İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Zıkkımın kökünü yiyecek değil ya!

“Bizim mutluluğumuz çok basitti. Tencerede yemeğimiz olsun, çıkında ekmeğimiz, lambada gazımız, ocakta çaydanlığımız, yeter de artardı bile…”

Yazan: Elif Şahin Hamidi

Adana’nın gecekondu mahallesinde bir oğlan çocuğu: Adı Muzo. Yoksulluk sırtında koca bir kambur. Evdeki tencerenin kaynayabilmesi için türlü işlerde çalışmak ise alnındaki kara yazı. Oysaki o, okumak büyük adam olmak istiyor. Akıllı çocuk Muzo, öyle söylüyor babası; “okuyup adam olacaksın” diyor. Ama ne ki açlık, parasızlık, yorgunluk, Çukurova’nın kuru sıcağı, bir gölge misali hep peşinde…
Evet, gözü keskin, kalemi/dili sivri, kara mizah ustası, çocukların masalcı dedesi Muzaffer İzgü’nün “sakıncalı” kitabı Zıkkımın Kökü’ndeki Muzo’dan bahsediyorum. Tekrar tekrar okunması gereken kıymetli eserleriyle üç kuşağın yüreğinde özel bir yer edinen Muzaffer İzgü’nün ta kendisidir bu kitaptaki küçük Muzo. Geçtiğimiz Ağustos ayında, 84 yaşında aramızdan ayrılan Muzaffer İzgü, “doğdu, okudu, düşler kurdu, yazdı ve gitti”. Küçük Muzo, tüm imkânsızlıklara rağmen okudu, öğretmen oldu, öğretmenliği ise hayatı oldu, çocukları hep sevdi, nice öğrenci yetiştirdi. Ta dördüncü sınıfta yazar olmaya karar verdi ve bunu babasına söyledi. Elbette babasına verdiği sözü tuttu, yazar oldu, nice kitap yazdı. Sözün özü, Küçük Muzo “büyük adam” olmayı başardı ve çok sevdiği, değer verdiği çocuklara, gençlere değerli eserler bırakarak, buraları terk eyledi.

MUTLU OLMAK ÇOK BASİTTİ
Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü’nün yoksul ama mutlu çocukluk günlerinin ve bıyıklarının yeni yeni terlemeye başladığı o ilk gençlik zamanlarının hikâyesi. Yoksulluğun, erken büyümeye zorladığı çocuklardan Muzo. Babası Âmet, sanki bir mucit; oğluna bir ayakkabı icat ediyor ki evlere şenlik. Muzo yürüdükçe ardı sıra takır tukur sesler çıkaran bir nalınla okula gidiyor. Sessiz sınıfı seslendirip neşelendiriyor Muzo’nun kunduraları. Ah bir de ayağında dursalar! Müdür odasında ayağından fırlayıp kayboluyor nalının teki. Ara ki bulasın. Tastamam bir “güler misin, ağlar mısın?” durumu… Muzo’nun annesi Havva da, en az babası kadar becerikli, yoktan var eden, cefakâr, vefakâr, her şeye rağmen iyimser ve umutlu bir ana. Babaya bitpazarından alınan pantolon maharetli annenin elinde geri dönüşüme uğruyor ve Muzo için şahane bir yelek oluyor. Öyle ki dört düğmeli ve dördü de başka düğmeli! Ama olsun, ısıtır; “yün yündür”, öyle diyor annesi. Bu arada unutmadan şunu da söyleyeyim: Bitpazarından alınan o pantolon öyle yıpranmış ki babası onu giydiği sıralar pek eğilip doğrulmamaya gayret etmek zorunda! Yoksa cart diye yırtılıverecek. Zaten pantolon Muzo’nun babasının bacağında ancak bir hafta kalabiliyor. Ardından yeleğe dönüşüyor. Yoksulluk işte; insanı yeni keşifler ve icatlar yapmaya zorluyor, her şeye bir çare bulunuyor! Ama gelin görün ki tüm imkânsızlıklara rağmen; kışın keskin soğuğa, yazın kuru sıcağa ve çoğu zaman açlığa rağmen mutlu olmak zor değildi Muzoların fakirhanesinde. Muzo’ya kulak verecek olursak: “Bizim mutluluğumuz çok basitti. Tencerede yemeğimiz olsun, çıkında ekmeğimiz, lambada gazımız, ocakta çaydanlığımız, yeter de artardı bile…” Sahiden de mutluydular. Üstelik umutluydular da. Öyle ya: “Umut, ne iyi şeydi. Doktor parası, ilaç parası vermeden bir çocuğun iyileşmesi, yoksul evi için umutların en iyisiydi.”
Muzo, kafaya koymuştu bir kere, okuyacaktı. Ama nasıl? Para lazımdı elbet defter, kitap, ayakkabı alabilmek, karnını doyurabilmek için. “N’apsın çocuk ekmek parası kazanacak, zıkkımın kökünü yiyecek değil ya! …” O yüzden biraz bulaşıkçılık ve garsonluk yapacak, biraz sinemalarda gazoz satacak, darı satacak, esnaf kahvesinde ayakçılık yapacak, okulda nane şekeri satacak, fırında hamur tartacak, birazcık da muavinlik yapacaktı. Derken yine babasının icadı bir arabayla sebze meyve satacak, Çukurova’nın kavurucu güneşinin altında, pamuk tarlalarında ırgatlık edecekti. Sonra bıyıkları terleyecek, sevdaya düşecek ama yüreğini pır pır ettiren Raziye bile Muzo’yu okumaktan alıkoyamayacaktı. Çünkü Muzo’nun gözü hep kitapçı vitrinlerinde, gönlü öğrenciyle dolup taşan okullardaydı.
Öykü, roman, sinema, çocuk edebiyatı gibi birçok alanda ödüle sahip olan ve küçük büyük herkes tarafından çokça okunan Muzaffer İzgü artık aramızda olmasa da eserleriyle hepimizin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Bizlere ve geleceğin çocuklarına, 98 tanesi çocuk kitabı olmak üzere, 154 kitap ve 200’den fazla radyo oyunu bıraktı ardında. Eserleri sayesinde, gelecek kuşaklar da İzgü’ye kulak verip, durmaksızın hayaller kurmaya, daima sorular sormaya devam edecekler. Çünkü İzgü’nün şu sözleri kulağımızda küpe: “Ben çocuklara düş kurdurmayı seviyorum. Düş kuran insan, düşünüyor demektir. Düşünen insanın beyni çalışıyor demektir. Beyni çalışan insan soru sormaya başlar. Soru sordu mu, o kişi artık bir bireydir. Sürünün koyunu değil.”
İzgü’nün, tam 34 baskı yapan, 1992 yılında sinemaya da uyarlanan ve birçok ödül alan eseri Zıkkımın Kökü, dramla mizahın sımsıkı kucaklaştığı bir kara mizah örneği. Usta yazarın, samimi, içten, yalın ve akıcı bir dille kaleme aldığı bu kitap, okurları kimileyin acı acı gülmeye kimileyin koca bir kahkaha koyuvermeye kimileyinse gözyaşlarını salıvermeye ve elbette derin derin düşünmeye çağırıyor. Zıkkımın Kökü, 2013 yılında bir ilköğretim okulunda ergenlik çağındaki öğrenciler için sakıncalı görülmüş ve öğretmenler tarafından performans ödevi olarak verilmesi yasaklanmıştı. Ama şu bir gerçek ki yasaklı kitaplar sahiden bir harika. Tıpkı Fareler ve İnsanlar ya da Şeker Portakalı gibi. Biliyoruz ki bu kitaplarla birlikte daha pek çok yasaklı kitap, baskı üstüne baskı yapmaya ve her daim daha bir merak ve istekle okunmaya devam ediyor.

Zıkkımın Kökü Muzaffer İzgü Bilgi Yayınları, 304 sayfa
Zıkkımın Kökü
Muzaffer İzgü
Bilgi Yayınları, 304 sayfa
Show More