İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete

Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete

Şiirsel TAŞ

Rochelle Strauss’un Yaşam Ağacı, David de Rothschild’ın Dünya Önemlidir ve David Burnie’nin Tükenişe Geri Sayım adlı kitapları çevre felaketleriyle yok olmaya yüz tutan yaşlı gezegenimizi kurtarmanın yollarını öneriyor. Çözüm yollarının başındaysa geri dönüşümü keşfetmek yatıyor.

Çok temel bir sorundan söz açılmıştı telefonda: beslenme. Gıda güvenliği sorunu halledilemediği sürece dengeli beslenme konusunun bana biraz daha ‘lüks’ bir mesele gibi geldiğini söyledim. Laf döndü dolaştı, herkesin her daim kafasını kurcalayan, bu iş(ler)in sonu nereye varacak sorusuna geldi. Terminoloji konusunda anlaşamadık: felâket mi demeli, kıyamet mi, çöküş mü? Cem Karaca’nın şarkısındaki gibi (gerçi üstat başka bir şey anlatmak istemişti o şarkıda, ama bu duruma da uyar): “Bindik bi alamete, gedeyoz kıyamete, amaneeey…”

Benim tercih ettiğim çöküş lafına itiraz geldi hemen; çöktüğü halde kör topal devam eden sistemler olduğu gerekçesiyle. Haklıydı itirazında. Çöküş derken ne kastediyorum? ‘İdare edilemez hale gelme’ durumunu. Hani, deprem sırasında, kolonda iki çatlak oluşur, ama durumu idare eder, aynı evde yaşamayı sürdürürüz ya! O iki çatlağın nedeniyse, evi inşa eden sistemdeki çöküştür aslında, ama bina çökmeden bireysel çözümün kapısı aralanmaz.

İkinci depremde ev çöker, şanslıysak evden sağ çıkarız. Çıkarız çünkü ev başımız çökmüş, durum artık ‘idare edilemez’ hale gelmiştir. Sorun şu ki, yerleşeceğimiz yeni ev de büyük ihtimalle, çöken evi inşa eden çökmüş sistemin elinden çıkmadır. Çünkü sistemdeki çöküş hâlâ birileri tarafından ‘idare edilebilir’ durumdadır. Ve şarkı devam eder: “yol dediğin yol gibi/ulaşmalı bir yere/biz dön baba dönelim/geliyoz aynı yere/bu döngü kısır döngü/ başı var da sonu yok/dönüyom dönemiyom/ sonunda bi çıkış yok amaneeeyy!”

ÇÖKÜŞ SENARYOLARI
Küresel ısınma, ekolojik denge, biyoçeşitlilik meselelerinde de durum farklı değil. Birleşmiş Milletler, 2010 yılını “Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı” ilan etti. BM Çevre Programı’nın (UNEP) konuyla ilgili hazırladığı kısa tanıtım filminde durumun vahameti yüzdelerle ortaya konuyor: yerkürede toprakların %25’i bozunuma uğramış, sulak alanların %50’si kurutulmuş durumda, balık avlama sahalarının %75’i tükendi ya da tükenmek üzere. Yüzyılın sonuna kadar bilinen canlıların %30’unun soyunun tükeneceği tahmin ediliyor.

Biz yine de durumu hâlâ idare edebiliyoruz. Biyoçeşitlilik kavramını ele alan, çocuklara yönelik iki kitaptan bahsedelim önce. Bunlardan biri Yaşam Ağacı, diğeriyse Tükenişe Geri Sayım: Tehlikedeki Hayvanlar. Yaşam Ağacı, çocuklar için biyoçeşitlilik kavramına girişte iyi bir başlangıç kitabı olabilir. Yaşam Ağacı’nı, bütün canlıların soyağacı gibi ele alan kitap, beş âleme ayrılan canlılar dünyasına genel bir bakış niteliğinde.

Her âlemdeki canlıların genel özellikleri, türlerin sayısı, canlıların birbirleriyle olan etkileşimleri gibi temel kavramlardan yola çıkarak, yerküredeki yaşamın zenginliğini gözler önüne seriyor. Kitabın sonundaki notlar bölümünde, önemli bir kavramdan söz ediliyor: ‘biyoçeşitlilik ahlakı’. “Biyoçeşitlilik ahlakını besleyip büyütmeye ihtiyacımız var. Bu ahlak, türlerin birbirleriyle ilişkisini ve çeşitliliğini, her türün Yaşam Ağacı’ndaki rolünü dikkate alır. Bu biyoçeşitlilik ahlakı sayesinde çocuklar, Yaşam Ağacı’ndaki yerlerini öğrenir; birçok yapraktan sadece biri olduklarını anlarlar.”

Belki de işe biyoçeşitlilik ahlakıyla başlamak, salt kendi türünü gözeten faydacı anlayışa karşı bir başlangıç noktası oluşturabilir. Zira üzerinde durmaya çalıştığım o ‘durumu idare etme’ hali, bütün türler içinde kendi türünü, kendi türü içindeyse bizzat kendisiyle yakın çevresini kayırmaya yatkın, faydacı anlayışın ürünü.

Doğada yaşayan her türün yaşamı kendi çıkarını kollamaya dayanır diyenlere, şu gerçeği hatırlatmakta ‘fayda’ var: Gezegeni paylaştığımız canlı türlerinden bildiklerimizin sayısı iki milyon civarında. Bilinmeyen türlerle birlikte aslında bu sayının 19 milyon türe ulaştığı düşünülüyor. Buna karşılık her gün 130 tür yeryüzünden siliniyor ve bu hız, doğal yok oluş hızının bin katı. Doğal yok oluş hızını bine katlayan tür ise elbette, türler arası faydacılık yarışında birinci sırada.

Tükenişe Geri Sayım, nesli tehlikede olan hayvan türlerini ve bu tehlikenin kaynaklarını (avcılık, habitatların yok edilmesi, doğaya salınan yabancı türler, çevre kirliliği ve hastalıklar) inceleyen ve sorunun ‘biz’den kaynaklandığını üstüne basa basa söyleyen bir kitap. Altmış beş yıl önceki toplu yok oluşların gezegene çarpan bir meteordan kaynaklandığı düşünülüyor. “Ama bu sefer, hayvanların neslinin tükenmesinin nedeni biz insanlar ve yaşama biçimimiz” ifadesine de yer veriliyor kitapta.

Tükenişin eşiğinden dönen Hawaii kazı, California akbabası, Akdeniz foku ve gri balina gibi örneklerin karşısında, 24 saat tıkırdamaya devam eden bir tükeniş saati var. Biyoçeşitlilik konusuna geniş yer ayıran bir başka kitap ise Bir Ekoloji Ansiklopedisi alt başlığını taşıyan Dünya Önemlidir. Kitap, bu alanda, hemen her yaş grubuna ışık tutabilecek, hayli kapsamlı bir kaynak. Kitabın içeriğinden öte, hazırlık ve basımında hangi zihniyetle hareket edildiği de dikkat çekici. Türkçe baskının arka kapağındaki yazılar, bu durumu gayet iyi özetliyor.

GERİ DÖNÜŞÜM MUCİZESİ
Diyor ki: “Kâğıdımız FSC (Orman İdare Konseyi) sertifikalıdır, yani kontrollü yetiştirilen ve kullanılan ormanlardan elde edilmiştir. Kâğıt fabrikamız, üretim sırasında kullanılan suyun %91’ini geri dönüştürür. Kitabın kapağı da geri dönüşümlüdür. Matbaamız, 1994’ten beri karbon ayak izini %52 oranında azaltmıştır ve elektriğinin %100’ünü kendisi üretir.”

Başvuru kitabı olmasa bile, benim başucu kitabım olmaya aday bir çizgi romanın da adını anmadan bitiremem bu yazıyı: Derrick Jensen ile Stephasnie McMillan’ın Dünya Yanarken İnkâr Etmek İçin Yapabileceğiniz 50 Basit Şey adlı çalışması yaşı geçkin çocuklara tavsiye olunur.

Dünya Önemlidir’in danışman editörü David Rothschild, adventureecology. com’un kurucusu, maceraperest bir ekolog. Yeni macerasını “tamamen geri dönüşümlü plastik şişelerden yapılma bir tekneyle Büyük Pasifik Çöplüğü’nü -okyanus akıntılarının girdabına yakalanmış dev, yüzen plastik çöp ‘bulutları’- geçerek ABD’den Avustralya’ya yolculuk yapmak” şeklinde özetleyen Rothschild, bu yolculuğa Plastiki Macerası adını vermiş. ‘Plastiki’ lafına takıldım elbette; derken, ortaokuldayken okuduğumuz Kon Tiki Expedition geldi aklıma.

Rothschild, ‘Plastiki’ sözcüğünü, Thor Heyerdahl’ın kitabından esinlenerek türetmiş olmalı, diye düşündüm. Gerçekten de adventureecology. com sitesine girip de, Plasitiki Macerası’nın ayrıntılarına dalarsanız, Kon Tiki ile karşılaşacaksınız. Heyerdahl da, Rothschild gibi bir maceraperestti ve Polinezya Adaları’ndaki yerlilerin binlerce yıl önce, o dönemin teknolojisiyle yaptıkları sallarla, Güney Amerika’dan gelmiş olabileceklerini düşünmüştü.

Kon Tiki ise, Polinezya efsanelerinde adı geçen, bu eski kavme öncülük etmiş olan mitolojik kahramandı. Heyerdahl, arkadaşlarıyla birlikte balsa ağacından yaptığı salla, 1947 yılında Peru’dan yola çıkmış, 101 gün süren bir yolculukla, Pasifik Okyanus’unda 4300 deniz mili yol kat ederek Tuamotu Adaları’na ulaşmıştı. Laf lafı açmışken, Rothschild’ın Plastiki Macerası’nı anlattığı kitap, 2011’de basılıyor.

Tükenişe Geri Sayım:
Tehlikedeki Hayvanlar
David Burnie
Çeviren: Şeyda Öztürk
İş Kültür Yayınları / 80 sayfa
Dünya Önemlidir
David de Rothschild
Çeviren: Levent Türer
Tudem Yayınları / 256 sayfa
Show More