İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Hayal kurmaktan vazgeçmezseniz Havuç Ağacı’nı görebilirsiniz

Çocuklar büyürken hayal kurma güçlerini neden kaybederler? Büyümek, yetişkin olmak ille gerçekçi, mantıklı cümleler mi kurmak demektir? Yani havuçlar yerde yetişiyor diye havuç ağacı çizemez miyiz?

Yazan: Emel Altay

10 yaşındaki Mina kendi uydurduğu “Minik Minik Pembe Tilki” şarkısını avaz avaz söylerken yetişkinlere dünyanın renklerine, doğanın mucizelerine ve gülmenin güzelliğine inanmaktan vazgeçmemelerini söylüyor.

Çocukken anne babamızın kurduğu evrende, bize sundukları hayata göre yaşarız ve bildiğimiz tek dünya da budur. Bir gün, bu dünyanın başına bir şey gelmesi, hayatımızın olağan seyrinden çıkması en büyük korkumuzdur. İşte Havuç Ağacı’ndaki Yıldıztepe ailesinin başına gelen de bu; alıştıkları düzenin bozulması, İstanbul’dan ayrılıp köye yerleşmek zorunda kalmaları… Anne ve baba bu değişikliği, mecburiyetlere katlanmaya alışkın yetişkin davranışlarıyla karşılamaya çalışırken evin üç çocuğu; 15 yaşındaki Toygar, 12 yaşındaki Efza ve 10 yaşındaki Mina’nın duyguları ve tepkileri farklılık gösteriyor. Tahmin edileceği gibi şehirden köye taşınmanın büyük bir mutluluk yarattığı tek isim, henüz çocukluğunu koruyan Mina. Yaşıtlarına kıyasla dahi olağan dışı bir hayal gücüne sahip Mina için köy hayatı elbette bir cennet. Sabah güneşin doğuşunu dans ederek karşılamayı seven Mina’nın kurbağalara dans etmeyi öğretmek, kuşlarla konuşmak, ağaçkakan taklidi yapmak gibi birçok kişiye acayip gelecek uğraşları da var. Bu nedenle doğayla bu kadar iç içe yaşamak, uyanır uyanmaz ayağının toprağa basması onu çok mutlu ediyor. Üstelik yalnız da değil, aynı çiftliği paylaştıkları Duru ve Durul ikiz kardeşler de tıpkı Mina gibi hayallerine sınır çizmeyen renkli karakterler.

Hikâye ilerledikçe her bir karakterin iç dünyalarına da girme şansı buluyoruz. Efza’nın ünlü bir oyuncu olmak istediğini, Toygar’ın İstanbul’da bıraktığı en yakın dostu Dolunay’ı çok özlediğini, annelerinin neden öfkeli olduğunu, işsiz kalan babalarının üzüntüsünü ve Duru & Durul kardeşlerin sakladığı acı sırrı…

RENGÂRENK VE ÖZENLE KURGULANMIŞ BIR HİKÂYE
Havuç Ağacı, oldukça özenli kurgulanmış bir yapıyla ilerliyor. Okur kitlesinin beklentilerini unutmadan, sevecekleri, özdeşlik kuracakları -özellikle Mina karakteriyle- bir hikâye anlatırken, onları yetişkin edebiyatına doğru da ustaca hazırlıyor. Bir mektupla açılan hikâye sonra Mina’nın günlüğüne dönerken, mektubun alıcısının Mina’nın ablası Efra, yazanın da Efra’nın en yakın arkadaşı Kuzey Kayra olduğunu, ilk sayfalarda mektup aracılığıyla okuduklarımızın doğru bilgiler olmadığını ve bunun sebeplerini öğreniyoruz. Çocuk okurlar için biraz grift kalabilecek bu kurguyu Mina karakterinin renkliliğiyle eğlenceli bir yapıya sokmayı başaran Hanzade Servi’nin özenli ve özgün dil kullanımını da ayrıca vurgulamak gerek. Mina’nın söylediği “sıkıcı yetişkin mantığı” denilen şey, yazara da uğramamış olmalı ki kitap boyunca mavi tavşanlar, minik pembe tilkiler, pembe sütlü hipopotamlar havada uçuşuyor. Mina ve Duru’nun yaptığı benzetmeler de aynı şekilde çok renkli ve özgün. “Çamurlu gergedanları diş fırçasıyla temizlemesi gereken bir işte çalışıyormuş gibi asık suratlı” örneğini vermek yeterli olur herhâlde.

Hikâyenin içine çeşitli düğümler ve merak unsurları da serpiştirilmiş. Babayla kardeşinin çocukluklarından biri küs ve ayrı olmaları bunlardan biri ve bu düğüm, beklenmedik şekilde, başka bir çok karakteri de bir araya getirerek çözülüyor. Kitap boyunca süren sırsa hafif ürpertici, alışıldık bir korku öğesi aslında. Sıkı sıkı kilitlenmiş bir odadan gece yarısı gelen garip tıkırtılar… Bunun arkasındaki gerçek oldukça üzüntü verici olsa da yazar, çocukların hayal gücüyle uydurdukları birçok hikâyeyi art arda sıralayarak üzücü gerçeğin etkisini azaltmayı başarmış.

MANTIKLI OLMAK IÇIN “YETIŞKIN” OLMAYA GEREK YOK
Mina, rüyasında mavi tavşanın bir türlü çilek reçeli pişiremediğini gören garip bir çocuk olsa da kimi zaman öyle mantıklı konuşuyor ki geçim sıkıntısı ve işsizlikle boğuşan babasını da hayallerinin yıkıldığını görerek ümitsizliğe kapılan ablası Efza’yı da düştükleri karanlıklardan kurtarıyor. Bu zamanlarda Mina’yı mantıklı konuşturan şeyin yetişkin gibi düşünmesi değil, hiç kaybetmediği iyimserliği ve hayatın güzelliklerini görmeye alışmış gözleri olması ise Havuç Ağacı’nın genel mesajına oldukça uyuyor.

GERÇEĞI BILSE DE “HAVUÇ AĞACI” RESMI YAPMAYA DEVAM EDENLERE…
Kar altında mutlulukla dolaşan Mina’yı, pembe tilkiyi ve havuç ağacını gördüğümüz kapak resmi, Hanzade Servi’nin özenli ve renkli diline eşlik ediyor.

Havuç Ağacı, aslında sadece kitabın adı değil. Paylaştığı diğer şeyi keşfetmeyi kitabı okuyanlara bırakalım ama resim yapmaya da meraklı olan Mina’nın söylediği “Havuçlar yerde yetişiyor ama ben havuç ağacı resmi yapmayı seviyorum,” sözünü kulağımıza küpe edelim. Bu güzel mesaj, kitabın bambaşka bir yerinde tekrar karşımıza çıkıyor; bilgiyle duygunun birleştirilmesi gerektiğini, ancak o zaman hayallerine ulaşmış ve mutlu bir insan olunabileceği tekrarlanıyor. Sevimli Mina havuçların ağaçta yetişmediğini, kurbağaların dans edemeyeceğini, mektup yazılan kutup aylarının cevap yazamayacağını biliyor ya da öğrenecek ama o şimdiden mutlu olmak için gereken en değerli bilgiye sahip, sevdiği şeyleri yaptığı sürece mutlu olabileceğini şimdiden biliyor.

Havuç Ağacı
Hanzade Servi
Tudem Yayınları, 120 sayfa

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Show More