İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Gülten Dayıoğlu zamana yenik düşer mi?

Gülten Dayıoğlu zamana yenik düşer mi?

Simla SUNAY

Çocuk yazınında yazarlar, konu edinirken gerçekliğe ne kadar yakınlar? Peki anlatımları ne kadar gerçekçi? Gülten Dayıoğlu’nun, kan davası ve göç gibi toplumsal meselelere değinen Ben Büyüyünce adlı çocuk romanı merkezinde bu sorulara cevap arayacağız.

Edebiyatın değeri biçilebilir mi? Eleştirmenler bir parça bunun için uğraşıyorlar. Ancak edebiyatın değerini yalnızca ‘zaman’ belirleyebilir. Cervantes’in Don Kişot’u buna bir kanıt değil mi? Peki, ülkemizde en çok okunan yazarlardan Gülten Dayıoğlu’nun eserleri zaman içinde yaşamlarına devam edebilecekler mi?

Çocukları korumak adına yazılan toplumsallıktan uzak mutluluk öykülerinin çocuk yazınına katkısı yoktur bana göre. Gülten Dayıoğlu’nun gerçekçi çocuk romanlarında ise konu edilen sorunlar çocuklar için epey ağırdır. Bu bağlamda usta yazarın ‘ölüm ve öldürme’ temalarının yer aldığı, ayrıca kan davası ve göç gibi meselelere değinen Ben Büyünce adlı beşinci çocuk romanını özellikle seçtim. Bu kitap ayrıca Gülten Dayıoğlu’nun fantastik türe geçmeden önceki son gerçekçi romanıdır. Altın Kitaplar’da 24. baskısı yapılan kitabın künyesinden ne yazık ki ilk baskı yeri ve tarihini öğrenemiyoruz. Ayrıca kitabın kapağının çizeri, kitabın yayın yönetmeni ve editörü hakkında da bilgi edinemiyoruz. Kitabın hangi yaş grubuna hitap ettiğini belirten bir uyarı da yer almıyor.

Dayıoğlu’nun kitap kapakları çocukluğumdan beri beni etkiler. Sert ve gerçekçi resimler içerirler. Bu nedenle kimin çizdiğini daha çok merak ederim. Ben Büyünce adlı kitabın kapağında Erek’in elinde ekmek sepeti taşıyan hüzünlü bir resmi var. Sağ altta önde bir tank, eli silahlı askerler ve bir patlama anı resmedilmiş. Bu tank ve askerlerin aslında romandaki olay dizisiyle bir ilişkisi yok. Kitap bir savaşı anlatmıyor. Ancak roman, insanın öldürme eylemini sorguladığı için ressam tarafından bu şekilde vurgulanmış olmalı. Kapağın solunda ise ufak bir köy resmi var. Kapağın ilk uyandırdığı etki acıklı bir hikâyenin varlığı. Bu kapak yetmişli yıllarda yapıldığı halde çağdaş çocuk kitapları tasarımı adına yenilikçi olduğunu söyleyemeyiz. Ayrıca 24. baskısı gerçekleştirilen kitabın aradan geçen bunca zamana (yaklaşık otuz yıl) rağmen resimleri ve tasarımıyla yenilenmemiş olması bir hayli yadırgatıcı.

Ben Büyüyünce adlı romana genel olarak baktığımızda betimlemeden yoksun, sade ve diyalogların geniş yer tuttuğu bir anlatımı olduğunu söyleyebiliriz. Dayıoğlu’nun şiirsellikten uzak, ciddi hatta yer yer sert bir üslubu var. Kitap inandırıcılık açısından birkaç noktada sorun içeriyor. Mehmet adlı karakter ilk üç sayfa boyunca sanki bir çocuk gibi algılanıyor. Oysa evli ve baba olmak üzere bir gençtir Mehmet. Roman baş kahraman Erek’in doğduğu günle başlıyor. Çoğunlukla 7-8 satırı aşan diyaloglarla öğreniyoruz ki Erek’in babaannesi, oğlan torununun doğumuna sevinirken kan davasında öldürülen oğlunun intikam  hayalleriyle doludur. Mehmet’in babası Nalbant Nuri ise bu kan davasının bitmesini istemektedir. İnandırıcı olmayan bir diğer nokta ise Nalbant Nuri’nin iç sesini okuduğumuz “insan düşünebilen en yüksek yaratık” konulu bölümde karşımıza çıkıyor. Nalbant Nuri –belli ki aslında Gülten Dayıoğlu’nun kendi düşünceleri– insanın düşünebilen bir yaratık olmadığını, çünkü toprak hırsıyla yeryüzünü yamalı bohçaya döndürdüğünü ve cana kıydığını düşünüyor. Dünyadaki tüm kötülüklerin (savaşmak, öldürmek) sevgi ile son bulacağına inanıyor Nalbant Nuri. “‘Sevgi’ düşüncesiyle filizlenip gelişen tüm silahları, tüm kötülükleri yok ederek düşünceye iyi yön verebilecek tek güç.” (syf. 11) Cümlede anlam bozukluğu ve virgül yanlışlıkları var ama biz daha çok Dayıoğlu’nun “sevgi her sorunu çözer” fikrini tartışmalıyız. Savaş kadar büyük ölçekli felaketleri sevgi ile çözmek ne kadar mümkün? Sevmesek de öldürmememiz gerekmez mi? İnsanlıİnsanlığın bir sevgi sorunu olduğunu varsayamıyorum. İnsanın insana kıyması altında yatan binlerce neden olmalı. Bunlar bireysel çözümsüz nedenler ya
da toplumsal çözülebilecek nedenler olabilir.

“ZARARLI KİTAPLAR”
Romanda kumar oynamanın kötülüğüne dair bölümler (syf. 86-87) özellikle edebiyattan uzak, salt ders çıkarma üzerine kurulu. İnsanın yaşama hakkının dile getirildiği bölümler de keza. Bu didaktik metinlerin içinde bir de yerleştirme olduğu hissini uyandıran ‘bilgi’ içeren bölümler var ki aykırı duran bu, bölümlerdeki bilgilerin çoğu çocuklara uygun değil. Örneğin Erek’in bebeklik döneminde sütten kesilmesine dair yazılan detaylar insana bu romanın yetişkin romanı olduğunu
düşündürüyor.

Dayıoğlu ayrıca serüven kitaplarına ve çizgi romanlara yönelik ağır eleştiriler getiriyor. Bunlar yazara göre çocukları eğitmeyen, sadece eğlendiren ve anne babaların okunmasını istemediği yayınlar (syf. 70 ve 96). “Demek çok zararlıymış o kitaplar! Ben de okumayayım artık. Arkadaşım Erol’a da anlatayım senden duyduklarımı” (syf. 97). Gülten Dayıoğlu, çocuğa bir parmağı havada yukarıdan bakan bir ebeveyn ya da bir öğretmen gibi yaklaşıyor. Günümüz dünya çocuk
yazını ise Astrid Lingern ve Christine Nöstlinger’den bu yana dünyayı çocuğun gözlerinden görmeye çalışan bir akım içersinde.

Dayıoğlu meseleleri anlatırken çıplak bir gerçeklik kullanmış ki bu, çocuk okur için epey keskin. Kan davasında Erek’in küçük amcası iki cana kıyıyor ve Erek’in öldürülmesinden korkan babaanne ve dede Erek’i de alıp şehre göç ediyor. Erek şehirde zorluklarla büyüyor, markette hamallık yapıyor ve Almanya’ya göç eden anne babasını, sonradan doğan kardeşini hiç göremiyor. Anlatımda ise gerçeklikten epey uzak duruyor yazar. Çocukların diyalogları yazarın üstten kontrolünün izlerini taşıyor. Yazar, bir çocuk nasıl konuşurdan çok, nasıl konuşursa diğer çocuklara örnek olur alt fikri içinde doğallıktan uzaklaşmış.

Dayıoğlu’nun tek bir romana sığdırmaya çalıştığı bir başka toplumsal sorun ise çocuk anneler… Türkân adlı karakter annesi fabrikada çalıştığı için kardeşlerine bakmak zorundadır. Sonunda bir ihmal sonucu Türkân’ın kardeşi ölür. Büyük bir duyarlılıkla çocuk yuvası bulunmayan fabrikalara eleştiri gönderir bu bölümde
yazar (syf. 67-68). Kan davası, göç ve terör derken, çocuk okuru epey zorlamıştır. Kısacası çocuk okur anlamakta zorlanacağı epey karışık meseleler içinde bulur kendini.

Kitap boyunca kan davasında hayatını kaybedeceğinden korktuğumuz Erek sonunda o dönemde şehirlerde işlenen aydın katliamlarından birine, yani teröre kurban gider. Erek’in son sözleri ise: “Doyasıya yaşamak varken, ölmek niye?…”

Gülten Dayıoğlu’nun yetmişi aşan eseri ve milyonlar satan baskıları göz önünde bulundurularak zaman yarışında galip geleceği düşünülebilir. Ancak bir çocuk yazarı zamanı yakalamak için yazın türünde değişiklikler yaparak değil, anlatımında doğallaşarak çağa uyup ölümsüz kalabilir.

Ben Büyüyünce
Gülten Dayıoğlu
Altın Kitaplar
159 sayfa
Show More