İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Hüzün mü? Aman, çocuklar duymasın!

Hüzün mü? Aman, çocuklar duymasın!

Tülin KOZİKOĞLU

Tülin Kozikoğlu, “çocuğa görelik” kavramını zorlayabilecek bir kitap olan Çizgili Pijamalı Çocuk’u değerlendirdi dosyamız kapsamında. İyi son her zaman umut mu demektir, yoksa bazen kötü bir son, uzun vadede umuda, daha barışçı bir dünyaya giden yolu açabilir mi?

Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının yazarı John Boyne’a Tüyap Kitap Fuarı söyleşisinde bir soru soruldu: “Kitabınızın alt yaş sınırı nedir?” Yazar bir saniye bile düşünmeden “7-8 yaş,” diye cevapladı bu soruyu. Kızım 3. sınıftayken bu kitabı okumak istediğinde, okumaması için elimden geleni yapmıştım. Dolayısıyla Boyne’un cevabı bende soğuk duş etkisi yaptı.

Kızım tüm engelleme çabalarıma rağmen Çizgili Pijamalı Çocuk’u okumak istedi, çünkü kitap tatlı mı tatlı bir mavi ile dupduru bir beyazın oluşturduğu çizgilerle kaplı kapağıyla bir bebek odasının huzur yüklü duvarlarını andırıyordu. “Kapağımı aç ve içeri gir,” diyordu kızıma. “Nasılsa okuyamaz, yarısında bırakır,” dedim kendi kendime. Öyle olmadı, sonuna kadar bir çırpıda okudu. Okuyamayacağını düşünmem ne büyük bir saflık! Çocuk dilini böylesine yakalayabilmiş kaç kitap var? Konusunun ağırlığıyla taban tabana zıt bir ses anlatıyor hikâyeyi. “Çocuklara her konuyu anlatabilirsiniz, yeter ki nasıl anlatacağınızı bilin,” söyleminin sapasağlam bir örneği bu kitap.

HÜZÜNLE TANIŞMA YAŞI
Boyne, kitabı 7-8 yaşında çocukların okuyabileceğini hiç tereddüt etmeden söyleyebilirken, ben niçin kızımın, çocuğun muhakeme seviyesine bu derece başarıyla ulaşabilmiş bir kitabı okumasını istemedim? Sanırım, minik kızıma kıyamadığım için. Peki, John Boyne’un geldiği diyarlarda çocuklara kıyıyor mu anneleri? Kim doğru, kim yanlış? Batı’nın ebeveynleri gaddar, biz şefkatli miyiz? Yoksa çocukları hayatın gerçeklerinden uzak tutma çabamız kültürel bir deformasyon mu? “Çocuklarımızı hayatımızın ortağı değil, refahımızın ortağı yapıyoruz,” diyor Erdal Atabek.

İçki içmenin, araba kullanmanın olduğu gibi, hüzünle tanışmanın da bir alt yaş sınırı var sanki ülkemizde. Hüzün yetişkine yakışıyor, çocuğun üzerinde iki beden büyük duruyor. Hüzünle baş etme yöntemlerinin gerektirdiği donanıma sahip olana dek keder evlatlarımızdan uzak olsun istiyoruz. Oysa bir bebeğin dünyaya geldiğinde ilk yaptığı eylemin ağlamak olduğu ne çabuk unutuluyor? Bebeğin annesinin sıcağından uzakta olmakla, nefes almanın güçlükleriyle ve çevreden gelen her türlü uyaranla baş etmeyi çabucak öğrendiğini niye kimse hatırlamıyor?

MUTSUZ SONUN ROLÜ
“Haksızlık ediyorsun, çocuk kitapları sorunlardan tamamen arındırılmış değil ki!” diyebilirsiniz. Elbette ki çocuk kitaplarında sorun var. Hikâye yazmanın ilk kuralı: Sorun yoksa hikâye de yoktur. Öte yandan ikinci kural da “Soruna çözüm getireceksin,” der ki bu da çocuğa sorunlarla baş etmeyi, ileriye dönük umut beslemeyi öğretir. Peki, ama ya çözümsüz sorunlar? Hayat bizi onlarla da yüz yüze bırakmıyor mu bazı bazı? Ölüme çare var mı?

Çizgili Pijamalı Çocuk bu noktada alternatiflerinden farklı bir duruşla karşımıza çıkıyor. “Çocuk kitaplarının sonu umut aşılamalı,” diyenler için bu kitap okuru görünüşte eli boş yolcu ediyor. Peki, yazar bunu niçin yapıyor?

Yahudi soykırımında ölen çocuk sayısının bir buçuk milyon olduğu tahmin ediliyor. Boyne incelikli kurgusuyla, okurun, hikâyenin başkahraman Bruno ile özdeşleşmesini, Bruno’yu dost bilmesini, ona bir kıymet atfetmesini sağlıyor. Hikâye Bruno ile toplama kampında yaşayan (tabii ona yaşamak denirse) Shmuel’in yan yana ölüme yürüyüşleriyle son buluyor. Okurda, yaşlı bir teyzenin dizi seyrederken televizyondaki karaktere seslenmesi gibi, Bruno’ya “Gitme!” diye avaz avaz bağırma isteği uyandıran bu son sahne, Boyne’un yazarlık dehasının altını çizdiği satırlar. Peki, ama aynı çığlıkları niçin Shmuel için de atma isteği oluşmuyor okurda? Shmuel “zaten ölecek” olduğu için olabilir mi?

Amacımız tarihte neler olduğunu öğrenmek mi, yoksa tarihten ders almak mı? İkincisiyse, içimizin kavrulması gerekir, o fırınlarda kavrulanların kaderini paylaşabilmemiz için. Okurda bu etkiyi yaratmak için yazarın, kitabın kahramanını kurban etmekten başka çaresi yoktur.

Standart bir çocuk kitabının Bruno’nun ölümüyle son bulması imkânsız. Alıştığımız çocuk kitaplarından biri olsaydı, Bruno ölemeyeceği gibi, Shmuel’i de kurtarmayı başarır ve hatta kim bilir belki toplama kampından sorumlu “Kumandan” olan babasının doğru yolu bulmasını bile sağlardı! Hüznü çocuk kitabına bir nebze koymaya cesaret edebilecek bir yazar ise belki Shmuel’in ölümüne göz yumabilirdi en fazla (o da gerçeği yansıtma uğruna). Böyle bir sonla, “zaten ölecek” olan Shmuel’in ölümü, geçmişte kalan bir tarih bilgisi olmaktan öteye gidemezdi okurun aklında. Yüreğinde yer edemez, bu insanlık ayıbını hissetmesini sağlayamazdı o küçücük kalbin. “Yıllar önce insanlar böyle kötü şeyler yaşamışlar ama bu geçmişte kaldı,” der ve içini rahatlatırdı okur. Evet, üzülürdü Shmuel için, ama “onun kahramanı Bruno kurtulmuştur ya, bu hiç yoktan iyi”dir.

“Hiç yoktan iyidir”in ötesinde bir noktaya taşımayı hedefliyor Boyne okurunu. İşte bu yüzden, Bruno’yu fırınlara götürüyor adım adım. Bu ezberbozan son, Bruno’nun özelinde, toplama kamplarında ölen çocukların tamamına okurun dikkatini çekiyor. Okur, bir buçuk milyon çocuğun her biri için gözyaşı döküyor kahramanı ölürken. Ve belki de içinden yemin ediyor, “Ben yaşadığım sürece böyle şeyler olmayacak bu dünyada!” diye.

Çocuğunuz için iyiliklerle dolu bir dünya ümidiyle yanıp tutuşuyorsanız, “İyi son = umut” inanışını tepetaklak eden Çizgili Pijamalı Çocuk’u çocuğunuza okutun. Bazen de kötü bir son, uzun vadede umuda, daha barışçı bir dünyaya giden yol olabilir çünkü.

Çizgili Pijamalı Çocuk
John Boyne
Çeviren: Tülin Törüner, Tayfun Törüner
Resimleyen: Zeynep Özatalay
Tudem Yayınları, 208 sayfa

 

Show More