İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Okumak; kendimizi derin kılma yanılsaması

Okumak; kendimizi derin kılma yanılsaması

Behçet ÇELİK

Behçet Çelik bu ay, Orhan Pamuk’un edebiyata, yaşama ve İstanbul’a dair izlenimlerini kaleme aldığı kitabı Manzara’dan Parçalar’ı değerlendiriyor. Pamuk’un ‘bilinçli’ bir tercih olarak yazarlığı seçmesi üstüne yazdığı denemeleri, genç okura, edebiyatın insanı hayattan uzaklaştırmadığını hatırlatıyor.

Manzaradan Parçalar’da yer alan yazılar, “Hayat”, “İstanbul”, “Kitaplar ve Edebiyat”, “Benim Kitaplarım”, “Sanat”, “Siyaset ve Diğer Vatandaşlık Dertleri” gibi başlıklar altında toplanmış olsa da, bu yazıların bazısı çok rahatlıkla bulunduğu bölümün dışındaki başka bir bölümde de yer alabilir. Orhan Pamuk kendi hayatından (ya da Hayat’tan) söz ederken kitaplardan, edebiyattan ve İstanbul’dan da söz ediyor çünkü; tersi de geçerli elbette.

Pamuk’un büyük bölümünü İstanbul’da sürdürdüğü hayatını okumak ve yazmakla geçirdiğini anımsayınca bu başlıkların yakınlığı, geçişliliği çok doğal geliyor insana. Şöyle diyor bir yerde: “On altı ile yirmi altı yaşlarım arasında okumak, kendi kendimi yapmamın, kendi ruhuma bilinçle bir şekil verme işinin de bir parçasıydı.”

Kendi hayat hikâyesinden kesitlerle İstanbul’u birlikte anlattığı İstanbul’da da hayatının bu döneminden, bu dönemdeki “kendi kendisini yapma” çabasından söz etmişti Pamuk. Hayatlarımızın hayli sancılı bir dönemidir bu. Bizi anlayacak kimse olmadığını düşünürüz -biraz da biz kendimizi anlayamadığımız için böyledir.

Önümüze çıkan herkes, her şey, her kitap, her film; kim olduğumuz, kim olmak istediğimiz, nasıl olup da o olmak istediğimiz kişi olacağımız sorularına yanıt potansiyeli taşır. Bunlara hiç kafa yormayanlar bile, gerçek hayattan ya da kurmaca yapıtlardan birilerini örnek aldıklarında, kendisine bile sezdirmeden bu soruları sormuş ve yanıt aramıştır.

Pamuk’un yazılarını okuduğumuzda edebiyatla içli dışlı olanların bu soruları kendilerine daha cesur ve bilinçli bir şekilde sorduklarını, ama bunlara pek de kolay yanıt bulamadıklarını görüyoruz. Daha doğrusu, buldukları yanıtları didiklemeyi sürdürdüklerini… Pamuk kitaplardan hayata dair bir şeyler öğrenmeyi idealize etmiyor; o yaşlarda duyduğu felsefi bunalımın bir yanının “öğrenilmiş kitabi bir sıkıntı” olduğunu itiraf ediyor bir yerde, ya da Flaubert’in mektuplarını “tasavvuf şeyhlerinin menkıbenamelerini okur gibi” okuduğunu belirtiyor.

BÜTÜNÜYLE YAŞAMAK
Kitapla, okumakla kurulan ilişkinin -itiraf edilmeyen- yanlarına yaptığı vurgu da dikkat çekici: “Okumayı bizim için mutlu bir iş yapan başka bir şey de, kendimizi kılma yanılsamasıdır,” diyor örneğin. Pamuk’un görünenlerin altında saklı duran olguları, durumları görmeye yatkın gözü, söz konusu olan kendisi olduğunda da keskinliğini yitirmiyor.

Pamuk’un yazılarını okudukça bu bakış açısını (ya da görme biçimini) küçüklüğünden itibaren geliştirdiğini anlıyoruz. Kuşkusuz, edebiyat bunda çok etkili olmuş, ama bir o kadar da çocuk ve gençken duyduğu yalnızlık, içsel sıkıntılar, önce ressam, sonra da romancı olma isteğiyle sürekli olarak bir şeylere (dış dünyaya ve kendi içine) derinlemesine bakmış olması da…

Belli ki bakmaktan, seyretmekten büyük de zevk almış. Venedik’te kendini çocukluğuna dönmüş hissetmiş olmasının bir nedeninin de, orada “bakmanın, görmenin, seyretmenin zevklerini yeniden bütünüyle yaşam[asıyla]” ilişkilendiriyor. Oysaki romanların, hikâyelerin yanında düzyazı okumak sıkıcı gelir çoğumuza.

Çoğu zaman ders kitaplarını andıran bir yanı vardır düzyazıların; romanlardaki gibi içerisinde kendimizi bulamayız, Pamuk’un deyişiyle “yalnız okuyucusu değil, bir parçası, hatta biraz da yaratıcısı olduğumuz” hissine pek kapılmayız.

Pamuk’un düzyazıları bunlardan değil. Bakmak, seyretmek kadar gördüklerini, kurduklarını anlatmayı, yazmayı da aşkla seven Pamuk’un edebiyatın önemli sorunsallarından söz ettiği satırlarında bile “romansı” bir yan, bir üslûp var. Söz ettiği bir edebi dönem, bir yazar, bir yapıt bile olsa anlatacaklarına kendisini, ülkesini, bir anısını, bir izlenimini vs. katarak anlatıyor.

Sadece edebiyatın değil, edebiyat üzerine bir şeyler okumanın da keyifli bir şey olduğunu gösteriyor. Okuru korkutan değil, ona cesaret veren bir yazar Orhan Pamuk. Edebiyatın bir hayat, bir öğrenme, bir görme biçimi olduğunda, sanıldığı gibi, insanı hayattan uzaklaştırmadığını, aksine hem dışarıdaki hayata, hem de kişinin içsel hayatına derinlemesine bakmasını sağladığını, bunun da hayata katılmanın çok özel bir yolu olduğunu hatırlatıyor.

Manzaradan Parçalar
Orhan Pamuk
İletişim Yayınları / 564 sayfa

 

 

Show More