İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Mozart evrenseldir!

Kutuplaştırıcı siyasal anlayışlar çocukları, gençleri olduğu gibi dilimizi, algımızı ve kavrayışımızı da etkiliyor. Bizi korkuya iten bu anlayışlardan sıyrılmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var.

Yazan: Tuğçe Akyüz

“Herkesin ait olduğu bir yer vardır.” Peki ya anneanneniz bir denizkızı gibi denizden çıkmışsa kendinizi nereye ait hissederdiniz? Nerelisin sorularına yanıtınız ne olurdu? Anneannenizin adımını attığı adayı mı yoksa çocukluğunuzun geçtiği kasabayı mı memleketiniz sayardınız?

Ay’a Kulak Ver, denizden çıkan o büyükannenin, yıllar sonra torunu tarafından anlatılan hikâyesi. On iki yaşlarında, kollarında oyuncak bir ayı ve bir battaniyeyle, bir adada tek başına bulunan kimliksiz bir kızın yani Lucy’nin, savaşın iki azılı cephesinin ortasında tarafsız bırakılıp bırakılmayacağının hikâyesi. Bu hikâyeyi kaleme alansa, Savaş Atı ve Kayıp Zamanlar gibi filme uyarlanan romanların ödüllü yazarı Michael Morpurgo. Morpurgo’nun “en kişisel hikâyem” diye tanımladığı bu romanında, haliyle yazarın en sevdiği temalar bir araya geliyor. I. Dünya Savaşının gölgesinde bir balıkçı kasabasında geçen roman, devlet politikalarının dört tarafı denizlerle çevrili bir adayı bile, fiziksel olmasa da manevi olarak nasıl yıkıp geçtiğini gözler önüne seriyor.

Yerlerden İngiltere’nin güneybatısındaki Scilly Adaları, yıllardan 1914’tür. Savaşın etkileri bu adalardan birinde yaşayan küçük bir balıkçı kasabasına değin ulaşır. Bu küçük topluluk bile ağır kayıplar vermiştir ve hemen hemen herkes, artık savaşın hemen bitmeyeceğini kabullenmiştir. Bu adada yaşayan Alfie’nin hayatı, okulu ve babasıyla çıktığı balık avları arasında geçer. Her zamanki gibi balık tutmak için denize açıldığında hiç beklemediği bir şey bulur. Issız adalardan birinde, bir deri bir kemik kalmış bir kız çocuğu aç susuz beklemektedir. On iki yaşlarındaki bu kızın ağzından dökülen tek kelime Lucy olunca, insanlar ona bu şekilde seslenmeye başlarlar. Alfie’nin ailesinin yanında kalan kızın ağzından uzun süre başka hiçbir şey çıkmayınca hakkında söylentiler yayılmaya başlar. Lucy’nin kimliği hakkında yakıcı tartışmalar döner. Savaş döneminde kayıplar öyle büyüktür ve müttefik olmayan ülkelere karşı geliştirilen politikalar öyle canavarlaştırıcıdır ki toplumdaki her farklılık düşmanlık olarak algılanır; kendilerine benzemeyen ise düşman. Böylece Lucy’nin İngiliz mi yoksa Alman mı olduğu tartışılmaya başlanır.

Ancak Alfie ve ailesi, ada halkının ötekileştirici yaklaşımına, sevginin sağaltıcı gücüyle karşılık verir. Lucy’yi aileden biri sayarak konuşması için ellerinden geleni yaparlar. Zamanla Lucy’nin yetenekleri de ortaya çıkar… Kız konuşmaz fakat piyanoda mükemmel Mozart besteleri çalabilmektedir. Adada sürdürdüğü sıcak aile yaşamı anılarını geri kazanmasına yardımcı olur. Annesiyle birlikte Amerika’dan İngiltere’ye giden bir yolcu gemisini hatırlar. Gemideki kocaman salonu ve piyanoyu… Bu yolcu gemisinin adı olan Lusitania’nın kısaltması Lusy kelimesi ise geçmişinin anahtarıdır.

Adadaki hayat, Alfie’nin anlatımı ve ada doktorunun günlüğüne yazdığı notlarla; bir genç bir de yetişkinin gözlerinden aktarılıyor. Özellikle doktorun notlarında “okumuş” birinin dışarıdan baktığı ada topluluğunun kısırdöngülerini, korkuyla saldırganlaşan ilkel tepkilerini rahatça okuyabiliyoruz. Bu yönüyle kitapta yetişkinler tarafından keşfedilmeyi bekleyen pek çok alt-metin de yatıyor. Alfie’nin ailesi komşularının giderek artan baskılarını savuşturmaya çalışırken, bir yandan başka bir “ötekiye” destek oluyorlar. Bu kişi Alfie’nin dayısı Billy’den başkası değil. Billy Dayı, yazarın kitaplarında sıkça kullanmayı sevdiği, tekrar eden karakteri. Toplumun olağan düzeninden uzakta yaşayan bu karakter kimi zaman gizemli bir yabancı, kimi zaman delirdiği rivayet edilen bir kuşçu oluyor. Billy Dayı ise eşini ve çocuğunu kaybettikten sonra deli yaftası yapıştırılarak hastaneye yatırılan biri. Artık, günlerini teknesiyle uğraşarak geçiriyor. Bu teknenin adı ise Hispaniola.

Robert Louis Stevenson’ın Define Adası kitabını okuyanların aklında Hispaniola adındaki gemi, korsanlar ve “içinde kadın geçmeyen” müthiş bir macera kalmıştır mutlaka. Morpurgo’nun Billy Dayı karakterinin teknesine bu adı vermesi de tesadüf olmasa gerek. Nasıl ki Define Adası bizi Uzun John Silver hakkında bir yargıdan ötekine sürüklüyorsa, Ay’a Kulak Ver de kimin dost kimin düşman olduğunu sıkça sorduruyor. Define Adası’nda Uzun John Silver gözlerimizin önünde tehlikeli bir korsandan, Jim’e bakan düşünceli bir insana dönüştükçe ada halkı da Almanları bir devlet propagandasının parçası canavarlar olarak değil, kendileri gibi etten kemikten insanlar olarak görmeye başlıyor. Kahramanlaştırma ve canavarlaştırmanın en siyah-beyaz halinin yaşandığı yıllardayız malum. Bu yüzden nesnelleştirme yerine insan-dışılaştırma halkı doğrudan etkiliyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerin Yahudilere bakış açısı, Ruanda katliamı sırasında Hutuların Tutsileri “böcek” olarak etiketlemeleri, hatta köle sahiplerinin yıllarca kölelerini insan-altı bir sınıfa koymaları da aynı zihnin ürünü. Morpurgo bu romanıyla yine o insan elinden çıkma duvarları kaldırmaya yardımcı olmayı hedefliyor.

Kutuplaştırıcı siyasal anlayışlar çocukları, gençleri olduğu gibi dilimizi, algımızı ve kavrayışımızı da etkiliyor. Bizi korkuya iten bu anlayışlardan sıyrılmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var. Gençlere dünyayı kalıplaşmış nitelikleriyle tarif etmek yerine bizi bizi yapan doğal farklılıkların birleştirici yönünü anlatan kitaplar bu nedenle önemli. Toplumda iletişim ve çözüm yolları aramak, bizi sorumluluk almaya sevk eden adımlar atmak, kalıcı bir barış inşa etme umuduna tutunmak için tek yol gibi duruyor. Yoksa kendimize sormalıyız: Mozart’ı dinlediğimizde aklımıza ilk gelen nereli olduğuysa, kulağımız gerçekten müzikte mi acaba?

Ay’a Kulak Ver Michael Morpurgo Türkçeleştiren: Arif Cem Ünver Tudem Yayınları, 294 sayfa
Ay’a Kulak Ver
Michael Morpurgo
Türkçeleştiren: Arif Cem Ünver
Tudem Yayınları, 294 sayfa
Show More