İyi Kitap

Çocuk ve Gençlik Kitapları Dergisi

Atom bombasından sağ çıkmak…

Atom bombasından sağ çıkmak…

Zarife BİLİZ

Amerika’nın 1945 Ağustos’unda Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombasının üzerinden tam 66 yıl geçti. Yalınayak Gen bu korkunç olayı bizzat yaşamış bir çizerin gözünden anlatıyor.

Keiji Nakazawa, 1939 yılında, Hiroşima’da doğdu. 6 Ağustos 1945’te, altı yaşındayken atılan atom bombası sırasında babasını, ağbisini ve ablasını kaybetti. Bombadan hemen sonra doğan kız kardeşi ancak birkaç hafta yaşadı. Annesi uzun yıllar radyasyonun sebep olduğu hastalıklarla boğuştuktan sonra 1966 yılında öldü. Nakazawa’nın hayatta kalması ise sadece bir şans eseriydi; annesinin bir arkadaşı çağırdığı için patlama anında okul duvarının arkasında duruyordu. İlk kez Japonya’da manga’larda yayımlanan, Türkiye’de ise Desen Yayınları tarafından basılan Yalınayak Gen adlı çizgi roman serisi, Nakazawa’nın atom bombası sırasında ve sonrasında yaşadıklarına dayanan yarı-otobiyografik bir çalışma. Atom bombası gerçeğini tüm korkunçluğuyla, o gerçekliğin korkunçluğuna yakışır tarzda veren eser, tam da olması gerektiği gibi tüylerimizi diken diken ediyor ve asla unutulmaması gerekenleri hatırlatıyor.

Tüm dünyada ses getiren ve 22 dile çevrilen, Yalınayak Gen adlı çizgi romanınızın, 6 yaşındayken Hiroşima’da maruz kaldığınız atom bombası felaketini ve sonrasında yaşadıklarınızı yansıttığını, kendi yaşantınıza dayandığını biliyoruz. Kitapta atom bombasına maruz kalan bir çocuğun yaşadıkları ve ailesinden geri kalanlarla birlikte verdiği yaşam mücadelesi anlatılıyor. Bize biraz bu olaydan, yaşantınızla kitap arasındaki ilişkiden ve ailenizden bahsedebilir misiniz?

Ailemin ve atom bombası sebebiyle yaşadıklarımın yaşantımdaki etkisi ve yeri büyüktür. Örneğin babam düşüncelerimin oluşumunu çok etkilemiştir. Babamın şu lafı hâlâ ara sıra aklıma gelir: İlkokul birinci sınıftaydım, “Savaş yanlış bir şey,” demişti, “Japonlar kaybedecek; sen yaşlandığında Japonya’nın durumu ne olacak? Karnını pirinç ve erişteyle doyuracağın günler gelecek.” O zamanlar yiyecek olarak sadece çekirge ve tatlı patatesimiz vardı, öyle mükemmel günleri görebileceğimizi hayal bile edemiyorduk. Ama babam Japonların kaybedeceğini ve yenilgiden sonra “karnımızı beyaz pirinç ve erişteyle doyuracağımız” o bolluk günlerinin geleceğini, yenilgiden sonra bir açgözlülük döneminin yaşanacağını öngörmüştü.

Babam geleneksel Japon resmi eğitimi almıştı, sol görüşlü bir tiyatroda oyunculuk yapıyordu. Ben 5 yaşındayken (1944 yılında) tutuklandı. Annem bize hapse girdiğini söylemedi. Bir yıl sonra döndüğünde dişleri kırık, bedeni haraptı. Babam inatçı bir adamdı, “Savaş yanlış,” diyordu ve işkence de onu bu fikrinden caydıramadı.

Annemse zengin bir ailenin kızıydı. Gençliğinde rahat bir hayat yaşamıştı, ama bir sanatçıyla evlendikten sonra her şey değişti. Bir sürü çocuk, çok farklı bir yaşam tarzı… Resim çizdiğimi ilk gördüğünde çok kızmıştı. Babamdan bıkmıştı. Benim de aynı yola girmemi istemiyordu.

Ben ailenin üçüncü erkek çocuğuydum. İki ağbim, bir ablam, bir erkek kardeşim vardı ve atom bombasının atıldığı dönemde doğan kız kardeşim…

Babamın ölümünün Yalınayak Gen’deki hikâyeden tek farkı benim gerçekte orada olmamamdır. Babam büyük ağbimle ve ablamla birlikte öldü. Ama annem bana olanı biteni en korkunç detaylarına kadar anlattı. Hep aklımdaydı. Bu yüzden manga’da Gen’in orada olup babasını kurtarmasını istedim.

Annem ömrü boyunca hep bu olayın kâbusunu gördü. Dayanılmaz olduğunu, ağbimin çığlıklarının hâlâ kulaklarında yankılandığını söylüyordu. Ağbimin koluna sarılmış, “Ben de seninle öleceğim,” diyormuş, ama ne kadar çektiyse de onu oradan çıkaramamış. Ağbim, “Sıcak,” diyormuş. Annem oradan uzaklaşmayı reddetmiş, onunla orada ölmek istiyormuş. Bir komşu zorla uzaklaştırmış onu oradan, geriye dönüp baktığında alevlerin arttığını görmüş, ağbimin çığlıklarını duyuyormuş. “Anne, sıcak,” diye bağırıyormuş. Annem bana bu olayı en acı ayrıntılarına dek anlattı. Dayanılmaz bir şey. Korkunç bir ölüm.

Annem daha sonra kemiklerini bulup getirmemiz için beni küçük ağbimle birlikte oraya gönderdi. Bir kürek ve kova alıp gittik. Ağbimin, babamın ve ablamın kafataslarını, kemiklerini çıkarıp getirdik. Kemikleri almaya gittiğimizde ortalığı ölüm kokusu kaplamıştı. Çünkü tamamen yanmamışlardı. Kemiklerinin üzerinde hâlâ etler vardı. Dönüşte şehrin içinden geçtik. Her taraf cesetlerle doluydu. Hiroşima’nın yedi nehri de ceset doluydu. İnsanlar yanmaktan kurtulmak için suyun içine atlamışlardı. Manga’da da çizdiğim gibi karınları şişmişti. Gaz genleştikçe karınları şişip patladı, açılan deliklere su doldu ve cesetler battı. Ama beni en çok korkutan şey sinek kurtçuklarıydı. Çok fazla sinek vardı. Neredeyse gözlerinizi açamıyordunuz. İlginç, ama kurtçuklar gerçekten çok hızlı. Atom bombasına rağmen sinekler çoğalıyordu ve sanki kurtçuklar insan bedeniyle besleniyorlardı. Hiroşima’da bombadan sonra hareket eden tek şey varsa o da yanan
cesetlerden çıkan alevler ve kaynaşan sineklerdi.

Atom bombası tabii ki korkunçtu ama bombadan sonra açlıktan da çok çektik. Ciddi bir kıtlık vardı. Kimse kimseye yardım etmiyordu. Dayanışma bir hayaldi. Japonların gerçek yüzünü ben orada gördüm diyebilirim.

Atom bombasından sonra Hiroşima’nın nüfusu ciddi oranda azaldı. Fakat şehrin nüfusu savaştan sonra tekrar arttı. 70-80 bin civarındaki hibakusha [Japonya’da atom bombasına maruz kalıp hayatta kalmış kişilere verilen isim] sayısının artamayacağı düşünüldüğünde, nüfusun ağırlıklı olarak hibakusha
olmayanlardan oluştuğu ortada. Bu nasıl bir durum çıkardı ortaya?

Süreç içinde ayrımcılık ortaya çıktı. Bu ayrımcılık öyle bir düzeydeydi ki insanlar atom bombasına maruz kaldıklarından bahsedemiyorlardı. Bir hibakusha olduğunuzu uluorta söyleyemezdiniz. Ayrımcılık çok şiddetliydi. Bunun aleyhinde konuşamazdınız. Ben Takajo’da yaşıyordum; “Komşunun kızı kendini astı,” türünden hikâyeler çok duyulurdu. Ayrımcılık. Çok korkunç bir şey. İnsanların umutlarını kaybettiği böyle çok olay vardı.

Mesela Tokyo’ya taşındıktan sonra kimseye atom bombasından kurtulmuş olduğumu söyleyemedim. Tokyo’daki insanlar bunu duyunca size tuhaf davranırdı, bu yüzden sessiz kalmayı öğrendim. Bazı Japonlar atom bombası kurbanlarından radyasyon “kapılabileceği” gibi mantıksız bir kaygıya sahiptiler. Bunlar Tokyo gibi
büyük bir şehirde bile vardı.

Bir karikatürist olarak meslek hayatınızda hep savaş hakkında çizmiyordunuz, bildiğim kadarıyla ve belli bir tarihe kadar da Hiroşima’dan, belki de o geçmişinizden uzak durdunuz. Geçmişinizle barışma arzunuz nasıl doğdu? Savaşı ve atom bombasını çizmeye başlama kararını nasıl aldınız?

1961 yılında Tokyo’ya taşındım ve 1966 yılında annem ölene dek Hiroşima’ya dönmedim. Hiroşima’ya dönmek korkunç şeyler yaşadığım bir yere dönmekti. O yüzden Tokyo’da öleceğimi ve oraya gömüleceğimi düşünüyordum. Eğer annem olmasaydı sıradan bir yakuza [Japonya’da geleneksel organize suç gruplarının üyelerine verilen isim] olup çıkabilirdim. O öldüğünde, onun sayesinde bir şeyleri becerdim. Annem hayatımda çok önemli bir rol oynadı. Ölümü benim için büyük bir şok oldu ve Hiroşima’ya döndüm. Naaşının krematoryumda yakılmasını istediği için anneme müteşekkirim. Yanmış bir insan bedeninden arta kalanı bildiğimi sanırdım. Babamın ve kardeşimin yanan bedeninden arta kalan kemikleri toplamıştım. Annemin kafatasını ya da kaburga kemiklerini de aynı şekilde bulacağımı düşünüyordum. Ama küllere baktığımda, tek bir kemik bile bulamadım. Kafatası dahi yoktu. Öfkelendim, iyice öfkelendim: Radyoaktivite kemik iliğini bile mi yok ediyordu? Trenle Tokyo’ya dönerken, durmadan bunu düşündüm. Daha önce bomba, savaş ve savaşın nedenleri hakkında hiç ciddi bir şekilde düşünmediğimi fark ettim. Bunu düşündükçe, Japonya’nın bu sorunlarla hiç yüzleşmediğini daha iyi anladım. Savaştaki kendi rollerini kabul etmiyorlardı. O
zaman kararımı verdim, bundan sonra savaş ve bomba hakkında yazacaktım; suçun kaynağını saptamaya çalışacaktım. Tokyo’ya döndükten bir hafta sonra, bomba hakkındaki ilk eserimi yazdım: Kuroi Ame ni Utarete [Kara Bulutun Vurdukları]. Savaş sonrasında Hiroşima’da bir grup gencin silah karaborsasına karışmasını anlatıyordu hikâye. Ana karakter, atom bombasından hayatta kalmış ve nefreti yüzünden Amerikalı karaborsacıyı öldüren bir genç. Amerikalılara soruyor: “Siz, Hiroşima’yı, Nagasaki’yi ya da Tokyo’yu bombalayarak binlerce masum insanı öldüren siz, kim oluyorsunuz da adaletten söz edebiliyorsunuz? Bu mu sizin adaletiniz?”

Kara Bulutun Vurdukları’nı okuyan editörler çok etkilendi ve bana serinin devamını yazmamı söylediler. Bunun üzerine ortaya beş kitaplık bir “Kara” serisi çıktı; Kara Irmak, Kara Sessizlik vdğ. Kara Yağmur küçük bir yayıncı olan Hobunsha’nın “yetişkin” manga dergisi olan Manga Punch’da seri halinde yayımlandı. Daha büyük dergiler bunu yayımlamayı istemedi. Bunun onlar için çok radikal ve politik olduğunu söylediler.

Asıl olarak itiraz ettikleri neydi? Atom bombasıyla ilgili şeyler yayımladıkları için CIA’nin veya Amerika Birleşik Devletleri’nin sorun çıkarabileceğinden korktuklarını söylediler. Bunu editörüm Hobunsha’ya söylediğimde güldü ve “Hey, beni tutuklayabilir! Bu çok iyi bir reklam olur.” dedi. Ama Manga Punch gibi
“yetişkin” –erotik– dergilerin pazar payı küçüktür. Ben ise bu konularda daha büyük yayıncılarla çalışmak istiyordum. Shueisha adlı yayınevinde iyi bir editör bulduğum için çok şanslıydım. Adı Tadasu Nagano’ydu. Beni tebrik etti ve atom bombası hakkında yazmam için teşvik etti. Ben de “Barış” serime başladım; Aru Hi Totsuzen ni [Bir Gün, Aniden] kitabıyla. Nagano olmasaydı Gen ortaya çıkmazdı. Ama bir buçuk yıl sonra o yönetici oldu ve Jump’taki yerini başka bir editör aldı. Yeni editör başka şeylere meraklıydı ve Gen’i yayından kaldırdı. Sonra Shimin [Yurttaş] adlı dergi bir yıl için Gen’in yayımını sürdürdü. O da kapandı; Gen
de üç buçuk yıl için Bunka Hyoron [Kültürel Eleştiri]’de yayımlandı. Ama bu dergi de parasız kaldı, böylece Gen yine üç buçuk yıl için Kyoiku Hyoron
[Eğitsel Eleştiri]’de yayımlanmaya başladı.

Birisi bana Jump’ın Gen’i yayından kaldırmasının nedeninin aşırı sağcıların baskısı olduğunu düşündüğünü söyledi. Bu doğru mu? Hayır, alakası yok. Bu sadece yeni editörün kaprisiydi. Aşırı sağcıların baskısını bekliyorduk, ama hiç karşılaşmadık. Gen ilk yayımlandığında, eşimi gelebilecek tehdit mesaj veya telefonlarına karşı uyardım. Hiçbir şey olmadı. Aşırı sağcılar bile onu okuyunca ağlıyordu.

Zamanla halka açık konuşmalar yapmaya da başladınız. Bu ne zaman oldu?
Sanırım Gen’in ilk dört cildi çıktığındaydı, yani 1970’lerin ortaları olmalı.

Atom bombasından kurtulmuş biri olarak deneyimlerinizden bahsediyordunuz, yanılmıyorsam?
Evet, barışla da ilgiliydi konuşmalar. Bütün Japonya’da vatandaşlara, okullara, öğrencilere, öğretmenlere konuştum…

İnsanlar neler soruyordu?
Herkes en çok savaşın ve atom bombasının gerçekten nasıl olduğunu merak ediyordu. İnsanlar gerçeği ilk defa duyuyormuş. Gittiğim her yerde bana böyle söylediler.

Japon okullarında okutulan tarih kitaplarının atom bombasının atılmasıyla ilgili çok bilgi içermediğini duydum. Sizce neden? Büyük ihtimalle hükümet Amerikan karşıtı duyguları teşvik etmek istemiyordur. Ama gerçek gerçektir. İnsanlar neler yaşandığını bilmeliler.

Amerika’da da genelde herkes Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan iki atom bombasını biliyor, ama neredeyse kimse B-29 hava saldırılarında Japon şehirlerinin ne kadar zarar gördüğünü bilmiyor. Sadece Tokyo’da, hava saldırıları esnasında bir gecede 100 bin kişi öldü; neredeyse Hiroşima’da ölenler kadar. Ve çoğu Amerikalı atom bombalarını bilmesine rağmen, onun etkileri hakkındaki bir konuşmada içgüdüsel olarak verdikleri tepki “Peki ya Pearl Harbor?” şeklinde oluyor. Kendilerine liberal diyen insanlar bile atom bombalarının gerekliliği konusunda farklı düşüncelere sahip. Gen’i okuyanlar genelde kitabın suçluyu tespit etme konusunda beklediklerinden çok daha adil olduğunu söylüyorlar. Sadece Amerika’yı atom bombasının attığı için değil; Japon militaristlerini savaşı başlattıkları için ve emperyalist sistemi de Japon militaristlerin güçlerini böyle kullanmalarına izin verdiği için suçluyorsunuz. Amerikan karşıtı bir tavır
sergilemiyorsunuz. Bütün savaş boyunca bunu böyle mi yorumladınız, gençken bile? Evet, büyük oranda; savaşın niye çıktığına dair çok düşündüm. Eğer her şeyi düzgünce yorumlarsanız, cevap militarizmde ve emperyalist sistemde yatıyor. Küçük bir çocukken de babamı onları eleştirirken duyardım.

Savaş hakkında konuşmaya ne zaman başladınız Oldukça yakın bir tarihte, yanılmıyorsam. Emperyalist sistemin ne kadar kötü olduğu hakkında konuşmaya başlamam ise gerçekten yenidir. Eskinden bu görüşlerimi sadece manga’larda belirtirdim.

Ama anladığım kadarıyla, meslektaşlarınızla deneyimlerinizi paylaşamasanız bile, sizinle aynı fikirde olan editörünüz Nagano gibi insanlarla konuşabiliyordunuz.
Onun gibi bir editörüm olduğu için çok şanslıydım. Eğer o olmasaydı “Barış” serisini çizmeme imkân yoktu ve o da bunu biliyordu. Bana “Jump’ta 40 editör var, ama senin ne yaptığını gerçekten anlayan yalnızca ben varım,” derdi.

Sizce Hiroşima niye bir Auschwitz gibi olmadı?
Japonlar savaşı hatırlama konusunda ısrarlı değiller. Auschwitz’e gittiğimde yığın yığın gözlük ve saç gördüm. “Bu ne ısrar!” diye düşündüm. Japonlar’da böyle bir ısrar yok, bu sadece Hiroşima’ya özgü değil ayrıca. Japonların en azından hikâyeyi anlatmalarını, aktarmalarını isterdim. Tarihi silmek unutmaktır. En azından onu aktarmakta bir ısrarları olsaydı!.. Japonlardan beklediğim bu. Bunu yeni kuşaktan bekliyorum. Eski kuşaktan vazgeçtim. Ama yeni kuşaktan umudum var: Yalınayak Gen’i okuyan gençler, çocuklar en azından “Bu neydi?” diyebilecekler. Bu açıdan iyimserim. Onların hayal güçlerini harekete geçirmek istiyorum. Bu mirası devralmalarını ve çocuklarına devretmelerini istiyorum. Bu açıdan bakıldığında Japon eğitim sistemi tek kelimeyle korkunç. Burada iş anne babalara düşüyor. Okula, öğretmenlere bel bağlamamalılar; bizzat kendileri bu misyonu üstlenmeliler. En azından şunu söylemeliler: “6 Ağustos’ta Hiroşima’ya bir atom bombası atıldı.” Aynen Auschwitz gibi Hiroşima da insan onuruna dair giderek daha çok şeyi dillendirmeli…

Yalınayak Gen – Küllerin İçinde
Keiji Nakazawa
Çeviren: Levent Türer
Tudem Yayınları / 293 sayfa
Show More