İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Sırça Köşkün Masalcısı Kemalettin Tuğcu

Kitaplarında her şeye rağmen dürüstlükten ödün vermemeyi, merhametli, vicdanlı olmayı vurgulayan, iyilerin mutlaka kazandığı bir dünya kuran Kemalettin Tuğcu’yu yakından tanımak için Nemika Tuğcu’nun Sırça Köşkün Masalcısı Kemalettin Tuğcu’nun Yaşamöyküsü adlı kitabı güzel bir kaynak.

Söyleşi: Doğan Gündüz – Nemika Tuğcu

Doğan Gündüz: Nemika Hanım siz edebiyatla hep iç içesiniz. Kitaplarınız, çeşitli dergilerde yayımlanmış öyküleriniz, yazılarınız, röportajlarınız var. Çocuk edebiyatı alanında da yazıyorsunuz. Kemalettin Tuğcu aynı zamanda sizin amcanız. Bu biyografiyi yazmaya nasıl karar verdiniz? Tuğcu’nun yakın bir akrabası olarak yazdıklarınızda biyografiye ekleyip eklememekte kararsız kaldığınız, kendinizle hesaplaştığınız bölümler oldu mu?

Nemika Tuğcu: Kemalettin Tuğcu biyografisini, Can Yayınlarının sahibi, 2006 yılında kaybettiğimiz Erdal Öz istedi. Israrla istedi; “Bu ödev senin, sen yapmalısın,” dedi.

Bu görevin çok kolay olmayacağını biliyordum. Ne kadar objektif bakmaya çabalasam da tarafsız olabilir miyim, diye düşündüm. Öyle oldu. Biyografiye eklemekten kaçındığım hiçbir şey yoktu. Kendimle hesaplaşma değil, doğru yorumluyor muyum kaygısı vardı.

DG: Kemalettin Tuğcu’nun kendi kendine okumayı öğrendiği sıklıkla dile getiriliyor. Kitabınızdan öğrendiğim kadarıyla annesi keman çalmayı biliyor, babası asker, kardeşi Kuleli Askeri lisesini bitirmiş, dedesi Osmanlı sarayında kilerci başı, dayısı zabit, yani aslında çevresindeki hemen herkes okuma yazma biliyor. Kitabınızdan Kemalettin’in kısa süre okula gidip ayrıldığını öğreniyoruz. Okumayı öğrenme sürecinde yakınlarından destek görmüş mü?

NT: Babası, büyük oğlu Nurettin’e gazeteden okuma öğretirken, küçük oğlu Kemalettin de kulak vererek öğrenmiş. Ağabeyinin onu kitaplarla, dergilerle desteklediğini, dayısının yardımıyla Fransızca öğrendiğini kendisi anlatmıştı. Akrabalarından bir hanım yazılarını okur, sorular sorar, ilgilenirmiş. Çok yetenekliydi amcam. Köşkün damını aktarır, eskiyen tahtalarını değiştirir, radyo, saat tamir ederdi. Kitabımda da söz ettiğim gibi tespihçilik, marangozluk, gramofon tamirciliği gibi işler de yapmış. Son yıllarında bilgisayar kullanmayı da düşündü. Sağlığı elverseydi onu da yapardı.

DG: Birçok dergide şiir, hikâye, tefrikaları çıkan, yüzlerce çocuk romanı yazmış Kemalettin Tuğcu’dan söz edildiğinde akla ilk gelen şeylerden biri sakatlığı nedeniyle inzivaya çekilmiş, yalnız bir insan olması. Oysa sizin biyografi çalışmanızı okuduğumda Tuğcu’nun hem çocukluğunda hem de gençliğinde eş, dost akraba, kiracı, komşu, mahalle oldukça kalabalık bir topluluğun içinde yaşadığını görüyoruz. Özellikle yazları bütün aile, neredeyse tüm akrabalar Tuğcu’nun Çengelköy’deki köşkünde toplanıyormuşsunuz. Ayrıca Tuğcu, on üç yaşında yazdığı Fazilet Tacı romanını Akşam Gazetesi’ne basılması için götürecek ve yazı işleriyle görüşecek kadar da özgüven sahibi. Yayın sektöründe işe girdikten sonra da hayatın içinde aktif olarak yer alıyor. Dolayısıyla şöyle bir soru geliyor aklıma; acaba Tuğcu’nun sakatlığının, inzivaya çekilmesinin bu kadar öne çıkması romanlarındaki karakterlerle okuyucuların özdeşlik kurabilmesi için onunla röportaj yapanların öne çıkardığı bir konu mu?

NT: Kemalettin Tuğcu 1902 doğumlu. 2. Meşrutiyet ilan edildiğinde 6 yaşındadır. O sabah top sesleriyle uyanır ev halkı. Dedesi padişaha karşı olduğu gerekçesiyle sorgulanır, o gece eve gelmez. Amcam, dedesini çok severmiş, çok üzülmüş eve gelmeyişine. Dedenin hastalığı, ölümü bir çocuk için -o yılları düşünürsek- korkudur, güvensizliktir. Doğduğu köşk Sultan Vahdettin’in sarayına çok yakın; saraydan gelen hanımların telaşı, “Rumeli’de paşaları öldürüyorlar, Hareket Ordusu İstanbul’a geliyormuş,” söylentileri büyükler kadar çocukları da etkilemez mi? Çocukluğuna dair ilk anımsadıkları onda korku yaratmış. Balkan Savaşı’nı kaybettiğimizde, İstanbul’a kaçan sefalet içindeki sığınmacıları görmüş. Bunlar bir çocuğun dünyasında travmalar yaratır. 12 yaşındayken gece yarısı annesi ve iki kardeşiyle Çanakkale’den kaçarken deniz savaşına tanık olmuş. Kardeşlerine, kuzenlerine benzemeyen bacakları üzmüş onu. Hele genç olduğunda!

Münzevi bir hayat yaşadığını, insanlardan kaçtığını kendisi söylemiştir. Şiirlerinde ve romanlarında söz etmiştir. Romanlarından birinin adı da Sakat Çocuk… Röportajlarında da söz etmiştir.

Yazıya tutunmuş bir genç olarak ilk roman denemesini bir gazeteye götürmeye cesaret ediyor ama pişman oluyor. Ergen kararsızlığı, utancı diyorum. Gerçekten kendine güvenseydi, gazeteye telefon edip “Lütfen çöp kutusuna atınız,“ demezdi.

Sonradan Türkiye Yayınevi adını alacak olan Mektep Neşriyat Yurdu’ndan Doğan Kardeş’e, Hayat Mecmuası’na kadar bütün iş yerlerinde mücadele etmiş. Sakatlığı ruhunda derin bir yara açmış evet, bu bazı romanlarına da yansımıştır. Ama mücadeleyi bırakmamış. Yıllar insanı olgunlaştırır. Okuyarak, çalışarak başarılı olmuş.

Benim çocukluk yıllarımda amcam, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, işi gücü olan bir amcaydı. Savaş bitmiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, yaralar sarılmış, yeni bir düzen kurulmuştu. Evet, köşke akrabalarımız gelirlerdi, birlikte yenilir, içilir, mehtap seyredilir, fasıl geceleri yapılırdı. Amcam da katılırdı.

Yazmanın onu sağlıklı kıldığına inanıyorum. Özellikle çocukluğunda, gençliğinde, “Benim kadar ağlayan genç yoktur,” demiştir. Ağladığında annesi hemen bir defter aldırırmış. O da yaşayamadığı hayatları yazmış. Sonra da bahçede boş bir havuzun içinde yakmış. Bunu yorumlayamam ben. Ama o şöyle demiş: Onların işi bitti. Her defterle yeni bir hayat…

DG: Tuğcu, anılarında babasının büyük bir kütüphanesinin olduğunu, içinde tarih kitapları, salnameler, Jule Verne’nin tercüme edilmiş eserleri olduğundan söz ediyor. Yine Beşiktaş Rüştiye’sine giden ağabeyinin gönderdiği Çocuk Dünyası, Çocuk Bahçesi, Talebe Defteri gibi çocuk mecmualarını okuyor. İlk okuduğu roman Güliver’in Gezileri. Sonra da Don Kişot’u okumuş. İki Sene Mektep Tatili, kendisini çok etkileyen Çocuk Kalbi, bir de Küçük Lord romanları var. Dönemi itibarıyla çocukluğunda iyi kitaplar okuyarak sağlam bir temel oluşturmuş kendine.

Ancak kitabınızdan Tuğcu’nun yazmaya başladıktan sonra “tesir altında kalmamak için” başka romanları okumayı bıraktığını öğreniyoruz. Bununla birlikte iyi bir kütüphanesi olduğunu, sizin de çocukken bu kütüphaneden bazı kitapları alıp okuduğunuzu biliyoruz. Nelerdi onlar hatırlıyor musunuz? Kütüphanesinde ne tür kitaplar, dergiler vardı? Merakını hangi konular çekerdi? Bir de Tuğcu’nun kütüphanesi bugün nerede?

NT: Sanırım yazdıkları önce tefrika olarak yayınlanıp, sonra da kitap olarak okurla buluştuğunda yani ilgi görmeye başladığında roman okumayı bırakmıştır. Tarih kitapları okurdu, kütüphanesinde tarih kitapları vardı. Osmanlıca kitapları da vardı. Kitapları Çocuk Vakfı’na bağışlandı.

Çocukluğumuzda, çalıştığı Türkiye Yayınevinin romanları; örneğin Bozkurtların Ölümü, Bozkurtların Dirilişi, Fevzi Çakmak’ın anıları gibi, artık hepsini anımsayamadığım kitapları ve Yavrutürk, Doğan Kardeş ciltlerini alır okurduk.

DG: Yazı işleri ve teknik sekreterliğini Kemalettin Tuğcu’nun yaptığı Ev-İş dergisinin 1943 yılında çıkan 78. Sayısı var elimde. Sizin kitabınızdan, bu dergideki “Okurlar Postası” bölümünde okuyucuya verilen yanıtları da Kemalettin Bey’in yazdığını öğreniyoruz. Bu yazıların (kadın) okuyucuya nasihat veren hatta azarlayan, muhafazakâr bir erkek tarafından yazıldığı çok aşikâr. Ev-İş kadın dergisini yöneten Kemalettin Bey’in kadın erkek ilişkilerine bakışı nasıldı?

NT: Evlilik dışı ilişkileri onaylamazdı. Muhafazakâr bir insandı. Evet, yanıtlarıyla okuru azarlar, ahlak dersleri verirdi. Yüksek duvarları olan mesafeli bir insandı. Ahlak, dürüstlük gibi konularda kesin kuralları vardı.

DG: Selim İleri, “Yeteneğim olsaydı, Kemalettin Tuğcu gibi yazmak isterdim (s.205)” diyor, Orhan Pamuk “Melodramatik duyarlığında, hayat kavgası veren çocuklara gösterdiği dikkatlerde Dickens’tan bir şeyler vardır. Bugün onu, bana daha ilginç kılan yanı ise şehir hayatına, İstanbul hayatına gösterdiği sevgidir. (s.204-205)” şeklinde önemli bir tespitte bulunuyor. Siz de “O zamanlarda bir editörlük kurumu olsaydı, Tuğcu’nun eserleri de denetimden geçecek, basılmadan eleştirilecek ve belki de gerekli yerleri düzelecek, bu şekilde yazınsal açıdan daha güçlü eserler ortaya çıkabilecekti (s.214)” diyorsunuz. Diğer yandan Tuğcu kendisini “Ben edebiyatçı değilim, romancı değilim. Ben yazı yazma hastasıyım (s.153)” şeklinde tanımlıyor.

Tuğcu’nun eserlerinin edebi yanıyla ilgili eklemek istediğiniz bir şey var mı?

NT: Kitabımda yazdıklarıma bugün de katılıyorum. O yıllarda birilerinin dikkatini çekmemiş Kemalettin Tuğcu’nun kitapları. Yayınevleri de editör, düzeltmen kullanmadıkları için olsa gerek, gelişigüzel basılmış romanları. Kötü çizimlerle, resimlerle hem de. Bu ilgisizlik, özensizlik onu çok üzdü. Yazdıklarının edebiyat olmadığını kendisi de söylemiştir. İçten içe bir küskünlük yaşamış olabilir.

DG: Sizin aktarmak istediğiniz başka bir konu var mı?

NT: Kemalettin Tuğcu yazarak hayata tutunmuş biri. Bence, onun en büyük başarısı birkaç kuşağa okuma yazmayı söktürmüş olması, kitap okuma alışkanlığını kazandırmış olması.

Yazdıklarıyla duygu sömürüsü yaptığı çok söylendi. Ezilen, horlanan, tecavüze uğrayan, evinden atılan, bebekken sokağa bırakılan, aile içi şiddet görmüş, sömürülmüş çocuklar var. Sayıları katlanarak artıyor. Gözyaşları birkaç kuşağın vicdanına seslenmiş olmalı.

Kemalettin Tuğcu, merhamet duygusunu, dayanışmayı, yardımlaşmayı, çalışmayı, başarmayı, sabretmeyi öğütlemiştir romanlarında. O dönem televizyonlar insanları esir etmemişti. Kitap okunuyordu. Bugün başka bir dünyada yaşıyoruz.

Sırça Köşkün
Masalcısı
Kemalettin
Tuğcu’nun
Yaşamöyküsü
Nemika Tuğcu
Can Yayınları,
Biyografi Dizisi:3,
İstanbul, 2004,
240 sayfa
Show More