Taş zemine kazınmış mülteci isimlerinin üzerinden akan su, bu ada ülkesine varan her mültecinin -önce gemiler, şimdiyse kimi zaman uçak, kimi zaman botla- kat ettiği okyanus aşırı yolu temsil ediyor. Burası Avustralya’nın Göçmenlik Müzesi ve Shaun Tan’ın Uzak kitabını müzenin en dikkat çeken rafında gördüğüme şaşırmıyorum. Uzak, pek çok ülkede yabancılık konusundaki kitaplar arasında bir kült mertebesine oturdu. Bu sessiz kitabın metinsizliği, mesajından bir şey eksiltmediği gibi onu perçinledi. Dünyanın dört bir yanındaki okurların yaşadığı duygu birliği bunu gösteriyor.
Kızıl Ağaç, Kayıp Şey ve son olarak Asla Neden Diye Sorma adlı eserlerinin de Türkiyeli okurla buluştuğu yazarın, Desen Yayınlarından çıkan yeni kitabı Taşradan Öyküler, on beş öyküyü içeren bir birikim. Bir kısım eskizi andıran çizimler, gazete kesikleri, kolaj, gravür baskılar… Arka bahçelerindeki füzeyi temizleyenler, yarım kalmış bir haritanın sonunu keşfetmek için yola çıkan iki kardeş… Tüm bu imge ve öyküler bende, parçalarına aşina olduğumuz ancak bir araya geldiklerinde daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen bir yapıyı çağrıştırıyor. Bir anlamda bütün, parçaların toplamından fazlası oluyor.
Taşradan Öyküler, Batı Avustralyalı sanatçının çocukluğunu geçirdiği, kentleşmiş ancak seyrek yapılı boş arazilere yayılan yerleşim birimlerindeki yaşamlara, çocukların yaşamlarına bakıyor. Bu mekânlara taşradan ziyade banliyö denebilir. Müstakil bir ev, çamaşırlığın ve ufak bir kulübenin olduğu bir arka bahçe, yolun karşısında ve çitlerin hemen arkasında komşular, sessizlik, güneş, uzayan otlar, her şeyden uzakta yaşayıp giderken son yıllarda artarak gelen yabancılar. İlk öykü olarak seçilen “Su Bufalosu” tam da bu havayı sayfalara taşıyor. Otların arasından çıkıp çocukların “önemli sorularını” sordukları varlık oluyor. Çocukluğun ivedi heyecanlarını anımsatan şu kısım, büyüdüğümüzde adım attığımız görünmez gerçeklik eşiğini anlatıyor: “Biri ‘bufaloya sor,’ dediği zaman, sorunun çok acil olduğu ve derhal kesin bir çözüm bulunması gerektiği düşünülürdü. Zaman geçtikçe, onun yanına gitmeyi bıraktık ve sanırım o da bundan bir süre sonra ortadan kayboldu (…)” Su bufalosu, çocukken inandığımız ve oranda devasa ve demirbaş gözüken her şey gibi yitip gidiyor.
Bu nostaljik öyküyü, belki de şimdiye dek yabancılık üzerine yazılmış en güzel öykülerden biri izliyor: “Eric”, kısa süreliğine Avustralyalı bir ailenin yanında kalan yabancı bir değişim öğrencisini anlatıyor. Elbette Eric, bizim dünyamıza ait bir isim. Onun geldiği dünya, öyle başka ki gerçek ismini bile doğru telaffuz etmek zor, düşünün bir. Aile, öğrenciyi rahat ettirmek için elinden gelen her şeyi yapsa da Eric uyumak için mutfak kilerini seçiyor. Bu yeni ülkede hayranlık duyacağı onca şey varken yol üstünde bir mazgala takılan şekerleme ambalajı gibi ufak detaylarla ilgileniyor. Hoşgörülü bir kavrayışsızlıkla onu izleyen ailenin bireyleri, anlamlandıramadıkları her Eric davranışında, “Kültürel bir şey olsa gerek,” ifadesine sığınıyor. “Madem böyle mutlu…” Öykünün sonunda ise rengârenk bir sürpriz bu aileyi ve okuru bekliyor, “yabancı çocuk”, adeta irfanına yalnızca onun sahip olduğu bir büyüyü yapar gibi siyah beyaz karelerde renkli çiçekler açtırıyor.
Kitaptaki görece tekinsiz hikâyelerden biri, “Panikte Değil Tetikte”. Evlerin arka bahçelerinden, bacayı andıran cisimler yükseliyor. Kiminin üzerinde numaraları seçiliyor ve kuşlar, üzerlerine tünemekte beis görmüyor. Bu banliyö manzarasında göklere yükselen yapılar birer füze, hem de kıtalararası balistik füze. Distopik yazmaya elim varmıyor; daha geçen akşam benzer haberleri konuşmamış mıydık? Yüzlerce kilometre uzakta birilerinin sahip olduğu füzeler, kıtaları ve okyanusları aşıp evimize ulaşabilecek güçteymiş artık. Farklı dilleri konuştuğumuz insanlarla aramızda bir bağ oluşmuş: Artık aynı korkuyu paylaşıyoruz. Böylece öykü birden fütüristik gelmiyor gözüme: “Ne komiktir ki, her ailenin kendi kıtalararası balistik füzesinin olduğu şu günlerde, füzeler neredeyse hiç aklımıza gelmiyor bile.” Füzeler, artık salondaki antika büfenin alt rafından her yıl çıkarılıp cilalanan gümüş pasta takımı gibi bekliyor ve zamanla yeni kullanım biçimleri buluyor.
Resimler, hem öyküler eşliğinde hem de ayrı okunmayı hak ediyor. “Acayip Tatil”in törensel öyküsüne baş döndürücü gravür desenler eşlik ediyor. “Unutma Makinesi” bir gazete makalesi biçiminde sunuluyor ve “işsizlik teriminin yeniden tanımlanmasıyla, işsizlik seviyesinin rekor alt seviyede olduğu açıklanıyor”, “iklim değişikliği o kadar kötü değil” gibi haberlerle kara mizah örneği gösteriyor. “Uzak Yağmur” ise mükemmel çevirisi ve grafik uygulamasıyla bir şiirin yolculuğunu kolaj tekniğiyle izletiyor.
Farklı türde ve seviyelerde kısa hazinelerden oluşan Taşradan Öyküler’i yaş bakımından bir kategoriye sokmak zor. Shel Silverstein öyküleri yalınlığında tek sorulu, kısa hatta yer yer komik hikâyelerin yanı sıra görece olgun, melankolik ya da karanlık öyküleri de içeriyor. “Keşifleri çok seven Paul’a” adanan kitabın, bu özelliğiyle, ayrıntılarda kaybolmayı seven ve görselliğe önem veren her yaştan okura derin bir okuma deneyimi kazandıracağına şüphe yok.

Taşradan Öyküler Shaun Tan Türkçeleştiren: Şirin Etik Desen Yayınları, 96 sayfa
Taşradan Öyküler
Shaun Tan
Türkçeleştiren: Şirin Etik
Desen Yayınları, 96 sayfa

 

Show More