İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Sobelediklerini gülümseten bir dergi: Ebe Sobe

Ebe Sobe aylık çocuk dergisi, Türkiye’nin en büyük oyun halkasını kurmak için yola çıkmış, nitelikli çocuk dergiciliğinde özel yeri olan bir dergi. Kasım 2001 ile Temmuz 2009 arasında toplam 72 sayı yayımlanmış. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Nihat Vuran ile Doğan Gündüz, Ebe Sobe üzerine söyleşti.

Söyleşi: Doğan Gündüz – Nihat Vuran

İki bölüm hâlinde yayımlayacağımız söyleşinin devamı gelecek sayıda…

Doğan Gündüz: Ebe Sobe aylık çocuk dergisinin ilk sayısı Kasım 2001’de yayımlanmış. 2001 yılında ciddi bir ekonomik kriz vardı. Birçok çalışanın işini kaybettiği, iş yerlerinin kapandığı, paranın devalüasyona uğradığı bir yıldı. Böyle bir dönemde çocuk dergisi çıkarmaya kalkışmak gerçekten bir cesaret işi. Çocuk dergisi yayımlama fikri nasıl ortaya çıktı? Cesaretinizin kaynağı neydi?

Nihat Vuran: Ebe Sobe dergisinin serüveni, 2001 yılı yaz ayları sonunda hiç hesapsız (ama kitaplı) ve samimi bir hayal olarak başladı. Ebeliğini Ayşe Pehlivan’ın yaptığı, çocuklar için hayata
güzellikler katmaya çalışan bir arkadaş grubunun ortak hayaliydi bu dergi ve ulaşabildiği tüm çocukları sobeleyip gülümsetebilmek istiyordu. Derginin ilk sayı hazırlıkları yapılırken ben de bu oyun halkasına Nasrettin Hoca’nın Timur’la olan fil fıkrasındaki gibi katıldım aslında. Hayatta en çok sevdiğim arkadaşımın ricası üzerine, o zamana kadar yetişkinlere yönelik yayıncılıkta oluşan bir kucak tecrübemle, “niçin yapmak istediğini bilen ama nereden ve nasıl başlayacağını keşfetmeye çalışan” bu dergi ekibine önerilerde bulunacaktım. Birkaç sayı sonra derginin çoğu işine koştururken buluverdim kendimi.

Sorunuzda geçen “ekonomik kriz” ve “devalüasyon” gibi kavramların ise çocukların dünyasında bir önemi yoktur; bunlar Küçük Prens’te anlatıldığı gibi, kendini galaksideki tüm yıldızların sahibi sanıp her gün onları saymaya çalışan büyüklerin tuhaf kaygı ve yanılsamalarından biridir aslında. Çocukların dünyasında oyun vardır, merak vardır, paylaşma vardır, neşe vardır. O yüzden Ebe Sobe dergisinin mayası sevgi, oyun, merak ve neşeden oluştu. Cesaretini çocuk sevgisinden aldı.

Tekrarında bile yeni şeyler öğreten, merak duygusunun peşinde keşiflere kapı açan, bilginin pratiğe dönüştüğü deneyimler sağlayan, paylaşılan mutlulukla çoğalan ve insanın özü olan sevgiyi çoğaltan bir şeydir oyun… Biz de işte bu nedenle dergimize, yüzyıllardır dünyanın her yerinde oynanan bir çocuk oyununun adını verip, kurduğumuz oyun halkasına çocukluk gezegenindeki herkesi davet etmeye başladık. İyi ki de öyle yapmışız. Ebe Sobe’de yaşadığımız tüm o deneyimler, heyecanlar, zorluklar, dostluklar ve arkadaşlıklar için ne kadar şükretsek azdır.

Bizim bu dergiyi yayınlarken tek çabamız bir kelime veya bir çizgiyle de olsa çocukların dünyasına güzel bir değer katabilmek olduğu için gözümüzün gördüğü, elimizin değdiği ve sesimizin ulaştığı herkesi bu halkaya davet ettik. Beş on kişiyle başlattığımız bu oyun halkası, her sayıda aramıza katılan yeni yazarlar, çizerler ve okurlarla genişleyip kanatlanmaya başladı. Yaklaşık 8 yıl süren kocaman bir halka oldu.

Ebe Sobe yayına başladığında, şu kadar tiraja veya bu kadar sayıya ulaşmak gibi iddialı bir hedef yoktu aklımızda. Bu dergi, adımlarımızı attıkça kendiliğinden uzayan bir yol gibi masalsı bir serüvendi bizler için. Ekonomik krize, büyük medya gruplarının popüler dergilerine ve kendini beğenmiş yel değirmenlerine aldırmadan başlatılan bir oyundu. Yaptığımız şeyin bir parça Don Kişot tavrı olduğunu sonradan anladık.

DG: Aynı dönemde çocuklar için Milliyet Çocuk, Türkiye Çocuk ya da TÜBİTAK’ın çıkardığı Bilim Çocuk gibi popüler dergiler de var. Gerçi biçimsel farklılıklar ilk bakışta göze çarpıyor. Derginin boyutları daha büyük (24×33,5). Kâğıt kalitesi yüksek ve görsel zenginliğe özel bir önem verilmiş. Bunlarla birlikte çocukların beğenisini kazanmak için siz neleri farklı yapmayı hangi yaş grubuna seslenmeyi hedeflediniz?

NV: Dergimiz ilk başta standart dergi ölçülerindeydi fakat ikinci yılda büyüyüp yürümeye başlayınca daha büyük bir boyuta dönüştürdük. Şaka bir yana, görsel yönetmenimiz Ersin Şahin’in önerisiyle üçüncü yılımız itibarıyla derginin boyutlarını biraz daha büyütmemizin temel nedeni, çocuklar için el emeği göz nuruyla hazırlanan o güzelim illüstrasyonları ve tasarımı daha etkili şekilde sunabilmekti.

Derginin özgün boyutları dışında nitelikli içerik bizim için çok daha önemliydi. İçerikte diğer dergilerden en önemli farkımız, çocuk edebiyatına ve bu alanda emek verenlere alan açmamız oldu. Tecrübeli veya genç birçok yazar çizerin çalışmalarını buluşturduk dergimizde.

Çocuk edebiyatının yanı sıra bilgi ve eğlence eksenli sayfalarımızda da çocuk odaklı bir yaklaşıma sahiptik. Bu anlattıklarım bazılarına “melankolik” görünebilir ama gerçekten bizim için bu derginin çocukluk ruhuna uygun şekilde sevgi, oyun ve merak duygularını yansıtması çok önemliydi. Edebiyat metinleri ve illüstrasyonlarla çocukların estetik algılarını beslemeye çalışırken, bilgi ağırlıklı bölümlerde merak ve keşif duygularını geliştirmeye, eğlence ağırlıklı bölümlerde ise çocukların oyun ve neşe hislerine dokunmaya gayret ettik.

Biz Ebe Sobe ekibi olarak, çocuğun ve çocukluğun tarafında duruşumuz ile onlarla empati kurarak onların seveceği şeyleri sunmaya çalıştık. Didaktik olmaktan, onlara bir şey öğretmeye çalışmaktan, inanmadığını paylaşmaktan kaçındık. Çocuklara üstten bir dil ile değil, onların yanından onların diliyle seslenmeye özen gösterdik. “Çocuk-özne” bir yaklaşımla dergiyi onların dünyasına göre kurgulamaya çalıştık. Aynı zamanda onların seslerini duyurabilecekleri ve kendi renklerini gösterebilecekleri bazı interaktif bölümler oluşturmaya çalıştık.

Yaş grubu konusunda da halkayı biraz geniş tuttuğumuzu söyleyebilirim. Tabii hedeflenen geniş yaş aralığı bir tercih değil, Türkiye şartlarında bir zorunluluktu aslında. Çocuk nüfusu bu kadar yüksek olan bu güzel ülkede, maalesef çocuk yayını tirajları hayli düşük olduğu için yaş grubu ve ona uygun şekilde içerik skalası biraz geniş tutuldu. Ağırlıklı olarak 7-12 yaş grubuna hitap ediyorduk ama elbette çok daha küçük yaşlarda ve çoook büyük yaşlarda okurlarımız da vardı.

DG: Ebe Sobe’de çocuk edebiyatı alanında çalışan Bilgin Adalı, Fatih Erdoğan, Ayfer Gürdal Ünal, Ayla Çınaroğlu, Şiirsel Taş, Aytül Akal, Mavisel Yener, Mevlâna İdris, Burhan Eren gibi yazarların yazılarına yine bu alanda çizen Mustafa Delioğlu, Ferit Avcı, Dağıstan Çetinkaya gibi illüstratörlerin resimlerine rastlıyoruz. İyi bir dergi çıkarmak için yoğun bir emek harcandığı, oldukça titiz davranıldığı çok açık. Soruyu tersten sorayım. Kötü metinler ve estetik değeri olmayan resimlerle hazırlanan bir derginin veya bir kitabın çocuğa nasıl bir zararı olabilir?

NV: Çok güzel bir noktaya değindiniz. Bu aslında bizim Ebe Sobe, Okyanus ve hazırladığımız diğer yayınlardaki temel yaklaşımın çıkış noktasıdır. Çocukluk, insan varlığının en saf ve kirlenmemiş hâlidir. Her insanın bu dünyadaki en güzel çağıdır yani. Dolayısıyla güzel olana en güzeli sunmak gerekir, güzelliği koruyup yaymak gerekir.

Bunu hem metinlerde hem görsel unsurlarda hem de tasarımda sağlamak önemli. Mesaj, iletişimin altın kuralıdır. Eğer vermek istediğiniz mesajın içeriği, dili, görseli ve kodlaması hedef kitleye uygun değilse o mesaj yerine ulaşmayacaktır veya yanlış etkiye neden olacaktır.

Türk edebiyatının büyük çınarlarından Fazıl Hüsnü Dağlarca ile bir röportaj yapmıştık, Okyanus dergimizin ilk sayında… O röportajı çocukla ilgili herkesin ve özellikle de çocuk edebiyatı yazarlarının, çizerlerinin, yayıncılarının, öğretmenlerin mutlaka okuyup anlamalarını ve mümkünse evlerinin duvarına asmalarını çok isterim. Dağlarca, o söyleşide “Çocuğun yetişme çağında okudukları, kirpikleri gibidir; gözlerinde kalır. Benzer olaylarda anımsar onları,” demişti. Bu, benim de tüm kalbimle inandığım bir gerçekliktir.

Pedagojik açıdan düşündüğümüzde de çocukların hayatla ilgili temel ilgi ve algılarının büyük bir bölümü, ilk 7 yaşına kadar şekillenmiş oluyor. 10-12 yaşına gelene kadar çocukların okudukları, gördükleri, duydukları veya tattıkları her şey, kalan ömürlerindeki düşüncelerin zeminini oluşturuyor. Bu yüzden çocukları kötü metinlerden ve estetik değeri olmayan resimlerden de korumak gerekir.

Yine birçok uzmanın söylediği gibi bir toplumu iyi ya da kötü yönde değiştirmenin en kritik dönemi çocukluktur. Bilgiyle, edebiyatla, estetikle, sevgiyle ve neşeyle büyüyen çocukların dünyayı daha güzel bir geleceğe taşıyabileceklerine inanıyorum ben… Ya da sorunuzdaki gibi bunun tersten okuması da tam aksi yönü gösterecektir.

Sözü çok uzatmak istemiyorum ama İtalyan sosyolog Giovanni Sartori’nin Türkçeye çevrilen bir kitabı var. O kitapta 1990’larda Amerika’daki video çığırından hareketle, televizyonu çok izleyen çocuklarda beynin saniyede 25 karelik hızlı görüntü akışına alıştığı için artık “homo sapiens (düşünen insan)” yerine “homo videns (gören insan)” hâline dönüşme tehlikesinden söz ediliyor. İnternet henüz bugünkü gibi bir nevi “kitle imha silahı” hâline gelmeden 25-30 yıl önce Sartori’nin o kitapta yazdıklarını düşününce, günümüzdeki ekran çağı çocukları için doğru yayınlar ve güzel örnekler ortaya koymanın önemi daha iyi anlaşılıyor.

Devamı gelecek sayıda…

Ebe Sobe Süreli Çocuk dergisi
Mihrimah Yayınları, İstanbul
Yıl:5, Sayı:41,
Mayıs-Haziran 2005
Ebe Sobe Süreli Çocuk dergisi
Mihrimah Yayınları, İstanbul
Yıl:7, Sayı:67,
Mayıs-Haziran 2008
Show More