İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Dorian Gray’in Portresi aslında kimin portresidir?

Oscar Wilde, en kapsamlı İngiliz oyun yazarıdır. Her şeyle oynar o: Akılla, felsefeyle, dramla, oyuncularla ve seyircilerle, tüm tiyatroyla… Böyle bir gösteri, akılla ve felsefeyle ancak futbol ya da kriket sopasıyla oynayabildiği kadar oynayabilen İngiltere için bir skandal sayılabilir.

George Bernard Shaw

Yazan: Gökhan Yavuz Demir

Herkes, hatta kargocumuz bile tatildeyken, Kocabaş ve ben tatilin bitmesini bahçede sabırla bekledik. Nitekim ilk dönenlerden biri kargocumuz oldu. Paketten çıkan Dorian Gray’in Portresi’ni Kocabaş kokladı ve ardından dut ağacının gölgesine gidip yattı. Elimde kitap bahçenin ortasında Oscar Wilde’ı ve tanıştığımız her dokuz kişiden onunun yazar olduğu bir devirde yaşadığımızı düşündüm. Siz bakmayın ortalıkta mebzul sayıda bulunmalarına, dürüst bir politikacı bulmaktan çok daha zordur hakiki bir yazar bulmak. Ve Oscar Wilde, güzel cümleler kuruyor ve çok leziz masallar düşlüyor olmanın bir yetenekten ziyade bir lanet olduğunu ispat edecek kadar hakiki bir yazardır.

Kendi ifadesiyle dehasını hayatına, eserlerine ise yalnızca yeteneğini harcayan Wilde’ın, dostlarından birinin asla roman yazamayacağını iddia etmesi üzerine birkaç günde yazdığı tek romanı olan ve 1890 yılının Haziran ayında Amerika Birleşik Devletleri’nde Lippincott’s Monthly Magazine dergisinde tefrika olarak yayınlanan Dorian Gray’in Portresi’nin çok şık basılmış yeni bir tercümesinin sayfalarını karıştırıyorum. Doğrusu DeX Kitap çok güzel bir iş çıkarmış ve nazar boncuğu olsun diye vahim bir hatayı da bu güzel işe ilave etmeyi ihmal etmemiş.

Türkiye’deki yayınevleri bilhassa klasik dediğimiz insanlığa mal olmuş kitapların baskılarında, mesela İngilizcede gördüğümüzün aksine, nedense hiç okuru metinle tanıştıracak ve hikâyeye ısındıracak sunum veya takdimlere yer vermezler. Oysa iyi bir kitaba verilebilecek en büyük ceza, böyle özenle yazılmış bir takdimden mahrum bırakmaktır. Şükür ki DeX, Dorian Gray’in Portresi’nin başına Ömer Türkeş gibi tecrübeli bir eleştirmenden, romana yakışır bir takdim alıp koymayı başarmış. Bu güzel bir haber. Vahim hataya gelince, takdiminden cildine bu kadar iyi tasarlanmış kitabın ne ön ne de arka kapaklarında çevirmenin adı yazıyor. Sanki Dorian Gray Türkçe yazılmış yahut da birden bire kendi başına Türkçede arzıendam eylemiş gibi. Oysa kapakta nasıl kitabın yazarının ve kitaba takdim yazan eleştirmenin isimleri yazıyorsa, çevirmeninki de yazmalı. Çevirmenlere de çevirmenlerin emeğine de kıyılmamalı.

Romanda Lord Henry Wotton ressam dostu Basil Hallward’ın atölyesinde, yirmili yaşlarının başlarında olan kusursuz güzellikteki bir delikanlının portresini görünce hemen kendisiyle tanışmak ister. Basil’in bağlılık duyduğu bu genç Dorian Gray’dir. Basil’in Dorian Gray’e kötü örnek olmasından korktuğu Lord Henry, gerçekten de çok geçmeden hayat tarzı, nükteleri ve provoke edici konuşmalarıyla genç adamı etkisi altına alır.

Dorian giderek yaşlanacağını, çirkinleşeceğini, portresininse hep genç kalacağını düşündükçe, portresiyle yer değiştirmek ve kusursuz bir sanat eseri olarak kalmak için ruhunun cehennemlik olmasını bile kabullenir. Faust’tan farkı ruhunu şeytana bilgi için değil de güzellik uğruna satmasıdır. Gerçek dışı dediğimiz şeyler, aslında gerçekliğin daima mevcut olan farklı hâllerinden başka bir şey olmayabileceğinden olsa gerek, çok geçmeden Dorian’ın bu arzusu bilinmeyen güçlerce gerçeğe dönüştürülür.

Bir gün portresine bakınca şaşıp kalır: Portre yaşlanmakta ve kendisi genç kalmakta; vicdanî yükü arttıkça portrenin de kırışıklıkları artmaktadır. Wilde kötülüğü çok farklı ele alsa da Stevenson’ın Dr. Jekyl ve Mr. Hyde’ından etkilendiği için Dorian da Dr. Jekyl gibi çifte bir hayat sürmeye başlar. Artık Dorian’ın geceleri kılık değiştirerek sürdürdüğü, hiç kimsenin bilmediği ve bilmek de istemeyeceği meçhul bir hayatı vardır. Onun kusursuz çekiciliğine kapılan her kadın ve erkek mutsuzluğa mahkûmdur. Dorian’ın güzelliği lanetlidir. Günah, kötülük, suç ve ölümler, onu ve gizini hızla kaçınılmaz sona doğru sürükler.

Yazıldığı dönemin ahlâk anlayışına büyük bir saldırı ve “ahlâksızlık” olarak görülen bu roman, Wilde’ı hızla yükselten kaderinin terse dönmeye ve yazarın yıldızının sönmeye başladığı ânın fitilini ateşler.

Oysa Wilde için mesele kitabın başına yazdığı sunumdaki kadar basittir: “Ahlâka uygun veya ahlâka aykırı kitap diye bir şey yoktur. Kitaplar ya iyi yazılmıştır yahut kötü. Hepsi bu kadar.” Ve Wilde’ın hayli yüksek beğeni kriterlerine göre bile Dorian Gray’in Portresi iyi bir kitaptır.

Aslında Viktoryen çağın ikiyüzlü ahlâk anlayışının ipliğini pazara çıkaran Wilde, ahlâksız bulunan bu kitabıyla bir ahlâk dersi veriyordu. Wilde’a göre asıl ahlâksızlık ikiyüzlülükte, sevgisizlikte, düş yoksunluğunda ve toplumsal değerlerin altında yatan çıkarcılıktadır. Ahlâksızlıklarını bütün İngilizlerin yüzüne vurduğu için çok geçmeden hedef tahtasına oturtulacak olan Wilde’ı, toplum kendisine ahlâk dersi verdiği için hiç affetmeyecektir. Toplum, onun eserinde kendi rezilliklerini gördüğü için değil, kendi moral prensiplerinin gerçek olduğunu göremediği için de onu cezalandırmakta kararlıdır. Wilde sadece çağına meydan okuduğu için değil, haklı olduğu için de kaybetmeye mahkûmdur. Wilde’ın sefalet ve umutsuzluk içinde geçen son günlerini anlatırken André Gide şöyle yazar: “Toplum bir insanı yok etmek istediğinde ne yapacağını çok iyi bilir; ölümden daha ince yöntemleri vardır…” Ahlâksızlarca mahkûm edilir Wilde.

Edebiyat tarihinin detektifliğe meraklı eleştirmenleri Dorian Gray’in Oscar Wilde’ın kendisi veya ilk aşık olduğu yakışıklı genç John Gray olup olmadığını yüz seneden fazladır tartışıyorlar. Oysa Wilde, tutkuyla savunduğu sanat anlayışı gereği otobiyografik bir roman yazamayacağının ipuçlarını bir mektubunda verir: “Basil Hallward, sanıyorum, benim. Lord Henry, dünyanın beni tanıdığı gibi bir kişi. Dorian ise, belki başka bir çağda olmak istediğim bir insan.” Aslında Wilde’ın karmaşık kişiliği ve derin sanatçı ruhu düşünüldüğünde, romandaki baş karakterlerin üçü de Oscar Wilde’dır. Wilde kişiliğinin bütün zenginliğini ustalıkla romanının içine pay etmiştir. Hallward, Wilde’ın ahlâkçı yanını; Lord Henry, maskesini taktığı zamanlardaki alaycı ve züppe kişiliğini; Dorian Gray ise, bilinçaltı tutkularını hep Wilde’dan almışlardır. O kadar ki Wilde bir keresinde şunu dahi söylemiştir: “Dorian Gray’in Portresi’ndeki kişilerin hayat tarzı, tıpkı benimkine benziyor: Hep konuşuyorlar, hiç hareket etmiyorlar.” Bütün bu konuşmalar ve hareketsizliğe rağmen, Wilde o çok sevdiği ve iyi bildiği fantastik ve gotik unsurlarla hikâyesini öyle bir dokur ki ortaya son derece karanlık ve gerilim yüklü bir roman çıkar.

Hüzünlü bir yazgısı ve neşeli bir ruhu olan bu tutkulu İrlandalı, başına gelenlere, zalimliğe ve bahtsızlığa rağmen saf ve el değmemiş masumiyetini ve hassasiyetini korumayı bilmiş asil bir ruhtu. Sadece kendi kuşağının değil, arkasından gelen ve gelecek olan kuşakların da çağdaşı olan Wilde, hâlâ insanlık durumunu anlatmaya devam ediyor. Bu nedenle Dorian Gray’in portresi, Dorian Gray’den ve Oscar Wilde’dan çok, dönemin İngiltere’sinin ve vicdan yükü hiç hafiflemediği ve hafifleyecek gibi de gözükmediği için gençliğini hâlâ kaybetmeyen insanlığın portresidir.

Wilde’ın neşesi birden bahçeye yayılıyor. Ağzında bir dal parçasıyla beni oyuna çağıran Kocabaş’ı görünce kitabı masaya bırakıp kızıma sarılıyorum. Kocabaş’ın masumiyeti ve güzelliğinde bütün kötülükler ve acılar silinip kayboluyor. O zaman bir kez daha Oscar Wilde’a hak veriyorum: “Sanatçı, güzel şeylerin yaratıcısıdır.” İyi ki de öyledir…

 

 

 

Dorian Gray’in Portresi
Oscar Wilde
Türkçeleştiren: İlknur Özdemir
DeX, 308 sayfa
Show More