İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

“Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim”

Ne kadar uğraşırsan uğraş, asla bitmeyecek bir yapbozu kim yapmak ister ki? Yapıyoruz oysa. Belki bu konuda Keçi’nin bize öğreteceği bir şeyler vardır…

Yazan: Deniz Poyraz

Bir modern çağ mecburiyeti olarak tabağımıza konuluverdi “an’ı yaşamak” kavramı. Mecburmuşuz gibi yemeye çalıştık biz de bu pek doyurucu olmayan, tatsız tuzsuz yavan yemeği. Gerektiğinde bütün sorumluluklarımızı, toplumsal ve bireysel mecburiyetlerimizi askıya alıp içinde bulunduğumuz zamanın tadını çıkarmamız beklendi bizden. Geçmişi geçmişte bırak, geleceği dert etme; şimdiki vaktin tadını çıkarmaya bak! Ne dünün sancısı ne yarının tasası… Bir garip kişisel gelişim tekerlemesi. Öte yandan, kapitalist tüketim alışkanlıklarıyla da koşut giden bir yapısı olduğu aşikâr bu düşüncenin: “İçinden geldiği gibi yaşa” düsturu ilk bakışta ne kadar zararsız ve iyi niyetli gözükse de bu felsefede “içinden geldiği gibi harca”ya çıkıyor bütün sokaklar. Örtülü biçimde “tüket!” diyor sistem; ilişkileri, sevgiyi, parayı pulu. Yarın yerine koyacak bir şey elbet bulunur. Sonsuz ihtimaller çağındayız, değil mi? Fakat tükenen tek şey, tüketicinin kendisi oluyor nihayetinde.

Stefan Beuse’nin yazdığı ve Sophie Greve’nin resimlediği Ay’daki Keçi ya da Anı Yaşamak, tüketim kültürünün öne sürdüğü cılız bir carpe diem anlayışından ziyade, “an”ı yaşamanın ve şimdinin içinde olmanın, kendimizle ilişkimizi daha güzel ve etkili biçimde kurmamızla alakalı olduğunu söylüyor bize. Aynı zamanda hakikatli, felsefi ve bir o kadar da hüzünlü, lirik bir hikâye. Küçük şeylerin güzel tadını hatırlatıyor Keçi. Dikkatimizi şimdiki zamana çekmekten de ziyade, sahip olduklarımızla yaratacağımız kalıcı güzelliklere meyleden fikirleri var. Yaşamın ne kadar zengin, çılgın ve şairane olduğunun altını çizen bir metin Ay’daki Keçi.

Keçi, Ay’da yaşayan tek canlı. Kitabın arka kapak yazısında da belirtildiği gibi, canının her istediğini yapabiliyor. Ağzını tıka basa roka dolduran da ay tozuna resim çizen de daima ruh hâline göre tişörtler giyen de o. An’ın tadını çıkarttığı aşikâr. Üstelik bir başına kocaman bir göktaşında yaşıyor olmak mutsuzluğa sebep değil; Ay’a sürekli bir dolu eşya düştüğünden, Keçi’nin sıkılmaya fırsatı olmuyor. İçlerinden güzel ve yararlı olanlarla kendine bir hayat kurarken, onu huzursuz edenleri doğruca en derin kratere fırlatıyor. Fakat günün birinde, onu en büyük korkusuyla yüzleşmeye iten gizem dolu bir nesne çıkıyor karşısına. Hayatın derin anlamlarına dair sorgulamalar da tam bu noktada başlıyor: “İnsan, bulunduğu olumsuz koşullar altında dahi mutlu olmanın bir yolunu bulabilir mi?” ya da “en büyük korkuların üstüne nasıl gitmeli?” gibi soruların cevabı aranıyor kitapta. Hatta cevaplardan çok sorular ön plana çıkıyor… İyi bir eserin marifeti okuru pasif bir izleyici olmaktan çıkarıp birtakım meseleler üzerine düşündürmekse şayet, Ay’daki Keçi bunu bir güzel, hem hiç göze sokmadan yapıyor.

Keçi, rüyalarında Ay’da rastlayamayacağı şeyler de görüyor: Dereler ve akarsular, buzdağlarıyla dolu denizler ve karlar. Oysa Ay’da sadece kraterler ve toz var. Bir de her gün gökten düşüp duran tüm o şeyler. Güzel şeyler, hüzünlü şeyler, gerçek şeyler ve “ancak keçi onlara isim verdiği sürece şeye dönüşen” şeyler… Bu şeylerden kendine bir yuva yapabildiğin takdirde Ay’da hayat güzel: Bir yatak, bir masa, bir sandalye. Sevdiğin bütün o küçük ve mütevazi şeylerin yakınında, yamacında olması ve bunlardan kendine bir yaşam kurabilmiş olmak…

Olduğun yerden başka bir yerde olmayı ve yaptığın şeyden başka bir şey yapmayı istemek, dosdoğru mutsuzluğa giden yolda olduğunun ilk işareti. Keçi’nin tehlikeli gördüğü her şeyi kratere atması bundan. Eğer Ay’da yalnız bir keçiyseniz, elinizdekiyle mutlu olmayı bilmeniz gerekiyor. Aksi hâlde, boyundan büyük oluyor hayal kırıklıkları. Öte yandan, telaşlı olmak da hiç yaraşmıyor Ay hayatına. Telaş şimdiye kadar kimsenin işini kolaylaştırmamış ki zaten. Hem burada saat devamlı dokuzu çeyrek geçiyor, böylece Keçi hiçbir yere ve hiçbir şeye geç kalmıyor.

Yaşamlarımız da ruhlarımız da aslında ihtiyacımız olmayan bir duygu ve eşya kütlesinin istilası altında. Birbiriyle uyumsuz onca şeyi bir araya getirmeye, ortaya anlamlı bir manzara çıkarmaya uğraşıyoruz söke dike. Hâlbuki ne kadar uğraşırsan uğraş, asla bitmeyecek bir yapbozu kim yapmak ister ki? Yapıyoruz oysa. Belki bu konuda Keçi’nin bize öğreteceği bir şeyler vardır. Tek cümlelik bir özetle: Tekrar tekrar okunacak bir metin ve muhteşem çizgiler. İyi okumalar…

Ay’daki Keçi ya da Anı Yaşamak
Stefan Beuse
Resimleyen: Sophie Greve
Türkçeleştiren: Olcay Geridönmez
Ginko Kitap, 80 sayfa,

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More

1 Comment

Comments are closed