İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Asırlık bir çınar: Rıfat Ilgaz

“Asırlık bir çınar: Rıfat Ilgaz”

Eraslan SAĞLAM

Rıfat Ilgaz bu yıl 100 yaşına basıyor. Bu anlamlı gün 7 Mayıs’ta pek çok etkinlikle kutlanacak. Biz de İyi Kitap olarak, eserleriyle asırlık bir çınar gibi hâlâ sapasağlam ayakta duran usta edebiyatçıyı, oğlu Aydın Ilgaz’ın ağzından dinledik.

Bu yıl Rıfat Ilgaz 100 yaşında. 100. yaşı 7 Mayıs’a tekabül ediyor. Şu sıralar
100. yaşı taçlandıran da bir iş var. İş Kültür Yayınları’nın Çınar Yayınları ile ortaklaşa yayınladığı “Rıfat Ilgaz 100 Yaşında” dizisi. Diziyi ve baba Rıfat Ilgaz’ı, bu dizinin yayın danışmanı, Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz’la konuştuk.

Tabii ki önce dizi ile başlayalım. Dizi kapsamında şu ana kadar neler yapıldı?

Şu ana kadar babamın on dört kitabı basıldı. Kalanını Mayıs’ın 7’sine yetiştirmeye çalışıyorlar. Bu arada İş Kültür Yayınları yer değiştirdiği için bir taşınma sorunu oldu. Ama Mayıs ayına kadar kitapları –tabiri caizse– yetiştirmeye çalışıyoruz.

Hem Rıfat Bey’in hem de sizin yapmış olduğunuz çalışmalar sebebiyle, sizi bulmuşken Çınar Yayınları’ndan da konuşalım…

Aslında Çınar Yayınları çok eski bir yayınevi. Otuz yıllık! İlk olarak 1983 yılında, TÜYAP’ın ikinci yılına katıldı. Hatta Cumhuriyet gazetesinin kitap eki manşet atmıştı, “Tek Kitapla Fuara Katılan Yayınevi!” diye. O sıralar babamın bir şiir kitabı çıkmıştı: Kulağımız Kirişte. O günkü ortamın getirdiği atmosfer, Türkiye’nin en sıkı zamanıydı. Kitapların yakılıp yok edildiği bir dönem… O fuar olağanüstü bir coşkuyla izlendi. Hatta babam sabah 11’de oturur, akşam 9’a kadar kitap imzalardı. Tuvalete kalkmamıştı bir süre. “Neden gitmiyorsun,” diye sordum. “Ayıp olur,” dedi. “Kuyruktaki insanlar
ne yapmaya gitti diye sorarlarsa, söylemek zorunda kalmayın.” O günler
çok güzel günlerdi. Kitaba duyulan coşku ve gelen gençlerin ilk kez bir yazarla yüz yüze karşılaşmaları… Hele ki bir zaman önce kitapları evlerinde yakılan bir yazarla konuşmaları, elinin sıcaklığını hissetmeleri… Ama otuz yıl
içinde çok şey değişti. “Çok satan kitap” listesi geldi. Bir televizyon röportajında bana sordular: “Nedir sizce bu Top 10 listesi?” Benim çocukluğumda Mahmutpaşa’da işporta satılan defolu mallar için “tapon” diye bağırırlardı. Şu anda zaman zaman anlamakta zorlanıyorum. Gerçekten bunlar, benim çocukluğumda kalan, tırnak içinde tapon mallar mı, yoksa yarısı Türkçe yarısı İngilizce olan “top 10 listesi” mi? Bu biraz da işin ticari tarafı. Yani listeye girmek… Ancak bu toplum internetteki tıklanma sayısıyla ölçülüyor. Kitap sayısıyla, sinema gişesinde satılan bilete bakılarak ölçülüyor. Yani kitabın niteliğine sayısal verilerle bakılarak karar veriliyor. Edebiyatın kalitesi, yazarın söz ettiği mesele ölçü olmuyor. Ne kadar sattığı önemli. Bu da globalleşmenin getirdiği bir ölçü oluyor herhalde.

Hatta buna şunu da ekleyebiliriz: Genç yazarlar, yayınevlerine kendi kitaplarını bastırmak için gittiklerinde, –sizi tenzih ediyorum– yayınevi sahipleri önce eserin kaç sayfa olduğunu soruyor genel olarak. Ancak belirli bir sayfa sayısını doldurmuşsa basabileceklerini söylüyorlar.

Aynen öyle! Bu, şuna benziyor: Eskiden gece kulüplerinde assolist olabilmeniz için, “Kaç masanız var?” denirdi. Biz de yazara, “Kaç kişi okuyor?” diye soruyoruz. O da tabii ki belli doneler çıkarıyor. İnternette şu kadar tıklanıyorum, bu kadar izleniyorum gibi… Facebook’da kaç tane hayranı olduğunu da bir ölçü olarak konuyor ortaya.

Hatta “fun” sitesi açılmış mı ona da bakıyoruz… Hatta kendi fun’ını kendi açıyor. Vantilatör gibi… Üflüyor birazcık!

Rıfat Bey demişken, tabii ki Cide’den bahsetmemek olmaz. Onun ardından çok önemli bir festival düzenliyorsunuz Cide’de. Bu festivalin ilham kaynaklarını, etkinliklerinizi anlatmanızı rica ediyorum. Daha da önemlisi, bu yıl Rıfat Bey 100 yaşında olduğu için, bu yılla ilgili planlarınızı da anlatır mısınız lütfen?

Babam sağlığında demişti ki, “Yahu bu yaz aylarında bizim Cide doluyor, ekonomik olarak biraz canlanıyor.” Onun kanısı şuydu: Almanya’daki Türk işçileri, hemşehrilerimiz hem tatillerde hem de bayramlarda geliyor. Ama bayramlar yavaş yavaş kışa doğru kayarken, onlar gelmeyecekti, ekonomi de yavaş yavaş göçecekti! Cide’de yarı sürgün bir hayat süren babam orayı çok iyi biliyordu. Bana şöyle bir tavsiyede bulundu: “Git belediye başkanıyla konuş, bir festival yapsınlar ki civar kasaba ve köyleri toplayabilelim yaz aylarında.” Bu arada övünülecek şeylerimiz var Cide’de! En başta çok güzel ahşap tekne yapılır! Sarı yazmamız var! Kızlarımızın güzel dansları, halk oyunları var! Sonra Sarı Yazma romanının bir yerinde, onu oraya getiren arkadaşına diyor ki, “Ben gideyim de belediyeden kendi boyumda bir toprak isteyip, ilerde kendimi gömdürebileyim.” Arkadaşı Çukurkavaklı Kemal Bayram −Ankara’da Yeni Gün gazetesini çıkaran kişi− şöyle diyor: “Öyle bir gün gelecek ki, senin için bir festival yapacaklar burada ve coşacak burası!” Bu kitapta vardı. Bu arada, oradaki bir dostumuz, Minibüsçü Süleyman −babamın fedaisi− aradı beni. “Bu kitap iki senelik oldu, hadi bu yıl bir festival yapalım!” dedi. Bu şekilde başladı. Önce küçük başladı, sonra giderek büyüdü. En büyük desteği sizin gibi sanatçılardan aldık. Birçok dostum bila ücret kalkıp geldiler, hocanın yerini göreceğiz diye. Moğollar’dan tutun da, yazarlara, profesörlere, doçentlere, bilim adamlarına
kadar… “Gideros denilen, dünyanın en güzel koylarından birinde, bir rakı içsek kâfidir,” deyip geldiler. Ayrıca 7 Mayıs’ta, 100. yılını kutlamak üzere, İstanbul’daki bütün basını, televizyoncu arkadaşları alıp, babamın adı
verilen eski hapishaneye, yeni Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi’ne gideceğiz. Yeni
açılan Kastamonu Üniversitesi’nde devam edeceğiz etkinliklere. Çok güzel
salonları var. Basını başka bir vesileyle de getireceğiz Cide’ye: Eski bir evi
vardı babamın. Epey uğraştım ben de. Belediyedeki dostlarla orayı bir müze
haline getirdik. Eşyalarını oraya taşıdım: masası, sandalyesi, eski gözlüğü,
kitapları, radyosu, tıraş bıçakları, yazılar… O evin güzelliğinin coşkusunu
yaşıyoruz! Ayrıca sağ olsun, bundan önceki kaymakam aydın bir arkadaştı.
Bir Rıfat Ilgaz çocuk korosu kurdurdu. 85 kişilik bir grup! Bunlar Anadolu’yu dolaşıyor. Babamın şiirlerinden oradaki müzik öğretmenleri besteler yapmış, onları söylüyorlar. “Aydın mısın?” şiirini söylüyorlar durmadan.

Çocuklar ne ifade ediyordu Rıfat Bey için?
Çocuklar farklıydı babam için. Öykülerinde kullandığı sözcükleri bile çocukların dilinden yazardı. Bacaksız Tatil Köyünde yayıma hazırlanırken, Fransızca yazılışlar düzeltilmeye çalışıldı ve babam düzeltmemeleri konusunda hemen müdahale etti. Bacaksız demişken, bu dizi çocuğun
ihtiyaç duyduğu özgüven ve dayanışmayı simgeler. Bacaksız’ın topladığı çorapları unutmamak gerek! Fransızların Pıtırcık’ı maço tiplidir. Bacaksız ise kendi adı olan Bahri ile çağırıldığında, bu ismi söyleyen kıza âşık olur. Kaldı ki, bu iki eserin –Pıtırcık’ın ve Bacaksız’ın– karşılaştırmalı edebiyat anlamında bir tezi dahi yazıldı.

Hababam Sınıfı’nda yazar nasıl bir mizah anlayışıyla karşımıza çıkıyor?

Hababam Sınıfı’nı gülsünler diye yazmadığını söylerdi babam. Çünkü mizah halkın son silahıdır. Ezenle ezilen arasındaki çelişkileri gösterir. Mesela biri sizin annenizin oturacağı sandalyeyi çekse gülmez, tam tersine sinirlenirsiniz. Ama bir devlet bakanının sandalyesini başka bir milletvekili
çekse güleriz. İki iyi dost olan babamla Aziz Nesin farklı düşünürlerdi. Aziz
Bey mizahı bir edebiyat türü olarak görürken, babam bir biçem olarak görürdü. Yani, “Ben yazarım, gülmek ya da ağlamak okuyucuya kalır,” derdi.
Mizah her şeyi barındırır. Aziz Bey’in düşüncesinin tersine, sadece “gülmece”yle açıklanamaz. Aziz Bey gülmece, babam da mizah kavramında
ısrarcıydılar.

Son olarak şunu da konuşalım: Rıfat Ilgaz’ın yöre halkıyla ilişkisi nasıldı?

Bütün her şey alt alta geldiğinde, babamın rastgele yazan bir yazar olmadığını anlıyorum. Yaşamla iç içeydi o. Kendi etrafından beslenirdi. Mesela Cideli kadınların hayatında defne yaprağının ekonomik anlamda ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkaran kişiydi. Cide’de sabah sekizden sonra
kırağı yağdığını fark etmişti. Dolayısıyla yapraklar öğlene kadar ıslak kalabiliyordu. O yüzden Cide kalın ve etli defne yapraklarına sahipti. Sırf Cidelileri buna ikna etmek için, bir gün çaydanlıkla defne yaprağı yağı imal etmiş. Ayrıca şu bilgiyi de paylaşmış: Yaprakları tersine koparırsan ağaç daha çok yaprak üretirmiş!

 

Show More