İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Savaşın son kışından artakalanlar

Savaşın olmadığı bahçelerde dört mevsim bahardır. Bunu en iyi bahçede koşup oynayan bizim koca kız biliyor, bir de savaştan arta kalan Michiel gibi yetimler…

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Kocabaş, kışı kesinlikle çok seviyor. Ne de olsa bir Sivas Kangal’ı. Maması, suyu, yatacak sıcak döşeği ve sadece sabah ve akşamları birer saat de olsa bahçede kendisiyle oynayacak arkadaşları yanında olunca kim kışı sevmez ki! Huzurun ve barışın hâkim olduğu bahçelerde, kış da kar da mutluluk kaynağıdır. Oysa Jan Terlouw’un Türkçede yeni çıkan (orijinali 1973 tarihli) Savaşın Son Kışı romanında, II. Dünya Savaşı’nın son kışı olan 1944-1945 Noel’inde Alman işgal ordularına karşı, kendini direnişçilerin arasında bulan genç Michiel için, kar da soğuk da savaşın karanlık yüzünden ötürü sadece açlık, kıtlık ve ölüm kalım meselesi anlamına geliyor. Savaşın olduğu bahçelerde dört mevsim de kıştır çünkü.
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgali altındaki Hollanda’da geçen bu hikâyede, on beş yaşındaki Michiel’in savaşın mağduru küçük bir çocuk olmaktan çıkıp, herkesten habersiz direniş hareketinin bir parçası olması anlatılıyor. Komşularının büyük oğlu Dirk’in, bir gece yarısı kendisi gibi iki direnişçi arkadaşı ile birlikte sığınmacılara karne sağlayabilmek için dağıtım ofisini soyacaklarını gizlice Michiel’e açmasıyla başlıyor her şey. Dirk her ihtimale karşı Michiel’e, kendisi dönemezse Sağır Bertus’a iletmesi için bir mektup bırakıyor. O âna dek sadece tahta tekerlekli bisikletinin üzerinde bütün gün çiftlikleri ziyaret ederek takas yoluyla ticaret yapan küçük Michiel, böylece birden kendisini direnişçi yapacak bir olaylar silsilesinin içine dâhil oluyor, hem de başrol oyuncusu olarak.
Tahmin edileceği üzere o geceki baskın başarısız olup Alman askerleri Dirk’in evine baskın yapınca, Michiel ertesi sabah Bertus’a mektubu teslim etmesi gerektiğini anlıyor. Fakat ertesi gün öyle bir aksilikler sağanağına maruz kalıyor ki Michiel, mektubu söz verdiği gibi Bertus’a teslim edemiyor. En fenası da Almanlarla işbirliği yaptığı bilinen Schafter’a rastlaması oluyor. Ondan kurtulmaya çalışırken mektubu bir türlü sahibine ulaştıramıyor. O gün öyle bitiyor. Ertesi gün ise Bertus’un Almanlarca tutuklandığını görüyor. Schafter’a nasıl bir açık verdiğini anlayamasa da en sonunda mektubu kendisi okuyup yok etmeye karar veriyor. Mektupta Dirk, uçağı düşmüş yaralı bir İngiliz pilotu kurtarıp ormanda sakladığını, ona devamlı olarak ilaç ve yiyecek götürülmesi gerektiğini anlatıyor. Michiel tam bir yetişkin gibi davranarak, durumu çabucak idrak ediyor ve ötekinin sorumluluğundan kaçamayacağını anlayarak ormana doğru yola çıkıyor. Jack ile de böyle tanışıyorlar.
Gerçek bir direnişçi olarak Michiel bu sırrı, bir tek ablası Erica’yla paylaşıyor. Buna mecbur kalıyor, çünkü Jack’in bir türlü iyileşmeyen yaralarına bu işlerden anlayan bir profesyonelin, yani hemşire Erica’nın bakması gerekiyor. Almanlar tarafından kurşuna dizilmek pahasına iki kardeş, yaralı İngiliz pilota gizlice yardım etmeye başlıyorlar.
Bu arada geceleri Almanya’yı bombalamaya giden müttefik savaş uçakları kahramanlarımızın köyünün üzerinden geçerlerken ailenin diğer fertlerinin de savaşın felaketleri hakkında ne düşündüklerini öğreniyoruz. Micheil’in annesi masum insanların zarar görecek olmalarına üzülürken, babası Almanların bu savaşı kendileri başlattığı için bedelini de hep beraber ödeyeceklerini söylüyor. Annenin buna verdiği cevap ise bütün evde büyük bir sessizliğe yol açıyor: “Belki şu an Bremen’de bacağına bir şarapnel saplanan küçük kızın bunda hiçbir suçu yok. Savaş felaket bir şey.”
Terlouw’un usta işi kurgusuyla giderek karmaşıklaşan olaylar savaş üzerine biz okurları da düşünmeye mecbur ediyor. Ama çok geçmeden ormanda bulunan bir cesedin kendi askerleri olması nedeniyle sertleşen Almanlar, işgalcilerin ne kadar zalim olabileceklerini gösteriyor. Bu cinayeti kimin işlediğini bulmak için köyden rastgele rehin aldıkları ve her gün birini infaz edeceklerini duyurdukları köylüler arasında köyün belediye başkanı olan Micheil’in babası da bulunuyor, ki ertesi gün kurşuna dizilenlerden birisi o oluyor. Bütün nedensizliğiyle savaş her an herkesi saklandığı yerde bulup yok edebiliyor işte. Dirk ve Jack’i ele vermeyen Micheil, onların öldürdükleri Alman asker yüzünden babasını kaybediyor. Ama bütün Almanlar kötü, bütün Hollandalılar kahraman olmadığı gibi bütün işgalciler katil ve bütün direnişçiler de masum değil; asıl suçlu savaşın kendisi! Meselâ Michiel’in küçük kardeşi Jochem’i düşmek üzere olduğu çatıdan kurtaran da bir Alman askeri oluyor. Bütün Almanlardan nefret etmek isteyen Michiel için bu işleri zorlaştırıyor, çünkü Alman askerinin bütün komşularından daha kahramanca davrandığı reddedilemeyecek kadar aşikâr.
Roman ilerledikçe Michiel her gizli planının nasıl olup da Almanlarca önceden bilindiğini anlamaya çalışıyor. Bir taraftan bunun için kendini suçlayan ve iyi bir direnişçi olamayacak denli beceriksiz olduğunu düşünen Michiel, diğer taraftan her yakayı ele verişinde olaya bir şekilde Schafter’ın dâhil olduğunu fark ediyor. Romanın bu bölümleri harikulâde bir gizem ve gerilim barındırıyor. Okuma keyfini bölmemek için şu kadarını söylemekle yetinelim ki aslında hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Savaşın olmadığı bahçelerde dört mevsim bahardır. Bunu en iyi bahçede koşup oynayan bizim koca kız biliyor, bir de savaştan arta kalan Michiel gibi yetimler.

 

 

 

Savaşın Son Kışı
Jan Terlouw
Türkçeleştiren: Erhan Gürer
Mayo Kitap, 240 sayfa
Show More