İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Edebiyattan öte tılsım yok

Güncel toplumsal sorunlara değinmekle kalan, kurgu ve içerik olarak ciddi zayıflıklar taşıyan bir çocuk kitabı Dondurmam Tılsım. Bu zayıflıkları dengeleyen özgün edebi buluşlar, okuru melodisiyle cezbeden, kendine has tılsımıyla peşinden sürükleyen bir dille karşılaştığımızı da söyleyemeyiz.

Yazan: Suzan Geridönmez

Çocukların fanusta değil, yetişkinlerle aynı dünyada yaşayan, bu dünyanın sorunlarıyla baş etmek zorunda kalan varlıklar olduğu kabul edildiğinden beri çocuk edebiyatında konu çeşitliliği de artıyor. Aslında, tüm insanlığı ilgilendiren savaş, çevre, değişen aile yapıları gibi evrensel meselelerin işlenmesi hiç de yeni sayılmaz. Ama çocuk kavramının her yeniden tanımlanışı ya da geliştirilmesiyle çocuk edebiyatında bu sorunların ele alınış biçimi değişiyor. Çocuk, parçası olduğu dünyayı sorgulayan, kendi fikrini oluşturan, artan hayat deneyimiyle birlikte bağımsızlaşan birey saygınlığına eriştiğinden beri, çocuk edebiyatının ona belli değerler dayatma hevesi zayıfladı. Didaktik, kaba mesaj kaygısının hâkim olduğu eserlerin, ne günümüz toplumunun ne günümüz çocuğunun ihtiyaçlarına denk düşmediği görece yeni bir kabul. Bir o kadar da önemli. Çünkü modern çocuk edebiyatının temel kıstasları artık “Neyi niçin anlatıyor?”dan ziyade “Neyi nasıl anlatıyor?” sorusundan besleniyor. Günümüzde çocuk kitapları öncelikle edebi niteliğiyle değerlendiriliyor. Bu da modern çocuk edebiyatının bir nevi sınıf atlayarak, yetişkin edebiyatıyla aynı sanatsal değerleri kuşanması sonucunu beraberinde getiriyor.

Ancak çocuk edebiyatında esen bu müthiş özgürleştirici ve besleyici rüzgârın kimi savurucu etkileri de yok değil. Birçok çocuk kitabı yazarı “didaktik” damgası yememek için ya da “mesaj kaygısı olarak algılanır” endişesiyle toplumsal sorunlara eğilmekten kaçınıyor. İyi ki güncel sorunlara sırtını dönmeyen, toplumsal duyarlılığını yazınına yansıtırken elini korkak alıştırmayan yazarlar hâlâ ağırlıkta.  Peki, içlerinde çoğunun, “Neyi nasıl anlatmalıyım?” sorusuna da gereken mesaiyi harcadığını, bu soruya edebi, demek oluyor ki özgün ve cesur yanıtlar aradığını aynı rahatlıkla söyleyebilir miyiz?

Toplumsal yaralara parmak basmasıyla tanınan, ödüllü yazar Müge İplikçi’nin son eseri Dondurmam Tılsım’ı okuma sürecinde bu soru üzerine düşünmeden edemedim.

Odağında küçük bir kasabada yaşayan ilköğretim öğrencisi Seher’in yer aldığı kitap, birçok yakıcı soruna birden değiniyor: Maden kazaları, yok edilen zeytinlikler, okutulmayan kız çocukları, açgözlü sermayedarların yerel üreticiyi bitirme çabası, mahalle baskısı…

Ne var ki bunca soruna (ki buna ebeveyn ölümünü de eklemek gerekir) değinirken hangi konuya eğildiğini söylemek zor. İlk sayfaları çevirirken okurda, matematikle başı dertte olan çocukların gündelik yaşamına dâhil olma beklentisi doğuyor. Ancak Seher, okul çıkışı birlikte otobüs beklediği öğretmenine Zerrin Hala’sının zeytinliklerini, kitabın kötü adamı, maden sahibi Hulki Sungur’a karşı nasıl savunduğundan bahsetmesiyle bu beklenti yön değiştiriyor. Duraktaki ikilinin yanından geçen Seher’in sınıf arkadaşı Sakine ve annesinin açtığı laflarsa dikkati kasabanın çoğunluğunu oluşturan madenci ailelerine çekiyor.  Seher’in babasını bir maden kazasında kaybettiğini, çoğu ailenin yaşamınınsa, doğası zeytinlikler tarafından belirlenen kasaba ile madenler arasında bölündüğünü öğreniyoruz.

Öğreniyoruz derken, bizi öykünün içine çeken bir olaylar zinciriyle deneyimlemiyoruz. Seher’le ya da kitabın yetişkin kahramanlarından biriyle özdeşleşerek, kendimizi onun yerine ya da karşısına koyarak, iç dünyasına nüfus ederek duyumsamıyoruz. Bunlar okura, sorgulayabileceği neden-sonuç ilişkilerine, kurgunun altını dolduran,  gerçeklik hissi veren verilere, olgulara neredeyse hiç girilmeden, belki süslü bir dille ama aslında kuru kuru ve kimi klişelere dayandırılarak aktarılıyor. Bu aktarımda, bir madenci kasabasında çocuk olmanın zorluklarını, inceliklerini yakalayamıyoruz. Gözü dönmüş bir sermayedarın yerel üretimi bitirmesiyle kasabada yaşanan dönüşümlerin bir çocuğun dünyasına nasıl yansıdığını hissedemiyoruz. Seher, öğretmen, Zerrin Hala dâhil, titizlikle işlenmiş, gözümüzde canlanan, sahici karakterlerle karşılaşmıyoruz.

Kitabın ana kurgusu Seher’in öğretmenine, tekerleğinin patlaması sayesinde tam da hikâye kadar uzayan otobüs yolculuğu sırasında anlattıklarına dayanıyor. “O dönemde zeytinlik sahibi dendiğinde, akla ilk gelenlerden biri olan Zerrin Hala’nın, zenginden de zengin, yaşlı kocası, son nefesinde, ‘Zerrin, onlar bizim çocuklarımız; vasiyetimdir, sakın ha satmaya kalkma,’ diyerek, zeytinliği Zerrin Hala’ya emanet etmiş ve gözlerini, pencerenin ilerisindeki nefti zeytin ağaçlarına bakarak, usul usul kapatmıştı,” (s.44), “Çoğu insan için tılsım, bölgedeki kömür madenleri demekti. Komürse, zenginlik. O yüzden hemen herkes madenci olmuş, hatta yeni maden yataklarına fırsat tanımak için en güzel zeytinliklerini önce Hulki Sungur’un amcasına sonra da Hulki Sungur’a yok pahasına satmıştı.” (s.42) türü ifadelerin o yaştaki bir çocuğun duygu ve algı dünyasına denk düşmemesi okurun hikâyeye girmesini güçleştiriyor.

Anlatı boyunca, çocuk kahraman Seher’in gerçek bir rol üstlendiği tek olay var. Arkadaşıyla kasabanın ünlü pastanesinde Tılsım dondurmasını tadıyor ve pastane sahibinin ricası üzerine bu dondurmanın üretiminde kullanılacak olan zeytinyağını tedarik etmesi için Zerrin Hala’yı ikna etmeye çalışıyor.

Zerrin Hala’nın ikna olması kasabanın geleceği, dolayısıyla da kurgunun çözülmesi üzerinde kilit öneme sahip. Ne var ki Seher, kitabın başında kimse sonunda da o. Zeytinliklerin korunması, Zerrin Hala’nın, öğrenim hayatına mal olduğu için nefret ettiği pastaneciyi, inandırıcı olmayan bir vesileyle affetmesi, bu sayede madenlere alternatif bir dondurma ve zeytinyağı sektörünün kurulma umudunun doğması vb. gelişmelerin Seher’de belirgin bir yankısı olmuyor. Ana kahraman dişe dokunur bir deneyim, olgunlaşma, sorgulama yaşamadan hikâyenin sonunu getiriyor.

Kısacası, güncel toplumsal sorunlara değinmekle kalan, kurgu ve içerik olarak zayıflıklar taşıyan bir çocuk kitabı Dondurmam Tılsım. Bu zayıflıkları dengeleyen özgün edebi buluşlar, okuru melodisiyle cezbeden bir dille karşılaştığımızı da söyleyemeyiz.

Aksine kitapta, genelde hayatta, özelde öyküde bir karşılığa denk gelmeyen  “… bu dal gibi kızın fidanlığından umulmadık çalışkanlığını kıskanmazdı.” (s. 18), “O sırada yanlarından, parlak güneş ışıkları gibi Saniye ve annesi geçiyordu.” (s.17), türü zorlama ifadeler öne çıkıyor.  Sonuçta, hayatta ne ince bedenli olmakla çalışkanlık arasında bir bağ var, ne de Sakine ya da annesinin, öğretmen ve Seher’in ellerini gözlerini siper edecek denli “parlak” olmalarını destekleyen bir özellikleri. Gülümseyerek sızlanmak, usulcacık kıkırdamak ya da dondurmanın masaya kuş hafifliğiyle bırakıverilmesi gibi tanımlamalar da damakta tılsımlı bir edebiyat tadı bırakmıyor.

Keza Günışığı Kitaplığının deneyimli editörünün gözünden kaçan, “Öteden beri, Aylı Pastanesi’ne ve orayı işleten Mehmet Aylı’ya öfkesi gizli saklı değildi. Hulki Sungur kadar olmasa da ona yakın bir şeylerdi bunlar.” (s.59), “Aylı Kardeşler onlara göre ecnebinin tekiydi.” (s.43), Topukluyla düz arası ayakkabılarının ökçelerini tak tuk yere vurarak yürüyordu.” (s.76) gibi hatalı ya da bariz kulak tırmalayan cümlelerin çokluğu da hayal kırıklığı yaratıyor.

Dondurmam Tılsım Müge İplikçi Günışığı Kitaplığı, 96 sayfa
Dondurmam Tılsım
Müge İplikçi
Günışığı Kitaplığı, 96 sayfa
Show More