İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

100. sayısında İyi Kitap

100. sayımızda İyi Kitap yazarları ile bir araya gelelim, İyi Kitap’ı konuşalım; orada kalmayalım çocuk ve gençlik yazını üzerine dertleşelim dedik. Olcay Mağden Ünal ve Mehmet Erkurt ile dergimizin editörü Safter Korkmaz bu amaçla buluştu. Daldan dala atladıkları, oldukça uzun sohbetlerinden sizin için kısaltarak derlediğimiz bazı bölümleri aşağıda bulabilirsiniz.

Safter Korkmaz: Sevgili Olcay ve Mehmet, biliyorsunuz önemli gündemlerimizden biri 100. sayı. Derdi edebiyat olan bir dergi için, hatta bırakın edebiyat dergisi olmayı herhangi bir süreli yayın için önemli bir kilometre taşı 100. sayı…
Mehmet Erkurt: Üstelik sadece çocuk edebiyatı üzerine bir dergi…
S.K.: Tabii, tabii… Böyle bir derginin 100 sayılık bir birikime ulaşması ve büyük bir heyecanla yoluna devam ediyor oluşu, çocuk ve gençlik edebiyatımız için önemli bir kazanım diye düşünüyorum. Bu noktada, dergiyi var eden yazarlarının İyi Kitap’la olan bağlarını konuşarak başlamak istiyorum. İyi Kitap sizler için ne anlam ifade ediyor?
Olcay Mağden Ünal: Çocuk edebiyatını izleyebileceğim bir kaynak, önemli bir ihtiyaç benim için. Hele ki çocuk ve gençlik kitaplarının derya deniz olduğu günümüzde, bu kolay bir iş değil. Kitapevleri, zincir mağazalar gibi ticari mecralar üzerinden, alanı sağlıklı bir şekilde taramak ve takip etmek mümkün değil. İyi Kitap en başta bu konuda, iyi bir kaynak sunuyor bana.
Dergi yazarlığı ise apayrı bir durum. Sınırlı da olsa söz sahibi olmak, düşündüklerini ifade edebilmek muhteşem bir şey. Çocuk edebiyatını çok seviyorum ve bu alanda emek veriyorum. Tam da bu yüzden, böyle bir kürsüde söz sahibi olmayı önemsiyorum.
M.E.: Ben de Olcay’ın değindiği noktadan yola çıkayım. Çocuk kitapları söz konusu olduğunda, okuru yönlendirecek bir mecra bulmak çok zor. Basının durumu malum… Gazetelerin maruz kaldığı ideolojik ve ekonomik darbeler, doğrudan kitap eklerini de vurdu. Kitap eklerinin sayısı azalırken, var olan eklerde ilk gözden çıkarılan sayfalar çocuk kitapları sayfaları oldu. Tablo buyken, tamamen çocuk kitaplarına ayrılan bir yayının varlığı çok önemli.
Bazı kitap eklerini alıyorsun eline, çocuk edebiyatına dair tek bir yazı buluyorsun ve “lütfen” yazılmış bir metin oluyor karşına çıkan. “Çocuk edebiyatına yer vermek gerekir, hem ilanlar da gelir,” düşüncesinin zorlamasına dönüştü iş. Tam da burada İyi Kitap’ın yazı alma yöntemine ve yazarla ilişkisine de değinmek istiyorum. Dergi yazarının sadece İyi Kitap yayın kuruluyla irtibatlı olması ve dergiden aldığı telifle yazı hazırlaması çok beğendiğim bir uygulama. Hepimizin bildiği bir gerçek, bazen yayınevleri para ile tanıtım yazıları yazdırıyorlar eklere. İyi Kitap kendi telifini ödediği için, yazarın tarafsızlığını koruyabiliyor. Bu çok etkiler yazının içeriğini. Tabii burada yayınevlerinden aldığı ücretle yazı hazırlayanları da eleştirmiyorum. Bu da bir iş elbette…
S.K.: Yayınevinin ücretli yazı yazdırması başka bir şey, tarafsız gözle kitaplar üzerine tanıtım-eleştiri yazısı hazırlamak başka bir şey. İlki yayınevinin satış-pazarlama faaliyetlerinin bir devamı. Ama bu, diğerinin, yani bağımsız kitap eleştirisinin o kadar çok önüne geçmiş ki, bir anlamda onu boğmuş. İşin kötüsü, pek çok mecrada karşımıza çıkan yazıları okuduğumuzda, hemen fark ediyoruz bazı şeyleri. Bazen hatır-gönül ilişkileri bazen ekonomik ilişkiler yazdırıyor o yazıları…
O.M.Ü.: Zaten öyle kanıksanmış ki bu durum, herhangi bir kitap üzerine yazmaya yeltenen biri “yazmayayım şimdi ters bir şey,” refleksiyle hareket ediyor. Yayınevinden para almasa da bu düşünce artık böyle işliyor. İşim düşer, eleştirmeyeyim diye düşünüyor. Bir anlamda oto-sansür uyguluyor.
S.K: Biz İyi Kitap’ta kendimizce mekanizmalar geliştirmeye, yayının tarafsızlığını korumaya çalışıyoruz. Dışarıdan kesinlikle hazır yazı almıyoruz. Hiçbir yayınevi ya da yazarın, “şu kitabı yazsanıza,” ya da “biz yazı yazdık yayımlasanıza,” türü taleplerini kabul etmiyoruz. A yayınevi gelip, B kitabını tanıtacaksınız yoksa ilan vermeyiz dediğinde ki bu oldu, hayır diyoruz hiç düşünmeden. İlan alma ve yazı yazma paralelliği bizim dışımızda yaygın bir uygulama sanırım ama biz buna hiç bakmıyoruz. Dergide yer vereceğimiz kitapları kendimiz seçiyoruz, bu kitaplar hakkında yazı kaleme alacak yazarları biz belirliyoruz… Tabii bunu bir güven sorunu olarak değil bir yayın ilkesi olarak ele alıyoruz. Dergi yazarları ile yayınevleri arasındaki olası çapraz bağları mümkün olduğunca gözetmeye ve en aza indirgemeye çalışıyoruz.
Bir de yeri gelmişken, dergide kitapları üzerine kalem oynattığımız yayınevleri bilsinler ki okudukları nihayetinde bir “okur görüşü”dür. Yazarının öznel değerlendirmesidir. Kimse kimseye iyilik olsun ya da kötülük olsun diye yazmaz İyi Kitap’ta.
O.M.Ü.: Aynen öyle ve dergide yazanlar olarak bu işin duayenleri olduğumuzu da iddia etmiyoruz. Kimse allame-i cihan havalarında da değil hani…
M.E.: Kendilerine yönelen eleştirilere kızanlara, “o kim ki onun eleştirisini okuyayım, dikkate alayım,” diyenlere belki şunu sormak gerekiyor: “Siz yayınevi dediğiniz kurumları ne sanıyorsunuz? Kitaplar nasıl yayımlanıyor?“ Oralarda çalışan editör, çevirmen, tasarımcı vb. de bir grup okur aslında.
S.K.: Bir grup okur ama altını çizmek gerek, “iyi” okur…
M.E.: Evet tabii… Çok okur, eleştirel okur, seçerek okur, nitelikli okur… Varmak istediğim şey şu, bu özel okur kitlesinin o anki ekonomik-sosyal durumu, edebiyatla ilişkilenişi vb. pek çok faktöre bağlı olarak çıkıyor kitaplar. Dosya seçiminden çeviriye, editörlüğünden kapak tasarımına dek…
O.M.Ü.: Sonuçta bir grup insanın süzgecinden geçip ortaya çıkıyor kitaplar ya da yazılar. Ama çok tecrübeli bir grup insanın…
S.K.: İyi Kitap yazarlarına baktığımızda, çoğunluğunun çocuk ve gençlik edebiyatının içinden, o bahsettiğimiz yayınevi çalışmalarından geldiğini görürüz. Yazarlar, editörler, çevirmenler, illüstratörler yazıyor dergimizde… O anlamda çocuk yayıncılığının içinden seslenen bir kürsü dergi. Bunu böyle okumak gerek.

Eleştiri kültürü üzerine

S.K.: Belki burada durup, eleştiri kültürümüz üzerine konuşmakta fayda var. Eleştiri yapmakta sıkıntımız olduğu gibi eleştiriyi kabul etmekte de sıkıntılar yaşıyoruz diye düşünüyorum alan olarak.
M.E.: Sadece çocuk yazınında ya da edebiyatta değil, yaşamın her alanında bu sorunu yaşıyoruz aslında. Eleştiri eşittir kötüleme, aşağılama olarak algılıyoruz. Sürekli bir karşıtlık ve kavga hâli…
Eleştiride altyapı ve birikim ihtiyacını da anlamamız gerekiyor. Edebiyat okurluğu ile yakın bir toplum değiliz. Edebiyatla ilgili tartıştığını düşünenler aslında edebiyat dışı ne varsa döküyorlar ortaya. Mesela son günlerde üzerine fırtınalar koparılan çocuk kitaplarına uzman denetimi istemek ucubeliği gibi…
O.M.Ü.: Bir de işin içine egolar girince işler karışıyor. Ki kitap dünyasında egolar ön plandadır, sadece edebiyat değil sanat dediğin şey belki de egonun rüzgârıyla ilerleyen bir gemi… Dolayısıyla, yazıda esere dair olumsuz bir cümle yazdığınızda insanlar bunu o kadar kişisel algılamaya başlıyor ki…
S.K.: Gerçek sanatçı egosunu da dizginlemeyi başarabilen kişi değil midir?
O.M.Ü.: Elbette öyle… Kitaplar, matematik formüllerle hazırlanan, sonucu garantili ürünler değildir. Kaba bir benzetme ile yazarların yapmaya çalıştıkları şey, havaya bir bulut çizmek. Bu bulutun yağmurundan hoşlanmayanlar da olacaktır, bunu da görmeleri gerekir.

Çocuk kitapları üzerine bir şeyler karaladığınızda iş, “anne misin, öğretmen misin de konuşuyorsun”a kadar düşüyor. Mesleki geçmişimiz, yeteneklerimiz, edebiyata olan ilgi ve sevgimiz bir yana atılıveriyor. Pedagog ya da psikolog bile bizden daha çok itibar görüyor bu konuda… Bunlar değilsen, sen kimsin ki çocuk edebiyatı hakkında konuşasın…
S.K.: Yetişkin edebiyatından gelen ünlü isimler bir istisna galiba… Onlar çocuk kitabı yazdığında kimse itiraz etmiyor.
M.E.: Evet ama o da ayrı bir dünya… Bazen şöyle bir hava oluyor onlarda da “Size öyle hazır bir dosya verdim ki, baskıya ne zaman gidiyor?” Editör kitabı çalışmak istediğini söylediğinde, kurguya bakmak istediğini dile getirdiğinde şaşırıyorlar. Birinin onlara “kurgu burada sarkmış, bu karakter oturmamış,” gibi öneri ve eleştirilerle gelmesine alışık değiller. Bu neden önemli, çünkü aslında editörlük çalışması ilk eleştiridir. Kitabın yayımlanma sürecinde editörlük çalışmasına uyum sağlayamayan yazarın, kitap yayımlandıktan sonra karşılaştığı eleştirileri de gerektiği gibi karşılayabilmesi zorlaşıyor. Aslında yayıncılık işi daha başından eleştirel, eleştiriye açık bir çalışma ya da öyle olmak zorunda.

Niye İyi Kitap’a yazıyorsun?

M.E.: Çevreden zaman zaman gelen bir soru var: “Sen hiçbir yere düzenli yazmazsın aslında; niye İyi Kitap’a yazıyorsun?” Cevabım şu oluyor: “İyi Kitap, bir kitapla ilgili yapıcı eleştiri yapabileceğim bir yer. Eserde neyin iyi olmadığını söylerken, kendimce nasıl daha iyi olacağını ifade edebileceğim bir yer. Bunlar için bana yer ve fırsat veriliyor.” Ben bunu söyleyince şu karşılığı aldığım oluyor: “Sıkıysa bunu bir Tudem kitabına da yap!”
O.M.Ü.: Evet öyle bir kanı var, sanki Tudem kitaplarını eleştiremezmişiz gibi…
M.E.: Bir itiraf, başıma gelene kadar benim de aklımın bir köşesinde vardı bu soru. Hakkında ilk yazdığım Tudem kitabını beğenerek yazmıştım. Dolayısıyla soruya yanıt bulamamıştım. Öte yandan yazmam için önüme aldığım ikinci Tudem kitabında ise hiçbir öneri, rica, itiraz, yönlendirme vb. ile karşılaşmadan istediğimi yazabildim ve öyle basıldı. İşte bu beğendiğim ve içinde olmaktan mutlu olduğum yanı derginin.

Safter, burada sana dönüp sorsam, Tudem’le dergi çalışmasının ilişkisini anlatmanı istesem? Yayınevinden kendi kitaplarına dair özel talepler geliyor mu, herhangi bir baskı var mı?
S.K.: Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, hayır. Herhangi bir baskı ya da talep kesinlikle olmadı bugüne kadar. Tudem, nihayetinde bu dergiyi çıkaran kurum. Derginin basımından okuruna ücretsiz olarak dağıtımına dek tüm yükünü sırtlayan güç. Doğaldır ki dergi süreçlerinde sıkı bir diyaloğumuz var. Ama İyi Kitap editoryal çalışması, Tudem çalışmasından bağımsızdır. Kitap seçimleri ve dergi yazıları söz konusu olduğunda, herhangi bir yayınevi ile nasıl bir ilişkimiz varsa, Tudem’le de ilişkimiz odur. Süreç her yayınevi için aynı işliyor. Kitaplar önümüze geliyor, bunlardan derginin o sayısı için bir seçki yapıyoruz. Uygun gördüğümüz dergi yazarlarına bu kitapları ulaştırıyoruz ve bize gelen yazı, yayın ilkelerimize ve dergi niteliğine uygunsa yayınlıyoruz. Hakaret ya da aşağılama içeren, hatalı bilgi aktaran, etik sorunlar barındırdığını düşündüğümüz metinleri yayımlamıyoruz elbette.
M.E.: Yayın prensiplerine uyan her şey yayımlanıyor yani…
O.M.Ü.: Altı doluysa tabii…
S.K.: Yazılara dair en temel beklentimiz, içinde kitaba dair bir fikrin olması. Bunu yüzde yüz yakalayabiliyoruz diyemem ama sadece kitabın öyküsünü aktaran, yüzeysel tanıtım yazılarını istemiyoruz. Olumlu ya da olumsuz bir fikir… Ama tabii o fikrin, kitabın gerçekliğiyle de örtüşmesi gerekiyor.
Uzun lafın kısası, diğer yayınevlerine nasıl yaklaşıyorsak Tudem’e de öyle yaklaşıyoruz. Ama şunu da söylemeliyim belki; dergi yönetimi olarak değil ama dergiye yazı veren arkadaşlarımızda zaman zaman, sadece Tudem’e karşı da değil, çekinceli ruh hâlleri olabiliyor. O anki sosyal ilişkilerinden, iş bağlantılarına hatta ruh hâllerine dek pek çok şeyin bunda etkili olduğunu düşünüyorum. Hayatın olağan akışı içinde yaşanan şeyler bunlar…
M.E.: O olabiliyor elbette. Sadece iş ya da sosyal ilişkiler nedeniyle değil tabii. Mesela ben de bir kitap hakkında yazmaya çekinmiş, hatta yazmamıştım… Feminist okuma gerektiren, toplumsal cinsiyet rolleri üzerine bir eserdi ve ben bir kadının ele alması gerektiğini düşünmüştüm o yazıyı.
S.K.: Bu farklı bir yaklaşım elbette ama ben diğerini de anlıyorum. Bir dergi yazarı, ben X yayınevinin kitabını eleştirmek istemiyorum bu kitabı yazmayayım dediğinde saygıyla karşılıyorum. Bunu açıkça belirtmek etik bir tutum. Diğer türlü kitabı alıp hak etmediği övgüler ya da tersinden yergiler düzmek daha kötü bir şey.
M.E.: İyi Kitap ilk çıktığında diğer yayınevlerinde şu algı vardı; “Tudem kendi kitapları için bir dergi çıkarıyor.” Ama zamanla bu algı kırıldı, yerini “Tudem İyi Kitap’ta kendi kitaplarını iyi yazdırıyor,” söylentisine bıraktı. Ki, iyi yazdırmak kavramı bile eleştiri kültürümüzün hâline ışık tutan bir ifade. Ama bu bakış da dergi çalışması geliştikçe, kırılıyor yavaş yavaş. Tudem kitaplarını rahat rahat dergiye yazan biri olarak böyle olmadığını söyleyebilirim. Bu arada rahat rahat yazmak derken, belki kitapta emeği olan yazarı, editörü bozulmuş olabilir bana, bilemem ama bir araya gelsek eminim ki anlaşırız onlarla da…
O.M.Ü.: Zaten şu “bozulma” muhabbetini kaldırabilsek ortadan daha iyi kitaplar üretebileceğiz bence. Hiçbir eleştiri, bir yazarı ya da yayınevini kötülemek için yazılmaz. Amaç daha iyiye ulaşmaktır hep. Eleştiri metinlerinin hedefi bu.
S.K.: Yazıyı okuyan yayınevi sahibi ya da kitabın yazarı senin gibi düşünmeyebiliyor. Zaman zaman ekonomik bir pencereden bakıldığını da görüyorum. Şöyle ki; “X yayınevi bir dergi çıkarıyor ve ticari çıkarları için benim yayınevimin kitaplarını kötülüyor,” diye düşünebiliyor. Bir pazar kapma savaşı olarak görüyor konuyu. Bu ticari bir bakışın sonucu değil mi zaten kitap eklerine, “kitap yazdırma” işi? Çok yaygın bir uygulama ve insanlar sanıyor ki İyi Kitap’ta da böyle. Oysa İyi Kitap’ta kimsenin böyle bir şansı yok. Tudem’in de yok başka yayınevlerinin de…

Nedir bu puanlama?

S.K.: Puanlama sistemimizin etkileri üzerine de konuşmak isterim. Yüksek puanlar verdiğimizde kimse bunu konu etmiyor. Çünkü yazarı ya da yayınevi bunu hak ettiğini düşünüyor zaten. Gerçi bazen her kriterden tam puan alamadığı için üzülenler olabiliyor ama bu oldukça az rastlanan bir durum.
M.E.: O bir puanı neden kırdınız, diyen var mı ki?
S.K.: Var elbette ama üç ve üçten aşağı puanlar daha çok üzüntü yaratıyor izlenimlerime göre. Yayınevi ya da kitabın yazarı teyakkuza geçebiliyor. Tam da bu nedenle dergi yazarlarımız düşük puanlama yaptıklarında, yazıda bunu tek bir cümleyle de olsa gerekçelendirseler iyi olur diye düşünüyorum. Farklı zamanlarda bu eleştiri yapıldı bize ve haklı bir eleştiri. Yazıda olumsuz tek satır yok ama puanlar aşağıda ya da tersinden yazıda ciddi bazı eksiklerden bahsedilmiş ama puanlar yüksek… Nasıl oluyor bu, diye soruluyor.
M.E.: Gerçekten haklı bir eleştiri bu.
S.K.: Evet bazı yazılarda bu yaşanıyor. Eleştirinin haklılığını kabul ediyorum. Puanlama ve yazı içeriği arasında ilişki her zaman doğru kurulamayabiliyor.
Ama bazı durumlarda isteyerek böyle yayımladığımızı da belirtmeliyim. Her zaman hata olarak görmüyorum. Onu şöyle anlamak gerekiyor; puanlama da tek başına eleştirinin bir aracı olarak kullanılabilir bence. Bazen dergi yazarı yazısını öyle kurgular ki bazı konular yazı kurgusu dışında kalır. Onları da tutar puanlama yoluyla eleştirir. Yazının bütünlüğü ile ilgili bir konu bu. Bu tür yazılarımız oldu, olacak da… Puan sistemine bu gözle de bakmak zorundayız.
Konu üzerindeyken, çok temel bir şeye dönüp oradan devam etmek istiyorum; eleştiri seçkinci bir uğraş değildir. Herkes eleştirebilir. Kimisi hakkıyla yapar bunu kimisi kendince… Önemli olan eleştiri işine kutsallık atfetmemek gereğidir. Aynı edebiyat ürünlerine yani kitaplara kutsallık atfetmemek gerektiği gibi… Bu sıkça karşımıza çıkan bir yanılgı. Ulvi şeyler değil bunlar, her kitap hakkında herkes fikrini beyan edebilir, eleştirebilir. Kitaba ya da kitap eleştirisine hak etmedikleri kutsallıklar yüklemek, seçkinci tavrın bize dayattığı metafizik bir algıdır ve bunu kırmak gerekiyor.
Eleştiriden uzak duruşu, çocuk kitaplarına karşı ortaya çıkan küçümseyici tutumu aşmak ve bir yol açmak zorundayız. İyi Kitap’ta puan sistemi ile yapmaya çalıştığımız şey de budur. Puanlamayı bir araç olarak görüyoruz. Ona özel bir anlam atfetmiyoruz, aynı kitapların kendinden menkul varlığına atfetmediğimiz gibi. Derginin içeriğine katkı verdiği sürece kullanacağımız eleştiri araçlarından biridir puanlama sistemimiz. Hem dergi yazarını eleştirel düşünmeye zorlayan hem de okura kitaba farklı gözle bakmasını sağlayacak bir araç.
İyi Kitap külliyatına baktığımızda, geçmişte kaleme alınmış nitelikli eleştiri yazıları elbette var ama yetersiz. Kriterler ve puanlama, “bunu nasıl çoğaltırız”a verdiğimiz yanıtlardan biriydi. Ve faydasını da gördük. Gerek yazı içeriklerinde gerek puanlamada daha eleştirel artık yazarlarımız. Kriter sistemi yazarı eleştirmeye zorluyor. Beğendin mi beğenmedin mi sorusunu farklı biçimlerde önüne koyuyor, yol gösteriyor. Kitaba farklı gözle bakmasını sağlıyor.
O.M.Ü.: O puanlama kısmında insan zaten şöyle bir oturup düşünmek zorunda kalıyor. Yazarken aklına gelmeyen şeyleri düşünmeye başlıyor.
M.E.: O zaman bir itiraf; ben de puanlama aşamasına geldiğimde, düşünüp yazıya geri döndüğüm, paragraf eklediğim ya da paragraf değiştirdiğim oldu. Yaptım bunu yani…
O.M.Ü.: Oluyor tabii… Puanlama, okurun değerlendirmesine fayda sağladığı kadar, hatta daha çok yazarlar için bir özeleştiri alanı da sağlıyor.
S.K.: Tekrara kaçıyorum belki ama puan sistemi bir araçtır ve ona hak etmediği anlamlar yükleyerek yanlış tartışmalarla vakit kaybetmemek gerekir. Mesela çıkıp “edebiyat puanlanır mı?” argümanıyla tartışmaya çalışmasın kimse bu konuyu. Açıkça abesle iştigaldir bu.
O.M.Ü.: Kaldı ki puanlanır da bana göre, neden puanlanmasın?
S.K.: İşte o başka bir tartışma…
M.E.: Zaten puanlama kriterlerine baktığımızda edebiyatın puanlanmadığını da görüyoruz. Kriterler öyle açık ki… Kitabı oluşturan nitelikler sıralanmış ve bu nitelikler birbirinden bağımsız ele alınıyor. Bunların hiçbiri tek başına “edebiyat” değil. Ayrıca kitabın geneline verilen tek bir puan yok. Kurgu, kahramanlar, redaksiyon, çeviri gibi kitabı oluşturan somut kıstaslar puanlanıyor.
S.K.: Her şeyi bir yana bırakalım, kitap enikonu bir ürün. Okurun beğenisine sunulan ve piyasada rekabete konu olan bir ürün. Bu ürünü oluşturan çeşitli öznitelikler var. Dilin akıcılığı da var bunun içinde, kapağın tasarımı da. Ben bir okur olarak bu ürünü elime aldığımda, bu özellikleri değerlendirebilmeliyim.
O.M.Ü.: Bence bu dediğin çok önemli. İnsanlar bizim, yayınevlerinde, öyle bulutların üzerinde süzüle süzüle kitaplar seçiyoruz, yayımlıyoruz falan sanıyor. Hayır, yayınevleri birer ticarethanedir ve onların bandından kitap çıkar. Siz de okur olarak müşterisinizdir. Dolayısıyla aslında her sözü söyleme hakkına da sahipsinizdir.
M.E.: Çünkü para alıyor bu iş için. STK değil…
O.M.Ü.: Evet STK değil. Kitabı hatasız çıkarmak zorundadır, size değer vermek zorundadır. Kaliteli kâğıda basmak zorundadır. Çünkü para alır bunun karşılığında. Dolayısıyla biz, para vererek aldığımız bu hizmetleri değerlendiriyoruz bir anlamda. Buradan baktığımda, puanlama sistemi bence yavaş yavaş oturmaya da başladı. İlk uygulamaya başlandığında, puan verenlerdeki çekingenlik, bol keseden yapılan puanlamalar zamanla değişti. Daha eleştirel puanlar gelmeye başladı. İnsanlar beğenmediklerini de ifade etmeye başlıyorlar.
S.K.: Evet çok güzel bir noktayı yakaladın Olcay. Hem puanlamada durum böyle hem yazılara da yansıyor artık bu. Puanlama yaparken düşündüklerini, yazıya da yansıtıyor yazarlarımız.
O.M.Ü.: Bir de dergi yazarları birbirine bakarak cesaret de kazanıyor bu konuda. “Aa bak o yapabiliyorsa, ben de yapabilirim,” duygusu gelişiyor.
M.E.: Ben başka bir şeyi de gözlemliyorum; eskiden 3 gibi bir puan için infialler yaratanlar şimdi mesela “iyi bak 3 almışız” diyecek noktaya geldiler. Ki aslında sosyal bilimler açısından bakacak olursak, 3 ve 3’ün üzeri iyi bir şeyi ifade eder…
S.K.: Aslında dergi yazılarımda bir kritere tam puan verirken içim rahat olmuyor benim. Yani tam puan bir mükemmellik ifadesi ve bu kitap bu noktayı yakalamış mı sorusu hep bir yerde duruyor. Her kriterin 5 olması başka bir evrene ait bir kitabı işaret ediyor sanki. Bunu şu amaçla söylüyorum, bir yazıda gördüğünüz 4 ya da 3 gibi değerlendirmeler aslında bir beğeni ifadesi. Kötü değerlendirme değil.
O.M.Ü.: Hani zaten şey vardır ya, senin en sevdiğin kitap, senin için en tepedeki odur. Diğerleri onun ardından sıralanır. Onun gibi bir şey…

Eleştirinin eleştirisi

S.K.: Eleştirinin mutlak doğru ya da mutlak yanlış arayışı olmadığını ve aynı şekilde eleştiri metinlerinin de doğru ya da yanlış kıskacında ele alınmaması gerektiğini bilmeliyiz. Eleştiri yazıları da birer edebi metin gibi okunmalı; bu anlamda iyi eleştiriler iyi birer metin olmalı. Anlatımıyla, üslubuyla, içeriğiyle…
M.E.: Eleştirinin eleştirisi de yapılabilir ve yapılmalıdır…
O.M.Ü.: Elbette yapılmalı, hatta bu konuda olanakları da var İyi Kitap’ın. İnternet sitesi var ve tüm yazılar yayımlanıyor orada. Gelip altına yorum yapabiliyorsunuz. Gelin yazılarımız hakkında eleştirilerinizi yazın oraya.
M.E.: Olcay çok güzel bir şeye değindi. Yazıların altına yorum bırakmak iyi bir yol olabilir. Ama sanırım insanlar bundan çekiniyor. Öfke kusmak yerine bu tür yerlerde üslubunca bir şeyler yazmak zorlarına gidiyor. Diğeri daha kolay, daha az sorumluluk gerektiriyor.
S.K: Bir şeyi belirleyip geçmek istiyorum bu arada; sohbet boyunca eleştiri, eleştiri deyip durduk. Bunu okuyan birileri de rahatlıkla çıkıp “Arkadaş İyi Kitap’ta bu kadar çok eleştiri yazısı mı var ki, konuşup duruyorsunuz,” diyebilir. Bu kadar gündemimizde olmasına karşın, derginin yazı ağırlığı içinde eleştiri metinleri hâlâ istediğimiz düzeyi yakalamış değil aslında. Artan bir grafik var ama henüz olması gerekenin uzağındayız diyebilirim.

Derginin dağıtımı

M.E.: Peki, başka bir konuya geçeyim hemen. İyi Kitap’ın dağıtımı nasıl işliyor? Okullara yoğun şekilde gidiyor bildiğim kadarıyla.
S.K.: Tabii, tirajımızın çok büyük bir bölümü okullara ve kütüphanelere ücretsiz dağıtılıyor. Okullardan sürekli dergi talepleri alıyoruz ve her geçen gün ulaştığımız okul sayısı artıyor. Öğretmenlerimizin, kütüphanecilerimizin kitap seçimlerinde başvurdukları kaynaklardan biri de biziz.
M.E.: Kitapçılardan ilgi var mı? Onlar dağıtıma katılıyorlar mı?
S.K.: Ne yazı ki yeterli düzeyde değil. Biliyorsunuz kitapçılar ticari yapılar ve kıstasları farklı. Ücretsiz bir derginin dağıtımına ikna etmek kolay olmuyor. Ama dediğim gibi yetersiz de olsa, yurdun pek çok merkezinde bu tür noktalar var dergiye ulaşılabilecek. Bunların listesi internet sitemizde var.
Dağıtım en çok eleştiri aldığımız konu aslında, haklı olarak. Ücretsiz bir dergiyiz ve bireysel abonelik gibi sistemlerin ya da ücretli dağıtım şirketlerinin masrafını karşılama şansımız yok. Ama şu avantajımız var, dergimiz internette yayımlanıyor. Okur tüm içeriğe online erişebiliyor.

Sorular, sorular…

M.E.: Derginin kitap tanıtım ve eleştiri yazıları ağırlıklı bir çizgisi var. Merak ettiğim şey bu böyle mi devam edecek yoksa zamanla daha popüler içerikler de görecek miyiz dergide? Yayıncılık dünyasından haberler gibi daha güncel, haber tarzı şeyler…
S.K.: Bu konuda ancak kişisel görüşümü ifade edebilirim. Şu an için popüler içeriklerle dergiyi beslemek iyi bir fikir gibi gelmiyor bana. Bu başka bir misyon, başka bir iş. Biz önce önümüzdeki hedefleri bir gerçekleştirelim, hani bugün konuştuğumuz konularda istediğimiz aşamalara ulaşalım…
M.E.: Dergi yazarlarında da sayıca artış ve çeşitlenme gözlemliyorum. Bu konuda bir çaba mı söz konusu?
S.K.: Var, evet… Pek çok yeni arkadaşımızdan yazı alıyoruz dergiye. Çoğunlukla yayın dünyasının içinden arkadaşların katkılarını alıyoruz. Akademiden arkadaşlarımızdan da önemli katkılar geliyor. Çocuk ve gençlik yazınının sorunlarını, yayıncılığın içinden çıkan kalemlerle dergiye yansıtıyoruz daha çok.
M.E.: Bu önemli çünkü, yayıncılığın içinden gelen dergi yazarları, çalıştıkları yerlerde bir bilincin oluşmasına da öncülük ediyor. Dergiye yaza yaza, çevresindekilerin de bu süreçleri kavramalarını ve işin güzelliğini görmelerini sağlıyorlar. Bir eleştiri kültürünün oluşmasına katkı sağlıyorlar.
S.K.: Tabii ki bu tür bir misyondan bahsedebiliriz. Ama şunu da söylemek gerekir belki, ya da en azından kendim için söyleyebilirim dergiye yazdığım her yazı aslında bir özeleştiri metni. Çocuk edebiyatına dönük söylediğimiz her söz aslında, bizim de zaaflarımıza tutulmuş birer ayna. Dile getiriyoruz diye bu hatalardan azade değiliz hiçbirimiz…
M.E.: Çok doğru bir şey söyledin. Yaptığımız iş, emek yoğun bir iş. Mesleğimiz gereği, zaten sınırlı zamanlar içinde okumamız gereken çok fazla sayıda kitap ya da dosya varken; dergiye yazmak üzere özel bir okuma uğraşı içine giriyoruz. Bu herhangi bir okuma olmuyor bizim için; hızlı hızlı okuyup geçebileceğiniz türden değil. Düşüneceksin üzerine, değerlendireceksin ve cümlelere dökeceksin. Yazarken doğru üslubu yakalamak için çaba harcayacaksın ki kitabın yazarını ya da diğer emek verenlerini kırmamaya özen göstereceksin. İşin aslı gerçekten zorlanarak yazıyoruz aslında. Yazı bittiğinde de bitmiyor telaşımız. Yayımlandıktan sonra bile düşünüyoruz üzerine, umarım kaş yaparken göz çıkarmadık diye titizleniyoruz. Kısacası aslında senin dediğin gibi sadece yazının kendisi değil, yazma süreci de bizim için bir özeleştiri süreci olarak işliyor.
S.K.: Daha da ötesi, İyi Kitap’ta yazan biri aslında kendini ortaya atmış oluyor bir anlamda. İsmiyle, cismiyle, düşünceleriyle, sözüyle kamuya açıyor kendini. Her türlü eleştiriye, incelemeye karşı savunmasız bekliyor yazdıklarıyla. Bu bir bakıma cesaret işidir.

Show More